İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Güney Kıbrıs ve Yunanistan liderleriyle gerçekleştirdiği üçlü zirvenin ardından yaptığı açıklamada; özellikle Gazze’deki uluslararası askerî istikrar gücünde yer alma potansiyeli bulunan Türkiye’yi ve diğer Müslüman ülkeleri kastederek “yeniden imparatorluk hayali” kuranların bunu unutması gerektiğini ifade etti. Kendilerini savunmakta kararlı olduklarını belirten Netanyahu, böyle bir durumun asla gerçekleşmeyeceğini ileri sürerek Türk ve İslam imparatorluk birikimlerini açıkça hedef aldı. Bu sözleri okuyunca acı bir tebessüm ettim; zira bu ifadeler, Netanyahu’nun nasıl bir tarih cahili olduğunu bir kez daha tescillemiş oldu.
Netanyahu; Batı medeniyetinin kurucularının Kudüs ve Atina olduğunu iddia ederken, muhtemelen milattan önce Güney Levant bölgesinde varlık göstermiş olan Kudüs merkezli Antik İsrail Krallığı ile Antik Yunan medeniyetine atıfta bulunuyor. Görünen o ki Netanyahu da tıpkı ülkemizdeki bazı kesimler gibi tarihe ideolojik ve politize olmuş bir pencereden bakıyor. Güney Kıbrıs ve Yunanistan ile ittifakını antik tarihle meşrulaştırmaya çalışırken, Türkiye ve Müslüman ülklere yönelik karşıtlığını imparatorluk miraslarına saldırarak dile getiriyor.
Medeniyet Tasavvurunda Çifte Standart
Ülkemizde de Atina ve Roma medeniyetlerine hayranlık duyup, bu medeniyetler ile Rönesans arasında beş yüzyıl boyunca köprü işlevini görmüş Emevi-Abbasi medeniyetinden nefret eden bir kesim mevcut. Oysa bu İslam medeniyetleri, tarih sahnesinden silinmeye çalışılan antik eserleri gün ışığına çıkararak Rönesans’ın yolunu açmıştır. Diğer yanda ise “Atina ve Roma diye bir medeniyet mi var?” diyen bir zümre yer almaktadır. Bunların tamamı, bilimsel düzlemde karşılığı olmayan hurafelerdir. İmparatorlukları sadece şiddet ve sömürü odağı olarak görenler; Memlüklülere, Osmanlılara, Safevilere ve Timurlulara yönelik haksız bir tutum sergilemektedir.
Halbuki kurulan her medeniyet ve imparatorluk; savaşlarla ve kılıç gücüyle tesis edilmiştir. Mezopotamya’dan Mısır’a, Çin’den Roma’ya, Cromwell’in İngiltere’sinden Bismarck’ın Almanyası’na kadar kuruluş aşamasındaki temel vasıta hep silah olmuştur. Hatta ABD’nin kurucu babası George Washington ve köleliği kaldıran Abraham Lincoln dahi Amerikan demokrasisini inşa ederken silahlı mücadeleden beslenmişlerdir. Eğer sömürü ve savaş olmasaydı, ne Amerikan bağımsızlığı ne de bugünkü Amerikan emperyalizmi inşa edilebilirdi.
Türk Tarihinde Devletleşme ve Mücadele
Bizim tarihimizde de Hun, Göktürk, Uygur, Karahanlı ve Gazneli gibi imparatorlukların kuruluşu askerî başarılarla gerçekleşmiştir. Selçuklu Devleti’nin temelleri Dandanakan Savaşı ile atılmış; Osmanlı İmparatorluğu ise Ertuğrul, Osman ve Orhan Gazilerin uç beyliğindeki silahlı mücadeleleri neticesinde tarih sahnesine çıkmıştır. Hatta yakın tarihimizdeki anayasallaşma süreçleri, Meşrutiyet ilanları ve 31 Mart Vakası gibi dönüm noktalarında hep askerî ve siyasi mücadeleler belirleyici olmuştur. Çanakkale’de ve İstiklal Harbi’nde verilen “kıran kırana” mücadeleler, bugün sahip olduğumuz devlet yapısının temelini oluşturmuştur.
Ne yazık ki tüm bu tarihsel gerçeklikler görmezden gelinerek, geçmiş üzerinden düşmanlıklar üretilmeye çalışılmaktadır. Bunun en bariz örneği, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun cehalet kokan “imparatorluk hayali” göndermesidir. Türkiye’ye ve Müslüman ülklere karşı yürüttüğü politikayı meşrulaştırmak için medeniyetler arasında ayrımcılık yapan Netanyahu, acaba kendi kökeninden haberdar mıdır?
Hazar ve Osmanlı Mirasının Yahudi Tarihindeki Rolü
Aslen Polonyalı bir Yahudi olan Netanyahu’nun ailesi, Filistin topraklarına Polonya’dan göç etmiştir. Polonya, geçmişte Lehistan olarak bir Osmanlı beldesiydi. Bugün dünyada İsrail nüfusundan fazla Yahudi ve Musevi varlığını sürdürebiliyorsa, bu durum Türklerin ve Osmanlı Devleti’nin sayesindedir. Musevilik, İsrailoğulları dışında tarihte ilk kez bir Türk devleti olan Hazar İmparatorluğu tarafından benimsenmiştir. 7. ve 8. yüzyıllarda Hazarlar, Hristiyanlık ve İslam arasında “üçüncü bir yol” olarak Museviliği seçmiş; bu inancı koruyarak Doğu Avrupa’ya taşımışlardır. Bugün Kuzeydoğu Avrupa’daki Yahudi nüfusu, Hazarların günümüze bir armağanıdır.
Aynı şekilde, 1492’de Endülüs’te zulüm gören Yahudilere kucak açan yine Osmanlı Devleti olmuştur. İspanya’dan kovulan Yahudiler, Osmanlı tebaası olarak ticaret ve diplomasi alanında muazzam bir güç kazanmışlardır. Sinyora Dona Mendes ve Yasef Nassi gibi figürler, Osmanlı sarayında danışmanlık yapacak kadar etkili olmuşlardır. Bugün ABD ve Avrupa’da siyaseti yönlendiren Yahudi lobilerinin ataları, asırlarca Osmanlı topraklarında huzur içinde yaşamış ve zenginleşmişlerdir.
Netanyahu, “imparatorluk hayali” göndermesiyle aslında kendi halkının ve inancının tarihini borçlu olduğu Türk imparatorluk mirasına dil uzatarak “baltayı taşa vurmuştur”. Netanyahu’nun meydan okuduğu bu miras, aslında atalarının bizzat tebaası olduğu ve himaye edildiği görkemli bir tarihtir.



