Türkiye’de Latin alfabesinin kullanımına geçiş, 1928 yılında gerçekleştirilen Harf İnkılâbı ile resmiyet kazanmış olsa da, bu süreç sanıldığı gibi bir anda ortaya çıkmış bir yenilik değildir. Harf İnkılâbı, uzun bir tarihsel birikimin ürünü olarak değerlendirilmelidir. Bu makalede, Latin alfabesinin Türkiye’deki kullanım tarihçesini, tarihi gerçekler ışığında ve özgün bir şekilde ele alacağız.
Harf İnkılâbı Tartışmaları ve Tarihi Arka Plan
Harf İnkılâbı, Türkiye’de uzun süredir tartışma konusu olmuştur. Kimileri, bu değişimin okuma yazma oranını artırdığını ve Arap harflerinin öğrenilmesinin zorluğunu ortadan kaldırdığını savunurken, diğerleri bu inkılâbın kültürel mirasla bağları kopardığını ve toplumu geçmişinden uzaklaştırdığını iddia etmiştir. Ancak, bu tartışmaları bir kenara bırakarak, Latin alfabesinin Türkiye’deki kullanımının tarihsel sürecine odaklanalım.
Hiçbir inkılâp veya reform, bir anda ortaya çıkmaz; her biri, uzun bir tarihsel sürecin sonucunda şekillenir. Latin alfabesinin Türkiye’de kullanımı da bu kuraldan muaf değildir. Bu sürecin kökenleri, Osmanlı Devleti’nin modernleşme çabalarına kadar uzanır.
Latin Alfabesinin Osmanlı’daki İlk İzleri

Türkiye’de Latin alfabesinin ilk kullanımı, zannedildiği gibi Cumhuriyet dönemiyle başlamamıştır. Osmanlı Devleti’nin üst düzey şahsiyetleri, Latin alfabesini çok daha erken dönemlerde kullanmaya başlamıştı. Bu isimlerin başında, Polonya asıllı bir tercüman olan Âli Ufkî (Alberto Bobowski) gelir. Genç yaşta esir alınarak İstanbul’a getirilen ve Osmanlı sarayında hizmet vermeye başlayan Âli Ufkî, İslam’ı kabul ederek adını değiştirmiş ve önemli eserler kaleme almıştır. En bilinen eseri Mecmua-i Sâz ü Söz’dür.

Bu eserde, Osmanlı Türkçesiyle yazılmış şiirler ve şarkı güfteleri hem Arap harfleriyle hem de Latin alfabesiyle yer alır. Âli Ufkî, eserinin sonuna eklediği mukayeseli alfabe tablosuyla, Osmanlı Türkçesi ile Latin alfabesini karşılaştırmıştır.

Osmanlı Modernleşmesi ve Latin Alfabesi
Latin alfabesinin Osmanlı’daki kullanımı, Âli Ufkî ile sınırlı kalmaz. 18. yüzyılda, Osmanlı Devleti’nin modernleşme çabaları hız kazandığında, Latin alfabesi yeniden gündeme gelir. Bu dönemde, Avrupa ile ilişkilerin artması ve modernleşme hareketleri, Latin alfabesinin kullanımını teşvik etmiştir. Örneğin, III. Selim döneminde, Fransız tarzında kurulan Nizam-ı Cedit ordusu, modernleşme hareketlerinin bir sembolü olurken, sarayda da Fransız etkisi hissedilmeye başlamıştı.

III. Selim’in kız kardeşi Hatice Sultan, Fransız mimar Antoine Ignace Melling ile Latin alfabesine dayalı bir Türkçe ile mektuplaşmıştır. Bu yazışmalar, Osmanlı Türkçesinin Arap harfleriyle değil, Latin alfabesiyle yazıldığını gösterir. Bu durum, Osmanlı sarayında Latin alfabesinin kullanımının ne kadar yaygınlaştığını ortaya koyar.

Dağılma Devri ve Telgraf Kullanımı
Osmanlı Devleti’nin “en uzun yüzyılı” olarak bilinen Dağılma Devri’nde (1792-1922), Latin alfabesinin kullanımı daha da yaygınlaşmıştır. Özellikle telgraf iletişiminde, Latin alfabesi tercih edilmiştir. 1876 yılında Adana’dan İstanbul’a gönderilen bir telgrafta, Adana Ticaret Meclisi üyeleri, Vali Nusret Paşa’yı şikayet etmek için Latin alfabesiyle yazılmış bir metin kullanmıştır. Bu, Latin alfabesinin resmi yazışmalarda bile yer bulduğunu gösteren önemli bir örnektir.

Harf İnkılâbı: Bir Gecede mi Gerçekleşti?
Harf İnkılâbı, 1928 yılında resmi olarak hayata geçirilmiş olsa da, bu değişim bir gecede dayatılmış bir yenilik değildir. Yukarıda bahsedilen örnekler, Latin alfabesinin Osmanlı Devleti’nde yüzyıllar boyunca çeşitli alanlarda kullanıldığını göstermektedir. Harf İnkılâbı, bu uzun tarihsel sürecin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Cumhuriyetin kurucuları, bu birikimi değerlendirerek, okuma yazma oranını artırmak ve modernleşme sürecini hızlandırmak amacıyla Latin alfabesine geçişi resmi hale getirmiştir.
Sonuç
Latin alfabesinin Türkiye’deki kullanım tarihi, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan köklü bir geçmişe sahiptir. Âli Ufkî’den Hatice Sultan’a, telgraf yazışmalarından Harf İnkılâbı’na kadar uzanan bu süreç, bir anda gerçekleşen bir değişimden çok, yüzyıllara yayılan bir dönüşümün hikâyesidir. Bu tarihsel gerçekler, Harf İnkılâbı’nı daha iyi anlamamızı ve tartışmaları daha nesnel bir zeminde değerlendirmemizi sağlar.




