İslam Tarihi

Dârü’l-İslâm Kavramı ve Bu Kavramın Altını Dolduran Osmanlı İmparatorluğu Gerçeği

İslâm hukuk ve siyaset düşüncesinde kullanılan temel bir kavram olan Dârü’l-İslâm’ın (دارالإسلام) kelime anlamı “İslâm yurdu, İslâm ülkesi” demektir. Buradaki dâr, “yurt, ülke, toprak” anlamında; İslâm ise Müslümanların hâkim olduğu, İslâm hukukunun uygulandığı düzeni ifade eder.

Yani Dârü’l-İslâm demek, aslında İslâm hukukunun hâkim olduğu, Müslümanların dinlerini özgürce yaşadığı, İslâm devlet otoritesinin geçerli bulunduğu coğrafyalar demektir. Bu kavram genellikle Dârü’l-Harb (İslâm’ın hâkim olmadığı, düşman kabul edilen bölgeler) ve bazı fakihlerde Dârü’s-Sulh / Dârü’l-Ahd (Müslümanlarla barış antlaşması yapılmış bölgeler) ile karşılaştırılarak açıklanır.

Hanefî fakihleri özellikle “Dâr” kavramını İslâm hukukunun uygulanıp uygulanmadığına göre tanımlamıştır.

Ve bir yere Dârü’l-İslâm denebilmesi için klasik anlayışta şu şartlar aranır:

İslâm hâkimiyeti ve otoritesinin bulunması (siyasi ve hukuki egemenlik Müslümanlara aittir).

İslâm şeriatının uygulanması (hukuk, adalet, cezalar, muameleler).

Müslümanların güven içinde yaşayabilmesi.

Tarihsel önemi:

İlk dönem İslâm fetihleriyle birlikte Müslümanların hâkim olduğu bölgeler Dârü’l-İslâm sayılmıştır.

Osmanlı’da da bu kavram uluslararası ilişkilerde ve hukukî düzenlemelerde önemliydi.

Zamanla modern ulus-devlet düzeninde bu ayrım büyük ölçüde işlevini yitirse de, kavram hâlâ İslâm hukuk literatüründe ve İslâm tarihi çalışmalarında kullanılır.

Bu arada biraz evvel Osmanlı demişken şu gerçeği de göz ardı etmemek lazım gelir ki o gerçek de Osmanlı’nın gerileyip çökmesinin Dârü’l-İslâm’ın birçok kesiminde aşikâr olan bir boşluk oluşturmuş olduğu gerçeğidir. Zira Âlem-i İslâm, 1517’de hilafet Osmanlılara geçmesinden başlayarak Osmanlı’nın gerileyip çökmesine kadar hep Osmanlı’ya güvenmiş, ona bel bağlamıştı ki şu vereceğimiz birkaç örnek, tezimizi kanıtlar niteliktedir:

Birinci olarak Güney Asya’daki Avrupa sömürgeciliğine karşı yaklaşık dört yüz yıl mücadele eden Açe Devleti’nin sultanları, başlangıçta Portekiz ve İspanya, daha sonra da Hollanda sömürgeciliğine karşı hilâfet merkezi olan Osmanlı Devleti’nden yardım ve tebaiyet talep etmişlerdir. Bu talepler üzerine XVI. yüzyılda II. Selim gerekli yardım emrini ve tebaiyet belgesini verdi. XIX. yüzyılda ise bu belgeyi Sultan Abdülmecid yeniledi. Osmanlı Devleti’nin Güney Asya’daki en uzak hâkimiyet alanı olan Açe, Osmanlı dışında hiçbir ülkenin hâkimiyetini kabul etmedi ve Hollanda’ya karşı bu ülkenin sömürge tarihinin en uzun ve çetin savaşını verdi. Osmanlı Devleti de hilâfetin dinî-siyasî nüfuzunu ve tebaiyet belgesinin verdiği hak ve sorumlulukları devrin siyasî konjonktürü içinde gücü nispetinde kullandı. Bu çalışmada Açe halkı ile Türkler arasındaki gönül ve kültür bağını gösteren tarihî zemin üzerinde duruldu.

Yine bir diğer örnek verecek olursak Hindistan Müslümanları ve Osmanlı Devleti arasındaki ilişkilere göz atmak gerekir. İstanbul’un fethiyle başlayan ilişkiler, hilafetin Osmanlı’ya geçişi ile artmıştır. Portekiz emperyalizmi gözünü Hindistan’a diktiğinde Hintli Müslümanlar Osmanlı’dan yardım istemiştir. Hindistan’a yerleşen Portekizlileri atmak için birkaç kez Piri Reis ve Seydi Ali Reis gibi kaptanların kontrolünde sonraki yıllarda da sefer düzenleyen Osmanlılar bazı olumsuz gelişmeler nedeniyle Hint Deniz Seferlerinde başarısız olmuştur. Osmanlı Devleti açısından yaşanan bu olumsuzluk Hindistan Müslümanları açısından bir noktada olumlu değerlendirilebilecek sürece gebe kalmış; yardım sürecinde Halifenin maddi-manevi desteğinin, Hindistan Müslümanlarını Osmanlı Devleti’ne daha çok bağladığı görülmüştür. Hindistan Müslümanları Portekiz tehdidi ve karşılaştıkları diğer kötülükler karşısında Osmanlıları, sığındıkları tek liman ve yıkılmaz bir duvar gibi arkalarında hissetmişlerdir.

Osmanlı Devleti ile Hindistan Müslümanları arasındaki bu güçlü bağlar İngilizlerin Hindistan’ı işgali ile daha da kuvvetlenmiş ve güçlü bağlara dönüşmüştür.

Hindistan Müslümanları I. Dünya Savaşı’nda İngilizlerce yapılan bütün baskılara rağmen Osmanlı Devleti’ne kurşun sıkmamak için direnmiş ve bu bağlılığın bir göstergesi olarak Hindistan Hilafet Hareketi’ni oluşturmuşlardır. Giderek büyük bir halk direnişine dönüşen hareket, Mahatma Gandhi gibi toplum liderlerinin de desteğini alarak ülkede ciddi bir kamuoyu oluşmasına sebep olmuştur.

Millî Mücadele yıllarında yine TBMM ile sıcak ilişkiler geliştirilen Hintli Müslümanların yardımları mevcuttur.

Yine Hicaz’ın iç kesimlerinde Cebel-i Şammar Emirliği’ni kuran Reşidiler ve Afrika asıllı Müslümanlar da Osmanlı ile sıcak ilişkiler kurmuşlardır ki aşılmaz coğrafi mesafelere rağmen Osmanlı Devleti, dünyanın her bir köşesinde mevcut olan Müslüman topluluklarla irtibat içerisinde olmuş ve Hilafet müessesesinin her mânâda hakkını vermiştir.

İşte Dârü’l-İslâm kavramının vücut bulduğu en güzel, belki de yegane örnek Osmanlı İmparatorluğu olmuştur.

Yazar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Başa dön tuşu
Gizliliğe genel bakış

Bu web sitesi, size mümkün olan en iyi kullanıcı deneyimini sunabilmek için çerezleri kullanır. Çerez bilgileri tarayıcınızda saklanır ve web sitemize döndüğünüzde sizi tanımak ve ekibimizin web sitesinin hangi bölümlerini en ilginç ve yararlı bulduğunuzu anlamasına yardımcı olmak gibi işlevleri yerine getirir.

Detaylı bilgi için Gizlilik ve Çerez Politikamız sayfasını inceleyebilirsiniz.

Kapalı

Reklam Engelleyici Algılandı

Makale Arşivi olarak, sizlere değer katacak bilgileri sürekli araştırıyor ve en güncel makaleleri sizinle paylaşıyoruz.
Bu platformu ayakta tutan en önemli destek, reklamlardan elde edilen gelirlerdir. Reklamlarımızı, sizlere en iyi deneyimi sunmak adına, mümkün olan en az rahatsız edici şekilde yerleştirmeye özen gösteriyoruz. Sizden ricamız, bu değerli içeriği sürdürebilmemiz için reklam engelleyicinizi kapatarak bize destek olmanızdır. Desteğiniz, gelişmeleri size ulaştırmaya devam etmemize katkı sağlayacaktır.