Bir süredir Batı dünyasının Filistin konusundaki tarihsel çizgisindeki değişim zannediyorum ki herkesin de malumudur.

Herkes Batı dünyasında Filistin’i tanıma kararı alan veyahut İsrail’in eli satırlı başcelladı Tel-Aviv canisi Netanyahu için UCM’nin çıkardığı tutuklama kararına uyan ülkelerin listesini yapmakla meşgul.
İşte…
“Belçika UCM’nin tutuklama emrini uygulayacak” diyorlar…
“Fransa, İrlanda, Slovenya, Danimarka, Hollanda, Finlandiya, İsveç, İsviçre, Portekiz, İspanya, Norveç, Litvanya, Estonya ve Lihtenştayn dahil birçok ülke tutuklama emrini yerine getirecek” diyorlar…
Hakeza Andorra, Avustralya, Kanada, Finlandiya, Fransa, İzlanda, İrlanda, Lüksemburg, Malta, Yeni Zelanda, Norveç, Portekiz, San Marino, Slovenya ve İspanya dışişleri bakanlarının açıklamaları adeta izleniyor…
En son da yıllarca, asırlarca “Üzerinde güneş batmayan ülke” olarak uluslararası kamuoyunun zikrettiği ve bu zikredilmesini de dünyanın her yerinde sömürgeleştirdiği topraklarla kendine sömürge imparatorluğu kurarak kendi ana dilini de dünyanın ortak dili yapan, Balfour Deklerasyonu’nu da şapkadan tavşan çıkarır gibi çıkararak Filistin’de bir -Yahudi Devleti- kurulması için çabalayan İngiltere’deki tavır değişikliği çok konuşuldu.
Ama Batı’nın Filistin politikalarındaki bu değişikliğin sebebini yalnızca İsrail’in kudurukluğu ve Filistinlilerin mağduriyeti üzerinden yorumlamak ve bu değişikliği sadece İsrail-Filistin başlığı ile sınırlı tutmak ne kadar doğru olacaktır? Büyük resmi görmenin zamanı gelmedi mi artık?

Öyle ya, artık İsrail-Filistin başlığı vesilesiyle dünyada dengeler değişmeye başladı ki Batı’daki tavır değişikliği de bu değişen dengelerin sonucudur. Bu değişim, sembolik bir jest değildir. Aynı zamanda İsrail-Filistin başlığı vesilesiyle yeni bir diplomatik paradigma arayışının ve değişen küresel dengelerde pozisyon belirleme işaretleridir. Ancak bunları anlayabilmek için öncelikle şu hususları tartışmak gerekir ki ancak taşlar yerine o zaman oturur ve değişen dengeleri iyi analiz edebiliriz. İşte tartışma konusu olan hususlar şunlardır:
Uluslararası hukukun ve arka arkaya alınan BM kararlarının İsrail tarafından hiç umursanmama durumu eleştirilmekle beraber enine boyuna niye çok tartışılmadı?
Onu geçtim, dünyayı çöplük sayıp kendini de bu çöplüğün efendisi olan horoz gibi gören ABD’nin tüm dünyayı karşısına almayı göze alıp İsrail’den ve Siyonistlerden fazla nasıl olup da İsrail’e ve Siyonizm’e kuyrukçuluk yaptığını ele almak neden hiç kimsenin aklına gelmez?

Öyle ya, ABD’de İslamofobinin çok kuvvetli olduğunun söylenmesi dışında bu mesele ile ilgili küçücük bir teşhis dahi konmadı.
Halbuki yapbozun tamamlanarak büyük resmin ortaya çıkması için evvela bu meseleyi enine boyuna ele almak gerekmektedir.
Öyle ki John J. Mearsheimer ve Stephen M. Walt, beraber kaleme aldıkları İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Politikası adlı kitaplarında bu mevzuyu detaylıca ele almışlar, yayınlandığı andan itibaren şiddetli eleştiriler ve güçlü övgüler almış olan bu kitaplarında, ABD’nin özellikle Orta Doğu’ya yönelik dış politikası üzerinde İsrail Lobisi’nin oynadığı belirleyici rolü derinlikli bir şekilde ele almışlardır.

ABD’nin İsrail’e verdiği muazzam maddi ve diplomatik desteğin, sadece stratejik ve ahlaki gerekçelerle açıklanamayacağını iddia eden yazarlar, Lobi’nin gevşek bireysel ve örgütsel gayretleri sonucunda, ABD dış politikasının İsrail-yanlısı bir yörüngeye oturduğu tespitini bu kitapta koyarken Lobi’nin ABD’nin –Irak, İran, Suriye, Lübnan ve İsrail-Filistin çatışması gibi– Orta Doğu meselelerinde ABD’nin uzun-dönemli tavır alışlarını etkilediğini ve uzun vadede ABD’nin ulusal çıkarlarını, müttefikleriyle ilişkilerini, dünya barışını ve hatta, uğruna uğraş verdikleri İsrail’in güvenliğini ciddi ölçüde tehlikeye soktuğunu İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Politikası adlı kitaplarında belirtiyorlar.

ABD’nin İsrail’e arka teker olma sebebini merak eden herkese bu kitabı öneriyoruz. Yani ezcümle Amerika’da Siyonist Yahudi lobisi çok kuvvetlidir ve ABD’nin dış politikasını, hatta İsrail karşıtları için ABD’yi cehenneme çevirebilecek kadar etki sahibidirler.

Siyonist lobi sadece Amerika’nın dış politikasını etkisi altına almakla yetinmemekte, aynı zamanda Hristiyan evanjelikleri de etkisini altına almaktadırlar. Hristiyan evanjeliklere göre İncil’deki kehanetin İsrail’in doğuşuyla aynı anlama geldiği düşüncesi ciddi anlamda desteklenmektedir.

Siyonist Yahudi lobisinin uğraşları sayesinde ABD, İsrail’e adeta hizmetkar olurken aynı şekilde İsrail’in uluslararası ilişkilerde ABD’ye doyurucu bir destek verdiğini söylemek ise çok güçtür.

Hatta öyle ki İsrail, ABD’nin düşman olarak gördüğü devletlerle daha dirsek teması bile yapmaktadır. Nitekim İsrail, hiçbir zaman Rusya ve Putin ile düşmanca bir tavır içinde olmadı ve İsrail’in savaşta Rusya’ya karşı kullanması için Ukrayna’ya silah satmamakta direndiği ve Çin’le ticari ilişkilerini de sessiz sedasız geliştirip pek çok alanda Çin’le ortak projeler geliştirdiği vakıadır. Öyle ki hatırlanacak olursa ABD hükümetinin 2004 yılında İsrail’den, İsrail Havacılık ve Uzay Sanayii’nin on yıl önce Çin’e sattığı Harpy füze sistemini geliştirme taahhüdünden vazgeçmesini istemesine rağmen İsrailli yetkililer, füze sisteminin Amerikan teknolojisi içerdiğini inkar ederek Çin’e verdiği sözleşmesel taahhütleri yerine getirdi.

1992 yılı itibariyle İsrail ile ticari ve diplomatik ilişkiler başlatan Çin, 2000’li yıllarda geliştirdiği ticari ve teknolojik işbirliğiyle İsrail’in en büyük iki ticari ortağından biri hâline gelmişti. Devlet destekli Çinli firmaların İsrail’de yapmış oldukları yatırımlar ve aldıkları projelerden bazıları şunlardı:
- Şangay Uluslararası Liman İşletmeleri ‘’SIPG’’nin, İsrail Hayfa Limanı’nın modernizasyonu ve 2021 itibariyle 25 yıllık süreyle işletilmesi
- Tel Aviv – Kudüs hızlı tren projesi
- Ölü Deniz su arıtma ve seviye arttırma projeleri
- Eliyat – Hayfa, Eliyat – Aşdod ticari demiryolu nakil hattı projesi
- Tel Aviv şehri ve çevresinde hafif raylı sistem inşâ projesi
- Otoyol yapım projeleri
- Aşdod şehri liman inşâsı ve işletme projesi
Bu projelerin yanında, yapay zekâ, siber güvenlik, biyoteknoloji, startup, Ar-ge çalışmaları, ileri teknoloji üreten firmalara yapılan yatırımlar, lojistik, tarım, gıda, tarım kimyasalları, tarım teknolojileri ve sair alanlarda işbirlikleri kurulmuştu.

1990’lı yıllardan itibaren Çin, İsrail’in en büyük ticaret ortaklarından biri olmuştu. Çin aynı zamanda İsrail ihracatının en büyük alıcısıydı.
“Kuşak ve Yol Projesi” bağlamında İsrail, Çin’in Akdeniz’e açılan kapısı konumundaydı ve Çin için İsrail limanları kritik öneme sahipti. Bu öneme sahip limanlardan biri de, işletme haklarını Çinli firmaların aldığı Yunanistan’daki Pire Limanıydı. Çinli şirketler üzerinden işletmesi alınan limanlar vasıtasıyla Çin, Hint Okyanusu’ndan Süveyş Kanalı’na ve Avrupa’ya uzanan deniz ticaret yollarını kontrol altına alarak bölgesel pazarlara erişimi güvence altına alıyor ve büyük bir avantaj elde etmiş oluyordu.
1965’te Filistin Kurtuluş Örgütü FKÖ’ye Pekin’de ofis açarak diplomatik tanıma sağlayan ilk devletlerden biri olan Çin, 1988 yılında Filistin Devleti’ni tanımış, El-Fetih’e silah tedarik etmiş ve her fırsatta Filistin’e yaptığı yardımlarla “iki devletli çözüme” olan desteğini yinelemesi ve aynı zamanda son yıllarda İsrail’le olan diplomatik ve ticari ilişkileriyle iki taraflı bir denge politikası izliyordu.
Fakat son yıllarda İsrail ile Çin arasındaki ilişkiler dengesi bağlamında önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Bunun başlangıcı ise şüphesiz 1980’lerde Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a müdahalesiyle mümkün olabildi. O süreçte iki ülke de bu müdahaleyi işgal olarak gördü ve Afganistan’daki Sovyet istilasına karşı aynı çizgide buluştu. Ayrıca İsrail ve Çin arasında akademisyenler, uzmanlar, iş insanları ve askerlerden oluşan bir dizi ziyaret gerçekleşti.
Deng Xiaoping’in 1978’de ülkenin lideri olması ve piyasa reformlarına ve yabancı yatırıma izin vermesiyle Çin’e kapılar ciddi anlamda açıldı.

Bu değişikliklerden ilk yararlananlardan biri, ailesi Şanghay’a yerleşip II. Dünya Savaşı sırasında Çin’e sığınan 20.000 Yahudi arasında yer alan Shaul Eisenberg’di.

Eisenberg, 1979’da İsrail savunma sanayi liderlerinin Çinli mevkidaşlarıyla gizli bir görüşme yapmasını sağladı ve bu da kazançlı silah anlaşmalarına yol açtı. Sovyet emellerini engelleme konusunda ortak bir Amerikan-Çin çıkarı olması nedeniyle, ABD, İsrail-Çin iş birliğini sessizce destekledi. Geleneksel Arap müttefiklerini kızdırmak istemediği için, ilişki büyük ölçüde gözlerden uzak kaldı.
İsrailliler 1991’de Madrid’de Filistinlilerle masaya oturduğunda ve Sovyetler Birliği çöktüğünde, yeni bir zorluk ortaya çıktı: Amerika Birleşik Devletleri artık İsrail’in Çin’e ileri teknoloji aktarmasına izin vermekle ilgilenmiyordu. Clinton başkanlığı döneminde Çin ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ilişkiler gerginleşince, Amerikalılar 2000 yılında İsrail hükümetini Çin’e dört adet Phalcon hava erken uyarı ve gözetleme sistemi satışı için yapılan 1 milyar dolarlık anlaşmayı iptal etmeye zorladı. Çin öfkelendi, ancak pragmatik liderler soğukkanlılığını korudu. İsrail’in ileri teknolojisi 2000’lerde kendini göstermeye başlayınca, iki ülke arasındaki ticaret üç katına çıktı.
Belirleyici değişim, Batı ekonomilerinin 2008’de çökmesinin ardından gerçekleşti. Çin, 2010 yılında inovasyonu ekonomisinin yeni motoru haline getirme niyetini açıkladı ve İsrailli politikacılar ve işadamları, ülkelerinin ekonomik geleceğini yeniden yönlendirmenin zamanının geldiği sonucuna vardılar.
Bu dönüşüm üç örnekle açıklanabilir: Eylül 2011’de Çin-İsrail Küresel Ağı ve Akademik Liderlik (SIGNAL), İsrail’de ilk Çin-İsrail Strateji ve Güvenlik Sempozyumu’na ev sahipliği yaptı. SIGNAL, Çin üniversitelerinde beş İsrail çalışmaları programı kurdu (bugün 11 program mevcut) ve 2013 yılında İsrail Teknoloji Enstitüsü Technion, ülkenin en kalabalık eyaleti olan Guangdong’daki Shantou Üniversitesi’nde bir kampüs açacağını duyurdu. İsrail, Çinli öğrencilere İsrail’de bilim ve teknoloji eğitimi almaları için yüzlerce burs ayırdı.
Ayrıca Çin’in genel dış ekonomik politikasına uygun olarak kurulan Asya Altyapı Yatırım Bankası’nın 51 kurucu üyesinden birinin de halihazırda İsrail olduğunu da eklemekte fayda var.
Son yıllarda İsrail ile Çin arasındaki ilişkiler dengesi bağlamında yaşanan gelişmeler öyle bir boyuta ulaştı ki, Çin ile İsrail arasındaki vizeler bile kaldırıldı.
Sonuç ortada, Çin’in İsrail’e doğrudan yatırımı neredeyse üç katına çıkarak milyar dolarları aşmış durumda ve yakın bir gelecekte Çin’in, İsrail’in en büyük yabancı yatırım kaynağı olarak yakında Amerika Birleşik Devletleri’ni geride bırakması bekleniyor.
İsrail’in alttan alttan Çin’le flört edip ABD’yi ve Batı’yı dengelemesi Atlantik Bloku’nu rahatsız etmiş olacak ki ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo 13 Mayıs 2020 tarihinde gerçekleştirdiği İsrail ziyareti sonrasında yaptığı açıklamalarda; “Biz, Çin Komünist Partisi’nin İsrail’in altyapı ve iletişim ağlarına erişmesini istemiyoruz. Bu tarz şeyler İsraillileri ve ABD’nin İsrail ile olan işbirliği kapasitesini tehlikeye atmaktadır.” diyerek İsrail-Çin yakınlaşmasının sonlandırılması için açık bir uyarı yapmıştı.
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun yaptığı bu ikazdan 4 gün sonra, Çin’in Tel Aviv Büyükelçisi Du Wei konutunda ölü olarak bulunacaktı. Oldukça manidar olan bu ölüm, anlayan için çok açık bir mesajdı.
Fakat bütün bunlar, İsrail’in kendine has esnek tavırlarını değiştirmeye kâfi olmadı. Bir de üstüne üstlük Amerika’daki Yahudi lobisi, Amerika’dan sonu gelmez ve kabul edilmesi zor isteklerde bulunmaya, her şeyde İsrail kuyrukçuluğu yapmaya zorlamayı sürdürüyorlar ki bu gidişat şüphesiz Amerika’nın dünya egemenliğinin sonunu getirir ve Amerika için bir intihar olur.
An itibarıyla ABD, tıpkı son yılların halef-selef başkanları Joe Biden ve Donald Trump gibi hala güçlü görünmeye çabalasa da yaşı geçkin bir veteran takımı gibi.
Zira işbirliği ve ticaret kozunu kullanarak Siyonist İsrail’le dahi alttan alta kavak yelleri yaşayacak kadar nüfuzunu genişleten ve partnerlerini artıran Çin’e karşılık hala kaba kuvvetle, zor kullanarak, vergi artışına giderek günü kurtarmaya çalışan bir ABD gerçeği var önümüzde.
Hem de en güçsüz, ekonomisi ve altyapısı bitikken.
Tüm bu bedbaht vaziyetine karşın geri adım da atamıyor.
Gerçi ABD’de vaziyet bu da, AB’de çok mu farklı?
Onlarda da manzara çok farklı bir durumda değil. ABD’ye güvenip Rusya’ya diklenmek Avrupa için pahalıya mal olacağa benziyor. ABD’ye güvenip Ukrayna’yı o kadar pohpohlamalarına rağmen şimdi Ukrayna’yı ABD’siz savunamayacak durumdalar ve Rusya’yla restleşme sonrası yaşanan enerji sorununa ek olarak Rusya’nın Ukrayna’yla da yetinmeyip başka Avrupa ülkelerine de meydan okumasından korkuyorlar.
Üstad Mehmed Âkif’in kaleme aldığı İstiklâl Marşı’ndaki dizelerinde “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” olarak tasvir ettiği Garp Cephesi’ndeki son durum aynen böyle. Amerika’sından Avrupa’sında “Tek dişi kalmış canavar”lık bir durum hâkim.
Bir de İsrail Çin ve Rusya ile ilişkiler bağlamında Garp Cephesi’nden bağımsız biçimde kendi diplomatik yolunu çizmeye çalışınca artık İsrail, Atlantik Bloku’nun ileri karakolundan ziyade Atlantik Bloku’nun ayağına bağlanmış, dolanmış bir taşa dönüşmüştür.
İsrail Gazze’nin altını üstüne getirirken her türlü askeri mühimmatı ve yardımı Siyonist rejime yapan Batı, geçen zaman zarfında, ─muhtemeldir ki─ Batılı dostlarının tahayyüllerinin ötesinde bir gelişme kaydedip Soğuk Savaş yıllarında olduğu gibi, bir -ileri karakol- gibi davranmayarak artık “yardımcı oyuncu” rolünden sıyrılıp Batı’nın düşmanları olan Rusya ve Çin’le ilişkilerini sıklaştırdıkça işin rengi değişmeye başladı.
İsrail’in artık Atlantik Bloku’nun ileri karakolundan ziyade Atlantik Bloku’nun ayağına bağlanmış, dolanmış bir taşa dönüştüğünü anlayan Batı, gelecekte İsrail’in kendisine yeni efendiler arayacağını ve buna binaen Siyonist çevrelerin sermayelerini Çin’e, -Hindistan da alternatif ülkeler arasında- taşıyacağını sezmeye başladı. Böyle bir durumda jeopolitik fay kırılmaları yaşanacak ve dünyanın jandarmalığı Batı’dan Doğu’ya kayacak ki an itibarıyla dünyanın gidişatı o yönde.
Kısacası yüzyıllardır Doğu’dan Batı’ya doğru akan nehir artık yön değiştirmiş gibi gözüküyor. Artık akış tersine dönüp Batı’dan Doğu’ya doğru gerçekleşiyor. Tabi ki Siyonist baronların da bu gerçeği görmemiş olmaları düşünülemez.
Öyle ya, artık dünyanın yeni jandarması olmaya hazırlanan Çin, Yahudi sermayesi ve Siyonist gruplar da dahil olmak üzere küresel ilgiyi üzerine çekmektedir. Tıpkı ABD’de olduğu gibi Yahudi sermayesi küresel güç olan Çin’de kendine bir yer edinmeye çalışıyor. Böylelikle Çin’in gelecek yüzyıllarında ülkenin kritik noktalarında yer edinerek ülkede söz sahibi bir grup oluşturmayı hedeflemektedir.
Tarihsel olarak, Song Hanedanlığı (MS. 960-1279) döneminde Çin’e yerleşen Kaifeng Yahudileri gibi dikkate değer istisnalar dışında, Yahudi toplulukları Çin’de minimum düzeyde varlığa sahip olmuşlardır. 20. yüzyılda Şangay, Holokost’tan kaçan Yahudiler için bir sığınak haline gelmiş ve bu da şehirde geçici ama önemli bir Yahudi varlığına yol açmıştı. Ancak bugün Çin’deki Yahudi cemaati Avrupa, Rusya, Amerika ve İsrail’dekilerle karşılaştırıldığında nispeten küçük kalsa da bu durum yakın gelecekte büyük değişmelere gebe bir vaziyettedir. Zira dünyanın jandarmalığı başta Çin olmak üzere Doğu’ya tamamıyla geçince o vakit küresel Siyonizm, gelecekte dünyaya jandarmalık yapacak Çin’in gelecek yüzyıllarında kendine yer bulmak için dünya Yahudilerinin Çin’e göçünü teşvik edecektir.

Bütün bunlar olurken de bugün Çin’deki mevcut Yahudi cemaatinin özgül ağırlığı gelecekte artarak Çin’in konumuna ve dış politikasına etki yapacak bir duruma gelecektir. Bütün bunlar olurken de küresel Siyonizm’in Batı ile işi biteceği için Garp Cephesi’ni terk edecek ve Atlantik Bloku bütün küresel ağırlıklarını tamamen kaybederek balon gibi söneceklerdir.
Çin’in İsrail için yeni partner adayı olduğuna delil göstermek hususunda önemli bir kalemin, Abil Babaoğlu isminde bir yazarın kaleme aldığı bir yazıyı, asla virgülüne dahi dokunmamak kaydıyla referans gösterirsem galiba daha kuvvetli bir kanıt göstermiş olurum. 24 Nisan 2025 tarihli Barın Ajans’ta Yazar Abil Babaoğlu “Günümüzde, Türkiye İsrail savaşı bir tek Gazze’de ve Suriye’de gitmiyor” başlıklı yazısında şöyle diyor:
“Günümüzde, Türkiye İsrail savaşı bir tek Gazze’de ve Suriye’de gitmiyor.Boş hayaller ve bu hayaller uğrunda katliamlar yapan terör devleti İsrail hem Batıdan (GKRY ve Yunanistan; hem de Doğudan (İran) Türkiye’yi kuşatmak istiyor. Son günler Urmuda baş verenler İsrail’in Türkiye’ye karşı davalının bariz göstergesidir.Urmuda olanlara bir tek Kürt Türk yerleşim çekişmesi gibi bakmak,değerlendirmek bizleri esas düşmandan yayındırır. Bu gün Urmuda olanlar Musulda,Kerkük’te,Erbil’de,Iğdırda olanların devamıdır.….Bütün bunların arkasında İsrail’in PKK maskesi altında Gazze’den Azerbaycan’ın kadim şehri Genceye kadar bir siyonist şerit oluşturma siyaseti duruyor.Bu oluşturulmak istenilen şerit ise Türk Birliğine karşı,Türk Gücüne karşı bir yeni güç olarak planlanılıyorŞimdi biz Türkler ya Urmu’dan Zengezur’a İrevan’a Tebriz’e gideceğiz .Sonra ise büyük Türk Birliğine doğru önemli adımlar atacağız.Ya da İsrail PKK nın eliyle Tebriz’e Gence’ye gidecek!Urmuya uzanan elin kolu vücudu beyni İsraildir. Bu İngiliz p… devlet Türkiyeyi kuşatmak,Türkleri bölmek için her vasıtaya el atıyor.Bugün Türkistan devletlerinin AB ile yeni ilişkilerinin kurulmasında ,bu devletlerin Türk düşmanı GKRY tanımasının de arkasında AB değil,İsrail ve Çin vardır!Bu gün Globalçıların büyük yatırım yaptıkları Çin gizli gizli siyonizmle iş birliğindedir Trump Amerika’sının borç batağına sokarak ölümüne fetva veren siyonizmin yeni askeri Çin adaydır.Büyüyen Çin ise Türk dünyasının ezeli ve gelecekteki en büyük düşmanıdır.İsrail ise tarihte mevcudiyetinin devamı için Çin gibi müttefike ve ona askerlik yapacak olan bir PKK devletine ihtiyacı vardır.”
Bu tanımadığım yazarın sözlerine bir şey de ben katayım:
İsrail yakın bir gelecekte kendine efendi olacak yeni emperyalist güç olarak Çin’i seçecektir ki işte o vakit Siyonist baronların desteğini de almış bir Çin Doğu Türkistan’da ortaya koyduğu İslâm düşmanlığını bütün dünyada ortaya koymaya başlayacaktır ki tarihsel olarak eski Çin İmparatorluğu’nun Abbasilere karşı vaktiyle aldığı Talas hezimetinin öcünü alırcasına tüm İslâm alemine Doğu Türkistan zulmünün kat be kat fazlasını yapacak olan ve Siyonistlerle bir olup Müslümanlara karşı açıkça askeri bir güç ortaya koyarak bütün Müslümanları yeryüzünden silmek, yok etmek isteyen bir Çin hakikati önümüze çıkacaktır.

Bütün bu yakın gelecekte yaşanacaklara işaret etmişken küresel Siyonizm’in, gelecekte dünyaya jandarmalık yapacak Çin’in gelecek yüzyıllarında kendine yer bulmak için dünya Yahudilerinin Çin’e göçünü teşvik edecek olmasına da ayrı bir parantez açmak isterim ki bu belirttiğim hususun göstergeleri de sahada görülmeye başlandı.
Zira Eski 🇮🇱Mossad ajanı ve Elon Musk’ın da önünde hazır olda durduğu Siyonist Gad Saad’ın bir Tweet’ini takdirinize sunarım:
“Ey Yahudiler. Çince öğrenin. 20 yıl içinde Yahudiler için en güvenli yer Çin olacak. Umulur ki Çin, oraya yerleşmemize izin verir.”

Yıllarca ÇKP rejiminin her türlü dini kitaba yasak koyduğu, katı bir ateist düzeni yürütegeldiği Çin’deki bütün uluslararası otellerin baş köşelerinde artık Tevrat’ın bulundurulduğunu da küresel dengelerin yazımızın başlığında da belirttiğimiz gibi İsrail-Filistin başlığı vesilesiyle değişmeye başladığı şu süreçte ısrarla belirtmekte büyük fayda görmekteyim.
Ezcümle Siyonistlerin tarihsel olarak gözdesi İngilizler ve Amerikalılar olmak üzere Atlantik Bloku olmuşken gelecekte de Çinliler başta olmak üzere Doğulu süper güçler olacaktır.
Siyonizm’in ilgisini Batı’dan Doğu’ya doğru kaydırmaya başladığı şu dönemeçte Batı Bloku da iplerin ellerinden kaydığını görünce yıllar evvel Yahudilerce işgaline kayıtsız kaldığı, hatta desteklediği Filistin’i yıllar sonra hatırladı. Filistinlilerin vatanlarının zorla gasp edilerek Siyonistlerce alındığıyla, bu süreçte kendilerine çok acılar çektirildiğiyle ve buna kendilerinin de İsrail’i semzirerek katkı sundukları hakikatiyle yüzleşmeye başlayan bir Batı gerçeği gözümüzün önündedir.
Bir de üstüne üstlük İsrail, Soğuk Savaş yıllarında olduğu gibi Batı’nın ileri karakolu olmaktan çıkıp Batı’ya kafa tutan güçlerle iş pişirmeye başlayınca Batı da buna Filistin’le ilgili politika değişikliğine gitmekle mukabele etmeye başladı. Yani Batı’nın Filistin tavrındaki değişikliği dengelerin Doğu’ya kaymasından ve İsrail’in Doğu’ya göz kırpmasından ayrı düşünülemez.
Uzun lafın kısası Filistin konusu vesilesiyle dünyada dengeler değişiyor. Bu büyük resmi görmek lazım.
Şimdilik bu kadar.
Selâm ve duâ ile…
Makaleye Yorum Yaz Rastgele Makale Getir
Makale Arşivi sitesinden daha fazla şey keşfedin
En son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için ücretsiz abone olun.