İslam kültüründe kent ve şehir kavramları, sadece insanların bir arada yaşadığı fiziki alanlar olmaktan çok öteye gider. Bu kavramlar, toplumsal düzenin, kültürel zenginliğin, ahlaki ilkelerin ve dini değerlerin en güçlü taşıyıcısıdır. Batı’daki ekonomik veya nüfus temelli tanımların aksine, İslam’da şehir kavramı derin bir manevi boyut içerir.
İslam’da şehir anlayışını doğru anlamak için, tıpkı diğer teolojik konularda olduğu gibi, ilk peygamber Hz. Âdem’in hayatına bakmak gerekir.
Hz. Âdem ve İlk Şehir
İslam inancına göre Hz. Âdem, ilkel bir mağara insanı değil; aksine dindar, alim ve şehirli bir peygamberdir. Yeryüzüne indirilir indirilmez tevbesi kabul edilmiş ve hemen Kâbe’yi inşa etmiştir. Yani ilk mimardır. İslam şehirlerinin merkezinde cami bulunması, bu geleneğin ta kendisidir.
Hz. Âdem aynı zamanda iktisadi düzeni de kurmuştur. Oğullarına “Kurban sunun” emri verebilmesi için mesleklerin ve ekonomik faaliyetlerin var olması gerekirdi. Dolayısıyla insanlığın başlangıcında şehir, iki temel eksen üzerine kurulmuştu: ibadethane ve pazar alanı.
Kâbe’ye “Ümmül-Büyût” yani “Evlerin Anası” denilmesi boşuna değildir. Rivayetlere göre Allah, Hz. Âdem’e “Yeryüzünde bir evim var, oraya git” buyurmuş, o da çocuklarını Kâbil’e emanet ederek hacca gitmiştir.
Hâbil ve Kâbil Olayı
Kur’an-ı Kerim’de Mâide Suresi 27-31. ayetlerde anlatılan Hâbil ile Kâbil kıssası, insanlık tarihinin ilk cinayetini ve şehirdeki düzenin bozulma riskini gösterir. Kâbil’in haset ve hırsı, kardeşini öldürmesine yol açmıştır. Bu olay, kıskançlığın ve dünya hırsının insanı nasıl felakete sürüklediğini açıkça ortaya koyar.
O dönemde insan neslinin devamı için Hz. Havva birden fazla çocuk doğuruyor, aynı batından olanlar birbirleriyle evlenemiyordu. Kâbil, kendi batınındaki kız kardeşini almak istemiş, Hâbil ise bunun şeriata aykırı olduğunu söylemiştir. Hakem olması için kurban sunma önerilmiş, Hâbil’in koçu kabul edilmiş, Kâbil’in cılız buğday demeti ise reddedilmiştir. Bu reddediş, Kâbil’i öfkelendirerek kardeş katline sürüklemiştir.
Bu kıssadan çıkarılacak en büyük ders şudur: Kıskançlık ve haset, insana her türlü kötülüğü yaptırabilir. Oysa Allah’ın nimetleri herkese yeter. Bir damla kanın bir çakıl taşına değmemesi gerekir. Şehirler, bu bilinçle inşa edilmelidir.
İslam’da Şehir Anlayışı
İslam’ın doğuşuyla ortaya çıkan şehir modeli, insanın temel haklarını (can, din, akıl, mal, nesil emniyeti) koruyan, adalet ve kardeşlik temelli bir yapıdır.
Kur’an’da şehir için kullanılan kelimeler:
- Medine: Düzenli toplum hayatı, hukuk ve yönetim merkezi
- Karye: Genellikle köy veya küçük yerleşim
- Belde: Kutsal ve güvenli alan (örneğin “Belde-i Emin” olarak Mekke)
Medine, İslam şehir anlayışının en somut örneğidir. Hz. Peygamber’in hicretle kurduğu Medine, sadece bir yer değil, medeniyet kavramının da kaynağıdır. “Medenî” şehirli, “medeniyet” ise hukuka ve ahlaka dayalı yüksek kültür demektir.
Klasik İslam Şehrinin Yapısı
- Bir ev beş unsurdan oluşur: karı-koca, dede-nine, çocuklar, hizmetçiler/akrabalar ve üretim araçları
- 40 hane bir mahalledir, mahallede mescit bulunur
- Mahalleler birleşerek şehri oluşturur
- Şehir yürüme mesafesindedir
- Merkezinde cami ve çarşı/pazar vardır
- Kadı tarafından yönetilir (“Geciken adalet, adalet değildir” ilkesi geçerlidir)
- Zincirleme sorumluluk sistemi (akile) vardır
- Servet vakıflarla topluma kazandırılır
- Zarar toplumca tazmin edilir, kâr bireysel kalmaz
İslam şehrinde sınıf yoktur. Batı’daki “city” kavramı ise katedral merkezli ve sınıflı bir yapıdır.
Kent ve Şehir Arasındaki Fark
Türkçe’de “kent” Soğdca kökenli bir kelimedir ve eski metinlerde köy/kasaba anlamında kullanılmıştır. Modern dönemde ise Batı’dan gelen “city” kavramıyla eş anlamlı hale gelmiştir.
Batı’da kent, katedral varsa kenttir ve citizen (vatandaş) kavramı buradan çıkar. İslam’da ise şehir, cami merkezlidir ve vatandaş değil, kardeşlik esastır.
İslam şehirleri hayrat çeşmeleri, sebiller, imarethanelerle doluydu. Günümüzde Müslümanlar hızla kentleşirken, bu ruh nerede?
Sonuç olarak, İslam’da şehir sadece beton ve yol değildir. İbadet, adalet, ilim, kardeşlik ve ahlakın iç içe geçtiği, insanı kemale erdiren bir medeniyet alanıdır. İslam medeniyeti, özünde bir “şehir medeniyeti”dir.



