Mektup

Özbek Mektupları – Semerkant’tan Anadolu’ya

Semerkant’tan Anadolu’ya

Semerkant’tan Anadolu’ya kim bilir kaç kervan düzüldü. Kaç yolcu bu uzun mesafeyi göze alıp demirden asasını alıp çelikten çarığını giyip bu yollara düştü. Bugün uçakla 3300 kilometre, tırlarla ise 5200 kilometre olan bu uzun yolculuğa çıkan yolcuların kim bilir kaçı bu yolculuğu tamamlayabildi.

Buhara’dan Anadolu’ya gelen din bilginlerinin isimlerine tarihi kayıtlarda rastlarız. Yakın çağlara kadar din bilimleri merkeziydi. İslam düşünürlerinden Nakşibendîlik tarikatının kurucusu Bahaeddin Nakşibendî ve İmam Buhari bu topraklarda yatmaktadır.

Yıldırım Beyazıt’ın damadı Emir Sultan bu topraklardan Anadolu’ya gelmiştir. Yıldırım Beyazıt devrinde Davut Dede Seyyit Behlül ve Ali Mest Edhemi ile beraber Bursa’ya gelirler. Seyyit soyundan olduğu söylenen Emir Sultan’ın sohbet arkadaşları olan ve “kuzularım” dediği üç zatın Buhara’dan geldiklerini ve kurdukları tekkede Bursa’daki ipek dokumacılığı başlattıklarını biliyor musunuz?

Makale Devam Ediyor

Dedik ya kim bilir kimler geldiler asırlar boyunca. İzleri aransa ne öyküler çıkar, kim bilir? Bir, iki öykü de ben aktarayım istedim.

İlimizin dağ ilçelerine hiç gitmemiştim. Denizli, Uşak taraflarında işim olduğunda Bozüyük yolunu kullanır, oradan Kütahya’ya iner ve Uşak’a Dumlupınar üzerinden giderdim. Bu tenha yollarda tarihi koklardım.        

Büyük taarruzdaki en şiddetli çatışmalara sahne olmuş bu topraklarda yatan şehitleri anıp, ruhları için dua eder, anıları için dikilmiş anıtlara bakıp, yol tabelalarını okurdum. Kocatepe, Çiyiltepe, Reşattepe… Sonradan isminin verildiği tepeyi söz verdiği sürede alamayınca intihar eden alay komutanı Reşat Bey‘i hatırlarım. Ruhuna dua edip Uşak üzerinden Denizli’ye inerdim. Dağ yollarımız epey virajlı ve hep acelem olduğu için dağ üzerinden, Kütahya’ya gitmezdim. Ali isminde iyi araba kullanan bir arkadaşım vardı. Dağ yörelerini bilen, buradaki derelere gelip balık tutan sohbeti hoş bir insandı. Arkadaşım “arabayı ben sürerim” deyince, önce Orhaneli sonra Keles üzerinden Gediz’e indik. Gidip gelirken bir derede gördüğüm bir su çarkı (çarkı felek) dikkatimi çekmişti. Yaşadığım Marmara köylerinde tarlalar karık sulaması yöntemiyle sulanırdı. Dereden ya da tulumbadan pompalarla çekilen sularla tarlalar sulanırdı. Arabadan inip, su çarkının yanında arkadaşıma bir fotoğrafımı çektirdim.

Yolumuzun üzerinde yer alan Aizanoi ayrı bir güzellikteydi. Zeus’un adına yapılan muhteşem tapınak, stadyum, iki antik tiyatro gibi eserlere Romalılar hamamlarını da eklemişler. Anadolu’nun gerçeği depremler birçok kent gibi onu da vurmuş. Yaşanan bir deprem kentin o parlak günlerine son vermiş. Zamanla küçük bir köye dönmüş. Ticaret yolu üzerinde olduğu için yerleşim devam etmiş. Dağdaki kasabalardan Orhaneli’nin adı, geçmişte Atranos’tu. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Bursa fatihi Orhan Bey’e izafeten Orhaneli denmiş, ama Keles ismi aynı kalmış.

Gel zaman, git zaman yolum Özbekistan’a düştü. Medar-ı maişet motoru beni buralara sürükledi. Çalışacağım fabrika Özbekistan’ın başkenti Taşkent’e kırk-kırk beş kilometre uzakta yer alan Çırçık ilçesindeydi. İlçenin sanayi bölgesinde yer alan fabrika bir ırmağın kenarındaydı. Gözüme ilk çarpan şey su çarkı oldu. Gediz civarında gördüğüm çarkın bir benzeriydi. Benim için hoş bir sürpriz olmuştu.

Bu hoş sürprizden sonra ikinci büyük sürpriz dostum Naci Bey’e Bursa’daki Keles ilçesinden bahsedince oldu. Kendisinden burada Keles isminde bir kasaba olduğunu öğrenince çok şaşırdım.

Evet, yanlış okumadınız KELES. Aynen bizim Keles gibi. Sanırım Orta Asya’dan yola çıkan bazı Türk boyları bu yöreden gelmişler yaklaşık 800-850 sene önce. Yöreye gelip yerleşenler mevcut yerleşim yeri olan Atranos’un ismini değiştirmemişler ama yeni kurdukları kente geldikleri yerin ismini vermişler Keles’in adını. Şu anda o yörede yaşayan dağlılar (Bursa’daki lakapları) bunu biliyorlar mı acaba? Nereden geldiklerini?

Semerkant’ı gezerken gördüğüm o muhteşem mimari gerçekten de beni çok etkilemişti. Ama o mimari şaheserlerin bir kısmı bana Bursa’daki Yeşil Türbeyi, Yeşil Cami’yi, Koza Han’ın muhteşem kapısını anımsattı. Birden kendimi orada hissettim.

Sonra yanımda getirdiğim bir kitapta başka bir yolcunun ayak izlerini buldum. Güzel kentimiz Bursa’da gerek Büyükşehir Belediyesi gerek Osmangazi Belediyesi tarafından çeşitli kültüler etkinlikler düzenleniyor. Tarihsel kimliğini, mimarisini, ovasını, yeşilini yitirmiş; Osmanlının dibacesi, aile kabristanının yer aldığı, bir külliyenin bulunduğu bu güzelim kentimde imar cinayetleri işlenirken geçmişe özlem dediğim, Hanlar bölgesinde, Saltanat kapısında olduğu gibi iyi niyetli çalışmalar yapılıyor.

Osmangazi Belediyesi’nce düzenlenen Osman Gazi ve Bursa Sempozyumu’na “Payitaht Bursa’nın Kültürel ve Ekonomik İlişkileri” üzerine sunulan bildirileri toplayan Sayın Cafer Çiftçi’nin düzenlediği bildiri kitabında aradığım yolcunun izini buldum. Profesör Zeren Tanındı’nın “Fetihlerin ve ticaretin sanata yansıması: Göçer bilginler, dervişler ve sanatçılar” adlı bildirisinin sonunda. Emir Timur, Özbeklerin bu milli kahramanı ele geçirdiği ülkelerdeki sanatçıları, sevdiği, yaşadığı kente Semerkant’a götürür. Bu sanatçılardan en başta mimaride faydalanmış. Emir Timur, Semerkant’ı o kadar severmiş ki yazdığı bir beyitte sevgilisinin bir benine Semerkant’ı feda ettiğini duyduğu ünlü şair Şirazlı Şadi’yi huzuruna getirip hesap sorduğu söylenir. “Sen benim çok sevdiğim bu kenti nasıl sevgilinin bir benine feda edersin bre çulsuz adam, üzerinde değerli hiçbir şeyin yok?” Şair şöyle cevap verir; “Sultanım cömertliğimden hiçbir şeyim kalmadı.”

Sultan ne cevap verdi bilmiyorum, ama gidenlerden birisi geri döner. Bursalı Lami Çelebi’nin dedesi nakkaş Ali Bin İlyas. 1403’te Anadolu’dan götürülen bu sanatkâr Emir Timur’un ölümünden (1405) sonra Anadolu’ya, Bursa’ya geri döner.

Döndükten sonra Sultan I. Mehmet’in adını taşıyan o güne kadar görülmedik ihtişamdaki yapıların bezemelerini yapar. Hacı İvaz Paşa’nın yapımını üslendiği Sultan I. Mehmet adına yapılan türbe, medrese ve caminin bezemelerinde Semerkant’ın firuze renkli çinilerini kullanır. Yapılarda Tebrizli meslektaşlarıyla ve yerel ustalarla birlikte çalışır.

Medrese ve benzeri yapıların ve taş kapılarındaki burgu figürleri hoş bir sürpriz oldu. Medrese ve benzeri yapıların taç kapılarındaki figürler hemen Koza Han’ın kapısını anımsattı bana. Kültürel etkileşim epey fazlaymış anlaşılan o çağlarda. Bakmasını bilen gözlere yaşam hoş sürprizler hazırlıyor.

İkinci gidişimde su çarkıyla çektirdiğim resmi getirip ofisimdeki masaya koydum. On yıldır burada yaşayan bir Türk arkadaşım resmi görünce şu cümleyi söyledi: “Resmi Çırçık’ta mı çektirdin?”.

Yazar


Makale Arşivi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir Yorum Yazın

Başa dön tuşu