“Hindistan bir anadır. Onun iki çocuğu vardır. Bunların biri Türkler diğeri ise Hintlilerdir”
Mahatma Gandhi
Türklerin Hindistan coğrafyasındaki izleri, binlerce yıllık derin bir geçmişe uzanır ve bu varlık farklı dönemlerde kendini göstermiştir. Bu yazıda, Türklerin Hindistan’daki tarihini kronolojik olarak ele alacak, özellikle en dikkat çeken hanedanlardan biri olan Ak Hunlar üzerinde duracağız.
1. Türklerin Hindistan’daki İlk İzleri
Hindistan ve çevresi, Türk tarih araştırmalarında yeterince incelenmemiş bölgelerden biridir. Günümüzde Pakistan’ın kuzeyi, Afganistan ve Hindistan’ın bazı kısımlarında hâlâ Türk kökenli toplulukların izleri bulunmasına rağmen bu konu yeterince bilinmez. Son yıllarda Türkiye’deki akademisyenler bu bölgelerde önemli çalışmalar yapmaya başlamıştır.
Hindistan’daki Türk varlığı MÖ 3000’lerden Babür İmparatorluğu’nun sonuna kadar uzanır. Bu uzun süreçte en belirgin hanedanlardan biri Ak Hunlar olmuştur. Ak Hunlar, hem siyasi hem de kültürel açıdan derin izler bırakmış, bugün bile bu bölgelerde yüzlerce maddi ve manevi Türk mirası bulunmaktadır.
MÖ 3000’lerde İndus Vadisi’nde (Sind ve Pencap) ortaya çıkan medeniyet, Sümer medeniyetine büyük benzerlik gösterir. Bu insanlar Orta Asya kökenli Türk boylarıdır. İnsan heykelleri, tartı sistemleri, tanrı figürleri ve şehir planları Sümer’le aynı özellikleri taşır. Kazılarda ortaya çıkan 2-3 katlı tuğla evler, düzenli sokaklar, kanalizasyon sistemi ve çeşitli aletler bu medeniyetin ileri düzeyini kanıtlar.
MÖ 1500’lerde Orta Asya’dan yeni bir Türk göçü gerçekleşir. Bu göçle gelenler, yerli halkla uzun süren mücadeleler sonucunda İndus ve Ganj vadilerini ele geçirir. Sayıca az olmalarına rağmen kast sistemini geliştirerek üstünlüklerini korurlar. Bu sistem dört ana sınıfa ayrılır:
- Brahmanlar (rahipler)
- Kşatriyalar (askerler ve soylular)
- Vaişyalar (çiftçiler, tüccar ve zanaatkârlar)
- Şudralar (işçiler)
Ayrıca kast dışı sayılan “dokunulmazlar” da bulunur.
İskender’in ölümünden sonraki üç yüzyıl boyunca da çeşitli Türk boyları bölgeye gelmeye devam etmiştir.
Pers ve İskender Dönemi

MÖ 6. yüzyıl sonlarında Pers Kralı Darius, Hindukuş Dağları’nı aşarak İndus Vadisi’ni ele geçirir. Bu durum yerel krallıkları birleşmeye iter. MÖ 4. yüzyılda Büyük İskender de bölgeye yönelir. İndus’u geçerek Pencap’a kadar ilerler ancak askerlerinin isyanı ve Saka Türklerinin direnişi karşısında geri çekilmek zorunda kalır.
İskender’in generalleri arasındaki anlaşmazlıktan yararlanan Hintliler, işgalcileri Pencap’tan çıkarır. Böylece MÖ 321’de Maurya İmparatorluğu kurulur. İmparator Aşoka döneminde devlet Seylan’a (Sri Lanka) kadar genişler. Aşoka’nın ölümünden sonra imparatorluk parçalanır ve küçük krallıklar ortaya çıkar.
Bu dönemde Grek-Baktriya krallıkları da bölgeye hâkim olmaya çalışır ancak iki yüzyıl içinde eriyip giderler. Onların yerini Saka Türkleri alır.

Budizm’in kurucusu Buda (Siddhartha Gautama), Saka Türklerinden bir prens olarak kabul edilir. MÖ 563 civarında Nepal sınırına yakın Lumbini’de doğduğu rivayet edilir. 29 yaşında sarayını, eşini ve oğlunu terk ederek aydınlanma yoluna çıkar. Altı yıl çile çektikten sonra “orta yol” felsefesini benimser ve “Buda” (uyanmış olan) adını alır.
Buda’nın mensup olduğu Sakya boyu, zengin pirinç tarlalarıyla ünlü Kapilavastu bölgesinde yaşardı. Babası Suddhodana zengin bir derebeyi, annesi Maya ise Sakya soyundandır. Geleneklere göre Buda, yaşlılık, hastalık, ölüm ve çileci bir keşiş gördükten sonra dünyevi hayatı terk etmiştir.
MÖ 1000’lerde demir teknolojisinin Hindistan’a Orta Asya Türkleri tarafından getirildiği kabul edilir. Yerli dillerde çok sayıda Türkçe kelime bulunması da bu etkileşimi doğrular.
Hindistan’ın Coğrafi ve Tarihi Çerçevesi
Hindistan, devasa bir yarımada olup batısında Hindukuş ve Süleyman Dağları, kuzeyinde Karakurum ve Himalayalar yer alır. İndus (3200 km), Ganj (2700 km), Godavari ve Narmada gibi büyük nehirler bölgeyi şekillendirir. Tarihi Hindistan; bugünkü Pakistan, Afganistan’ın bir kısmı, Nepal, Bangladeş ve Myanmar’ın bazı bölgelerini kapsar.

Kabil, Lamgan ve Hayber geçitleri yüzyıllarca İran, Türk ve Afgan boylarının Hindistan’a giriş kapısı olmuştur. Aryanlar’dan sonra İskender, Helenler, Saka Türkleri, Kuşanlar ve Ak Hunlar bölgeye hâkim olmuştur.
Oğuz Kağan Destanı’nda Hindistan’a elçi gönderildiği ve vergi alındığı anlatılır. Bu destan, Türklerin çok erken dönemlerde Hindistan’la ilişkili olduğunu gösterir.
2. Ak Hunlar: Hindistan’daki İkinci Büyük Türk Dalgası
Ak Hunlar (Eftalitler), 4. yüzyıl sonlarından 6. yüzyıl ortalarına kadar Orta Asya, İran’ın doğusu ve Kuzey Hindistan’da etkili olmuştur. Kökenleri tartışmalıdır; bazı araştırmacılar onları Yüeh-chi’lere, bazıları İranlılara bağlar. Ancak ağırlıklı görüş, Türk kökenli oldukları yönündedir.
Toramana ve oğlu Mihirakula döneminde (515-550) Ak Hunlar Kuzey Hindistan’ın büyük kısmını ele geçirir. Pencap, Malwa, Multan ve Orta Hindistan’da devlet kurarlar. Gupta İmparatorluğu’nu dağıtır, Ganj havzasına kadar nüfuz ederler.
Ak Hunlar, Sasani İran’la da uzun süre mücadele etmiştir. 484’te Sasani Kralı Firuz’u yenilgiye uğratırlar. Türk savaş taktiği “sahte ricat” (Turan taktiği) sayesinde büyük zaferler kazanırlar. Firuz’un ölümüyle Sasani direnci kırılır, Herat ve Horasan Ak Hunların eline geçer.
6.yüzyıl ortalarında Göktürkler ile Sasani ittifakı Ak Hunları iki cephede sıkıştırır. 557-558’de Nahşeb Savaşı’nda yenilen Ak Hunlar, Maveraünnehir’i kaybeder ve kısa süre sonra tarih sahnesinden çekilir.

Buna rağmen Türk Şahiler 870’lere kadar Kabil-Gazne hattında varlıklarını sürdürür. Bu Türk beyleri, Gazneli Mahmud’un Hindistan seferlerinde önemli rol oynar ve Pakistan’ın oluşumunda etkili olur.
Sonuç: Derin ve Kalıcı Bir Miras
Ak Hunlar dönemiyle birlikte Hindistan’da Türk varlığı zirveye ulaşır. Kök Türkler, Gazneliler, Gurlular, Delhi Türk Sultanlığı ve Babürlüler bu mirası devam ettirir. Bugün bile Pencap, Sind, Keşmir ve Afganistan’da Türk tamgaları, yer adları, gelenekler ve dil izleri yaşamaktadır.
Hindistan’daki Türk tarihi, sadece fetihlerin değil; kültür, sanat, mimari ve idari teşkilatın da tarihidir. Bu miras, iki büyük medeniyetin yüzyıllar boyunca iç içe geçtiğinin en güzel kanıtıdır.



