Dünya genelinde son dönemde yaşanan olaylar, insanlık tarihinin en ilginç sayfalarını yazmaya devam ediyor. Gazze’de devam eden acı dolu süreçlerin yarattığı derin yara, bir zamanlar Haçlı Seferleri’nin mimarı olan, skolastik düşüncenin ve dini fanatizmin egemenliğinde boğuşan Avrupa kıtasında İslam’a yönelişlerin beklenmedik bir ivmeyle yükseldiği bir dönemi tetikledi. Öyle ki İngiltere’de yeni doğan bebeklere en sık verilen isim “Muhammed” olarak kayıtlara geçti. Üstelik nüfusun büyük kısmı ateist ya da Protestan inancına sahip olan serin İskandinav ülkelerinde bile İslam, adeta bir bahar güneşi gibi parlayarak o toprakları manevi bir sıcaklıkla doldurmaya başladı. Avrupa’da durumlar bu yönde ilerlerken, Uzak Doğu’da da benzer şekilde dikkat çekici değişimler gözlemleniyor.
Japonya’da da son yıllarda en hızlı kabul gören inanç sistemi olarak İslam’ın öne çıktığı giderek netleşiyor. Uzak Doğu’nun bu ada devleti, coğrafi olarak izole bir konumda yer alması ve kara yoluyla herhangi bir etkileşimden uzak kalması nedeniyle, geleneksel olarak dini yayılmaların pek rastlanmadığı bir yer. Buna rağmen, belirgin bir İslamî davet etkinliği bile olmadan Japon halkı, sel gibi İslam’a akın ediyor. Uzun yıllardır “Doğan Güneşin Toprakları” diye bilinen Japonya, artık İslam ışığının yeniden doğduğu bir coğrafya konumuna evrildi.

İslamî davet çalışmaları olmadan sanki bir “İslam Rönesansı”nın filizlendiği bu Uzak Doğu ülkesinden söz ederken, Japonya’nın pek fazla gündeme gelmeyen tarihi bir sırrına da değinmek yerinde olur. Her ne kadar yaygın bilinmese de, 16. ve 17. yüzyıllarda büyük toplumsal ve siyasi sarsıntılarla dolu bir evreden geçen Japonya’ya, 1542’de Portekizli denizcilerin ayak basmasıyla ve 1549’da Aziz Francis Xavier önderliğindeki misyonerlerin gelişiyle Hristiyanlık, bu ulaşılmaz ada ülkesinde ilk kez boy gösterdi. O dönemde Japonya’nın güney kesimlerinde bazı Japon toplulukları arasında Hristiyanlığın belirli bir ölçüde benimsenmesi bir gerçek olsa da, denizciler ve misyonerler aracılığıyla beklenmedik bir hızla taraftar toplayan Hristiyanlık karşısında hayrete düşen Toyotomi Hideyoshi ve Tokugawa Ieyasu gibi etkili liderlerin tepkisiyle yayılma şansı sınırlı kaldı ve köklü bir dönüşüme uğradı. 1614’e varıldığında Tokugawa Şogunluğu, misyonerleri tutuklayıp hapse atmak veya ülkeden kovmak, kiliseleri yakmak gibi eylemler dahil, Hristiyanlığın ülkede varlığını silmeye yönelik kitlesel bir yok etme kampanyası başlattı ve geniş çaplı yasaklar getirdi.

Nitekim 27 Ocak 1614’te Japon yetkililerce devreye sokulan bu yaklaşım, 1850’lere dek Japon toplumunu dış dünyaya kapalı bir yapıya dönüştürmeyi amaçlayan izolasyon stratejisi olarak devam etti.
1620’lere gelindiğinde Hristiyanlığa karşı Japonya’daki baskı önlemleri iyice sertleşti ve bu inancı sürdürmeye çalışanlar ağır cezalarla yüzleşti. Bu durum, Hristiyan topluluklarında inanç uğruna şehit düşenlerin sayısını muazzam bir seviyeye çıkardı.

Hristiyan unsurların da katıldığı Tokugawa yönetimine karşı patlak veren Shimabara Ayaklanması, tam anlamıyla yasakçı rejime karşı bir direniş simgesi haline geldi.

Günümüzde Japonya’daki dini aidiyet oranları yaklaşık yüzde 46 Budizm ve yüzde 2 Hristiyanlık şeklinde seyrederken, nüfusun yüzde 42’si herhangi bir inanca bağlı olmadığını belirtiyor. Bu sakin Uzak Doğu ülkesinde ise İslam rüzgarı şiddetlenerek esiyor ve her yıl on binlerce Japon, aceleci adımlarla İslam’ı kucaklıyor.

Özetle, misyonerlerin yoğun gayretlerine karşın Hristiyanlığa kapılarını ardına kadar açmayan Japonya, tek bir somut davet çalışması olmadan İslam nuru önünde eriyip gidiyor ve Japon toplumunun her bireyi bugün İslam’la onurlandırılıyor.

Kurak ve yakıcı iklimin yanı sıra şirk ve inkârın yarattığı bir cehennem ortamına serin bir esinti gibi inen İslam nuru, günümüzde Uzak Doğu’da şafağın söktüğü Japonya’ya ve Avrupa’nın buz gibi bölgelerine dek tüm yeryüzünü yeniden etkisi altına almaya koyuldu.
Kısaca, tarihsel olarak Hristiyan bir kıta olan Avrupa’da İslam’ın popülerleşmesi, daha önce Hristiyan misyonerlere yol vermeyen Japonya için de aynen geçerli. Yani misyonerlerin hayali Hristiyanlaştırılmış bir Japonya olsa da, gerçekler kitlesel İslam geçişlerinin yaşandığı bir Japonya’yı ortaya koydu.



