Bugüne kadar hep öğrencilerin “tembel” olmalarından, derslerini sevmemelerinden, hiç dersle alakalarının olmamalarından, derse ilgi göstermemelerinden dolayı hep öğretmenler olsun, veliler olsun hep şikayet edip yakınmaktadırlar.
Öncelikle tembel denen öğrencilerin neden böyle olduklarını tespit etmek lazım gelir.
Bazı öğrenciler sıkılıyor. Onlara meydan okuyun. Ders anlatmayın; bir şeyler yapmalarını sağlayın. Geri bildirim vermeleri gereken tartışma grupları, projeler, “ya şöyle olsaydı” soruları… Bir öğretmen olarak tüm materyali sunmak zorunda değilsiniz. Kendi başlarına bir şeyler bulmalarına yardımcı olursanız, onlara büyük bir iyilik yapmış olursunuz. Daha hızlı öğrenen öğrencilerin daha ileri düzey çalışmalar yapmasını bekleyin. Adil olmak görecelidir.
Bazı öğrencilerde tanımlanmamış öğrenme güçlükleri olabilir. Muhtemelen yıllar önce pes etmiş olabilirler. En çok nerede başarısız olduklarını görmek için onları gözlemleyin. Bunu yapmaya başladıktan sonra ve endişe duyduğunuz öğrencileri belirledikten sonra, bir özel eğitim öğretmenini dersi gözlemlemeye davet edin.
Bazı öğrenciler umursamıyor, hatta genel olarak ebeveynleri de umursamıyor. Eğitime evde değer verilmiyorsa ve çocuk oldukları için henüz faydalarını göremiyorlarsa, yapabileceğiniz pek bir şey yok. Bir atı suya götürebilirsiniz, ama ona zorla su içiremezsiniz.
Elbette ki öğrencilerin bu durumlarında öğrencilerin erken çocukluk zamanlarındaki halleriyle ve onlara yönelik erken müdahalenin vaktiyle yapılıp yapılmadığının etkisi önemli bir paya sahip olmakla birlikte öğretmenlerin henüz öğretmenliğe aday iken sahip oldukları algıların payı büyüktür. Şimdi bu hususlara daha detaylıca göz atalım:
ÖĞRETMEN ADAYLARININ “ERKEN MÜDAHALE”YE İLİŞKİN ALGILARININ İNCELENMESİ
EBRU HASİBE TANJU, MELİKE YUMUŞ
Son yıllarda sıkça araştırmalara konu olan “erken müdahale”, insan gelişiminde en kritik süreç olan erken çocukluk döneminde önemli bir yere sahiptir. Özellikle doğumdan üç yaşa kadar olan dönemde özel gereksinimli veya risk altındaki çocukların günlük yaşama bilişsel, fiziksel ve sosyal-duygusal açıdan daha iyi bir şekilde adapte olabilmelerine erken müdahale programları temel oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra bu tür programlar yardımıyla, gelişimi normal seyreden çocukların mevcut potansiyellerinin de en iyi şekilde ortaya çıkarılması hedeflenmektedir.
Çoğunlukla erken müdahale programlarının temelinde çocuk ve ailenin eğitimi yer almaktadır. Bu süreçte erken müdahale programlarının etkinliği, multidisipliner bir yaklaşımı da zorunlu kılmaktadır. Çocuğun içinde bulunduğu çevreyi oluşturan tüm bireylerin işbirlikçi yaklaşımı, çocuğa verilen hizmetin kalitesi ile doğru orantılıdır. Bu açıdan ele alındığında program bir bütünlük içinde uygulandığı zaman hedeflenen başarıya ulaşılabilmektedir. Programın bileşenlerinden biri olan eğitimcilerin erken müdahale konusundaki bilgisi ve algısı çocuğa verilen hizmetin niteliğini doğrudan etkilemektedir (ICECI2014 Kongresi, Özet Kitapçığı, Antalya, 2014, s.111)
Bu husustan da anlaşılacağı üzere öğretmenlerin, eğitimcilerin çocuk tarafından alınan erken müdahale hizmeti ve bir çocuğun erken dönemdeki sahip olabileceği durumla ilgili sahip oldukları algı ve bilgi de öğrencilere takınacakları tutum ve tavrı belirleyen faktörlerdir. Bu da öğretmen-öğrenci ilişkilerine etki yapmaktadır.
Öncelikle şunun bilinmesi icap eder ki, herkesin anlayışı ve kavrayışı farklıdır. Öğretmen öğrencilerine bir şey sorduğu zaman, onların parmakları aynı anda kalkmaz. Hele üstü kapalı bir sözü anlayanların sayısı daha azdır. Şimdi konumuza birazcık teolojik, manevi, dini bir perspektifle bakmak suretiyle bir hadis-i şerifle konuyu biraz daha açalım:
Hz. Muhammed son demlerinde hastalığı esnasında mescide çıktı ve ashabına bir konuşma yaptı. Bu konuşmayı nakleden şahsiyet Ebû Saîd el-Hudri’dir. En çok hadis rivayet eden yedi kişiden biri olan bu sahabi şahsiyet, o sırada yirmi veya yirmi bir yaşındaydı. Hz. Muhammed’in bu konuşmada üstü kapalı söylediği bir cümleyi, kendisi de dâhil birçokları anlamadı.
Şimdi olayı ondan dinleyelim:
Son Peygamber Muhammed Aleyhisselam minberde konuşmaya başladı ve şöyle dedi:
“Allah Teâlâ bir kulunu, dünya nimetleri ile kendi yanındaki nimetleri seçmekte serbest bıraktı. O kul da Allah’ın yanındaki nimetleri seçti.”
Peygamber Aleyhisselam bu cümleyi söyler söylemez Hz. Ebû Bekir ağlamaya başladı. Ben de kendi kendime dedim ki: Allah Teâlâ’nın bir kulunu dünya nimetleri ile kendi yanındaki nimetleri seçmekte serbest bırakmasında, onun da Allah’ın yanındaki nimetleri seçmesinde ne var ki, bu yaşlı adam o söze ağlıyor. Meğer o dünya nimetleri ile ahiret nimetlerini seçmekte serbest bırakılan kul, Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin kendisiymiş. Hz. Ebû Bekir bu sözü hepimizden iyi anlamış (Buhârî, Salât 80, nr. 466-67; Müslim, Fezailü’s-sahâbe 2, nr. 2382),”
Ebû Saîd el-Hudri hadisin devamında, Peygamber Aleyhisselam’ın Hz. Ebû Bekir’i orada nasıl teselli ettiğini de anlatmıştır.
Demek ki Hz. Peygamber, yakında vefat edeceğini herkesin değil, sadece ince sezgisi olanların anlamasını istemişti. Bunun için de üstü kapalı konuştu. Peygamber sevgisi ruhuna işlemiş olan Hz. Ebû Bekir, meseleyi hemen anlayarak canından çok sevdiği insanın yakında vefat edeceğini, onu bir daha göremeyeceğini, vahyin kesileceğini, artık göklerden haber alamayacaklarını düşündü ve gönlünü derin bir hüzün kapladı.
Aslına bakılırsa Nebiler Sultanı Efendimiz Arapça konuşuyordu ve orada bulunanların hepsi Arapçayı iyi biliyordu. Fakat herkesin kavrayışı aynı olmadığı için, herkes anlatılmak isteneni anlayamadı. Bu bir.
Anlayış ve kavrayışla ilgili ikinci noktaya gelecek olursak elbette ki burada bireyin ferasetinin de önemi ortaya çıkmaktadır.
Feraset dediğimiz kelime zekanın incelmiş ve hızlanmışına verilen isimdir. Sağduyu, anlayış, kavrayış, öngörü, sezgi ve iç görü sahibi olmaktır (Yılmaz&Batı, 2022).
Yani incelmiş ve hızlanmış bir zeka, olayların görünen yüzünün ötesini görebilme, niyetleri ve gizli bağlantıları sezebilme yeteneğine sahiptir ve bu açıdan ötürü feraset, hem anlayışı güçlendirir hem de yanlış anlamaları azaltıcı bir etki gösterir.
Bundan dolayı anlayış konusunda hassas olunmalı ve yanlış anlamalara karşı dikkatli adımlar atılmaya özen gösterilmelidir.
Bu önemli konuyu daha iyi anlatabilmek için bir misal daha verelim:
Kâbe’nin bitişiğinde ve altınoluğun tam altında yarım daire şeklinde bir duvar vardır. Bu duvara “Hicr” denir. Hicr, Hz. İbrahim zamanında Kâbe’ye dâhildi. Peygamber Efendimizin gençliğinde Kâbe yangın ve sel yüzünden yıkılınca, Mekkeliler Kâbe’yi yeniden yapmak için para topladılar. Fakat paraları Kâbe’yi eski temelleri üzerinde yapmaya yetmedi. Onlar da Kâbe binasını daha küçük yaptılar. Böylece Hicr denilen kısım, Kâbe’nin dışında kaldı.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’yi fethettikten sonra, Kâbe’yi, Hz. İbrahim’in zamanındaki temelleri üzerinde yeniden yapmayı düşündü. Fakat Kâbe’ye herkes büyük değer verdiği için, yeni Müslüman olanlar Kâbe’nin yıkılmasını yanlış anlayabilir ve buna karşı çıkabilirdi. Bu sebeple Allah’ın Resûlü Kâbe’yi yıkıp yeniden yapma düşüncesinden vazgeçti (Buhârî, Hac 42, nr. 1853; Müslim, Hac 405, nr. 1333).
Bu misallerden şu sonucu çıkarmalıyız:
İnsanların anlayışı ve kavrayışı farklıdır. Bu sebeple herkesi ilgilendiren bir şey yapılacağı zaman son derece dikkatli davranmalıdır. Böylece insanların o konuyu yanlış anlamasına ve karşı çıkmasına meydan vermemelidir.
O konunun yanlış anlaşılmaması veya gereksiz bir şekilde karşı çıkılmaması için, iletişimde açık ve net ifadede bulunmak hayati önem taşımaktadır. Böylelikle karmaşık veya muğlak ifadelerden kaçınıldığı ve kısa, anlaşılır ve doğrudan cümleler kullanıldığı takdirde yanlış anlamalara veya lüzumsuz karşıtlıklara mahal verilmemiş olunur. Ama elbette ki anlaşılır, kısa ve doğrudan cümleler kullanabilmenin yolu da bu cümleleri kullanacak kişilerin anlayışlı olmasından, karşı tarafı anlamasından geçer.
İşte bu durum eğitimde de geçerli olan bir olgudur.
Doğru eğitim, çocuğa ne olması gerektiği ile ilgili düşüncelerimizi dayatmadan, onu anlamayı içerir (Krishnamurti, 1953).
Bu hususta Hz. Ali’nin şu sözünü hatırlamak gerekir:
“İnsanlara anlayacakları şekilde konuşunuz. Aksi halde Allah’ın ve Resûlü’nün yalanlanmasını ister misiniz?” (Buhârî, İlim 49, bab başlığı.)
Ünlü sahâbî Abdullah ibni Mesûd radıyallahu anhın şu sözü de anlamlıdır:
“İnsanlara akıllarının ermeyeceği bir şeyi söylersen, bazıları o sözü yanlış anlar ve kargaşa çıkar.” (Müslim, Mukaddime 3, nr. 15)
Neden kargaşa çıkar? Çünkü akıl, ancak anladığı yükü taşıyabilir, anlamadığı söz ona sıkıntı verir. Bu sebeple herkesin akıl düzeyinin aynı olmadığını dikkate almalıdır. Böyle davranılmazsa, bazıları aklına yatmayan bir fikre: “Böyle şey olmaz!” diye şiddetle karşı çıkabilir.
Sınıfta böyle bir duruma yol açmamak için, öğrencilerin anlamakta zorlanacağı konuları, mümkün olduğunca açıklamalı, basitleştirmeli ve her birinin anlamasını sağlamaya çalışmalıdır. Ayrıca burada öğrencinin de aktif durumda olması da hayati önem arz eder.
Öğretimin sözel semboller yerine görsel olarak yapıldığı ve öğrencinin aktif olduğu “Çağdaş Öğretim Sistemleri” bu bağlamda adeta biçilmiş kaftandır. Bu sistemde daha çok yaparak, yaşayarak öğrenme vardır. Öğretmenin görevleri de, öğrencinin öğrenmesini kolaylaştırma, öğrenciye rehberlik etme, öğrenciyi sürekli güdülemeyle yükümlüdür. Öğrenciye ne sunulduğuyla ilgilenmek yerine öğrencinin ne yaptığı daha önem kazanmıştır. Çağdaş öğretim yöntemleriyle, öğrencinin kendi kendine öğrenmesini, zamanını kendine göre ayarlamasını ve öğrenme kaynağı ile doğrudan doğruya etkileşime girmesi sağlanmaya çalışılmaktadır. Bilgisayar ve iletişim teknolojilerindeki hızlı ilerleme sonucunda öğrencinin birincil bilgiye kendi ulaşması ve yapılandırması önem kazanmaktadır. Bu tip yaklaşımlarda öğretmen öğrenciye kaynak ve yol gösteren bir rehber konumundadır.
Yöntem seçimini etkileyen bazı faktörler aşağıda sıralanmıştır (Demirel, 1997):
1. Ulaşılacak hedefler: Öğrencide geliştirilmek istenen nitelikler kullanılacak öğretim yöntemini etkiler. Şöyle ki dersin amacı o dersin hangi yöntemle işlenmesi gerektiğini belirler. Örneğin duyuşsal davranışların geliştirilmesi amaçlanan bir derste rol oynama ve örnek olay incelemesi gibi yöntemlerin kullanılması beklenir. Bilişsel alanda kavrama seviyesinde kazandırılacak bir davranış için farklı analiz seviyesinde kazandırılacak bir davranış için farklı öğretim yöntemlerine ihtiyaç vardır.
2. Öğretmenin yöntem konusundaki becerisi: Öğretmenler kişilik yapılarına göre bazı yöntemlere daha yatkındırlar. Öğretmen kendini geliştirerek konunun yapısına göre yöntem seçmelidir. Öğretmenin iletişim becerisi, değerleri yöntem konusundaki becerisini ortaya koyar.
3. İçeriğin yapısı: Bazı konular bazı yöntemlerle işlenmeye daha uygun görünmektedir. Beden eğitimi dersi için gösteri, tarih dersi için ise anlatım yöntemi daha uygun görünmektedir.
4. Süre, maliyet: Maliyet ve süre yöntem seçimini etkileyebilir. Anlatım ve soru cevap için ek bir maliyete gerek yokken gezi gözlem türü bir yöntem için para gerekebilir. Bazı yöntemler daha fazla süre ister. Örneğin grup tartışması yaparken programda verilen süre göz önüne alınmalıdır.
5. Kullanım kolaylığı: Öğretim yöntemlerinden bazıları ekstra çalışma gerektirir. Bu durum ise öğretmenin zorlanmasına neden olur. Öğretmenler kolay yöntemleri kullanma eğilimindedirler.
Bütün bunların yanı sıra öğrencilerin anlamakta zorlandığı konuların öğretmen tarafından anlatım becerisi sayesinde daha kolay hale getirilmesi mümkündür. Böyle durumlarda öğretmenin dikkat etmesi gereken bazı noktalar şunlardır:
1. Basitleştirme ve Somutlaştırma:
Konuyu en temel parçalarına ayırarak anlatmalı.
Günlük hayattan örnekler, benzetmeler, görseller, deneyler ya da modellerle somutlaştırmalı.
2. Adım Adım İlerleme:
Öğrencinin hazırbulunuşluk düzeyine uygun başlamalı.
Konuyu küçük basamaklara bölmeli ve her basamak anlaşıldıktan sonra ilerlemeli.
3. Çoklu Öğrenme Yöntemleri Kullanma:
Sadece sözlü anlatıma bağlı kalmamalı; görseller, videolar, uygulamalar, oyunlar, drama gibi farklı yöntemler kullanmalı.
İşitsel, görsel ve kinestetik öğrenme stillerine hitap etmeli.
4. Öğrenci Katılımını Sağlama:
Sorular sorarak öğrenciyi düşünmeye yönlendirmeli.
Öğrencilerin konuyu kendi cümleleriyle ifade etmesine fırsat vermeli.
Grup çalışmaları veya tartışmalarla öğrenmeyi aktif hale getirmeli.
5. Sabır ve Tekrar:
Zor konuların bir defada anlaşılması zor olabilir.
Öğretmen, sabırlı bir şekilde tekrar etmeli, farklı yollarla anlatmayı denemeli.
6. Ön Bilgilerle Bağ Kurma:
Öğrencinin önceden bildiği konularla yeni konular arasında bağ kurmasına yardımcı olmalı.
“Bu, daha önce öğrendiğimiz … konusunun devamıdır” gibi geçişlerle zihinsel köprü kurmalı.
7. Öğrencinin Duygusal Durumuna Dikkat Etme:
Öğrenci anlamakta zorlandığında kaygıya kapılabilir.
Öğretmen hoşgörülü, destekleyici ve cesaret verici olmalı.
Eğer bunlar yapılmazsa insanlar söyleneni anlayamazlar ve anlayamadıklarında da türlü yanlışlıklar baş gösterecektir.
Evet, insanlar anlamadıkları sözü kaldıramazlar; onu yanlış yorumlar, yanlış işler yaparlar. Şu hadis-i şerîf de bunu göstermektedir:
Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ufeyr adlı eşeğiyle bir yere gidiyordu. Genç sahâbîsi Muâz ibni Cebel’i terkisine bindirdi. Bir ara ona:
“Ey Muâz!” diye seslendi. O da:
“Buyur Yâ Resûlallah! Emrindeyim” dedi. Fahr-i Alem Efendimiz biraz sonra ona yine aynı şekilde seslendi. O da aynı cevabı verdi. Allah’ın Resûlü ona üç defa böyle seslenerek dikkatini iyice topladıktan sonra:
“Allah’ın, kulları üzerinde ne hakkı vardır, bilir misin?” diye sordu. O da:
“Hayır, bilmiyorum” dedi.
“Allah’ın, kulları üzerindeki hakkı, onların sadece Allah’a kulluk etmeleri ve hiçbir şeyi O’na ortak tutmamalarıdır” buyurdu. İki Cihan Güneşi Efendimiz bir süre daha yol aldıktan sonra yine:
“Ey Muâz!” diye seslendi. O da:
“Buyur Yâ Resûlallah! Emrindeyim” dedi.
“Peki, bunları yaptıkları takdirde, o kulların Allah üzerindeki hakkı nedir, bilir misin?” diye sordu. Muaz’ın cevabını beklemeden, sorusuna yine kendisi şöyle cevap verdi:
“Onlara azap etmemesidir.”
Bu öyle büyük bir müjde idi ki, bunu bütün Müslümanlar duymalı ve sevinmeliydi. Muâz radıyallahu anh heyecanla:
Ey Allah’ın Resûlü! Bunu insanlara müjdeleyeyim mi? dedi. Peygamber Efendimiz bunu doğru bulmadı:
“Hayır, müjdeleme! Onlar buna güvenip kendilerine düşen görevleri ihmal ederler” buyurdu (Buhârî, İlim 49, nr. 128, Cihâd 46, nr. 2856, Libās 101, nr. 5960, Tevhîd 1, nr. 7372; Müslim Îmân 48, 49, nr. 30).
Muâz ibni Cebel bir gerçeğin gizli kalmaması, önemli bir bilginin zayi olmaması için vefat edeceği sırada bu hadis-i şerîfi yanındakilere haber verdi.
Demek ki öğretmen öğrencilerine anlamayacakları veya yanlış anlayacakları şeyi söylememelidir.
Eğer öğretmen öğrencilerine anlamayacakları ya da yanlış anlayacakları bir şey söylerse, bunun hem öğrenme sürecinde hem de öğretmen-öğrenci ilişkisinde çeşitli olumsuz sonuçları olabilir:
1- Kavram Yanılgısı Oluşur
Öğrenci yanlış bilgiyi doğru zannederek öğrenir.
Bu yanlışlık ileride düzeltmesi çok zor bir “yanlış öğrenme”ye dönüşebilir.
2- Öğrenme Süreci Zayıflar
Anlamadığı konuyu öğrenemeyen öğrenci motivasyon kaybı yaşar.
Konu ilerledikçe temel eksiklikler büyür, zincirleme öğrenme sorunları ortaya çıkar.
3- Özgüven Kaybı
Öğrenci, “ben anlamıyorum” diyerek kendi yetersizliğini suçlayabilir.
Hâlbuki sorun, öğretmenin açıklama biçiminden kaynaklanmaktadır.
4- Öğretmene Olan Güven Zedelenir
Öğrenciler, yanlış bilgi verildiğini fark ettiklerinde öğretmenin otoritesine ve güvenilirliğine olan inançları sarsılabilir.
5- Soruların Bastırılması
Öğrenci, anlamadığını söylemekten çekinebilir.
Bu da pasif, sorgulamayan bir sınıf ortamı oluşturur.
6- Başarı Düşer
Özellikle sınavlarda ya da günlük yaşamda öğrenci yanlış bilgiyi uygulamaya çalışır ve başarısız olur.
Bunun önüne geçmek için öğretmenin:
- Anlatımı sadeleştirmesi,
- Öğrencilerin seviyesine uygun örnekler vermesi,
- Anlatılanı öğrenciden geri dönüt (soru-cevap, kısa özet) alarak kontrol etmesi gerekir.
Bütün bunlarla birlikte öğretmenliğin duygu boyutunun da kilit önemi bulunmaktadır. Şimdi bunu daha detaylıca ele alalım:
Öğretmenliğin Duygu Boyutu
Öğrencinin Yanlışına Hoşgörüyle Yaklaşmak
Sınıfta bazen bir öğrenci manasız ve yersiz soru sorabilir. Bu durumda ona kızmamalı, kendisini arkadaşlarının yanında utandırmamalı ve onunla kesinlikle alay etmemelidir. Zira sorduğu soru yüzünden azarlanan veya utandırılan öğrenci bir daha soru sormaya cesaret edemez. Üstelik o öğrenci, kendisini zor durumda bırakan öğretmene gücenir ve dersine ilgisi azalır.
Bir defa öğrencinin yanlışına hoşgörüyle yaklaşma durumu, eğitim-öğretim sürecinde hem akademik başarı hem de sağlıklı kişilik gelişimi açısından çok önemli bir tutumdur.
Neden Önemlidir?
- Yanlış yapmak, öğrencinin eksiklerini fark etmesi ve bilgiyi yeniden yapılandırması için fırsattır. Hoşgörüyle yaklaşmak, yanlışın öğrenmeye katkısını açığa çıkarır. Bu da öğrenme sürecinin doğal parçasıdır.
- Öğrenci, hata yaptığı zaman yargılanma korkusu taşımazsa daha özgür düşünür, daha cesurca deneme yapar. Bu da öğrencide kaygının azalmasına yardımcı olur.
- Hoşgörü gören öğrenci, değerli hissettiği için öğrenmeye karşı motivasyonu artar. Böylelikle öğrencinin özgüven duygusu pozitif yönde etkilenir.
- Öğrenciler, yanlışın başarısızlık değil, gelişim basamağı olduğunu öğrenir. Yani gelişim odaklı bakış açısı kazandırılır.
- Hoşgörü, güven duygusunu pekiştirir; bu da iletişimi ve işbirliğini güçlendirir. Yani öğretmen-öğrenci ilişkisi bundan olumlu yönde etkilenir.
Öğrencinin sorduğu soru, diğer öğrencileri de ilgilendiren ve faydalı şeyler söylemeye imkan veren bir soru ise, böyle bir soru sorduğu için onu takdir etmeli, yanlışını da yumuşak ifadelerle düzeltmelidir.
Bu tavır ve tutum, eğitim sürecinde oldukça olumlu sonuçlar doğurur. Bu durumun etkilerini birkaç başlıkta özetleyebiliriz:
- Öğrenme Motivasyonu Artar:
- Öğrenci hata yaptığında cezalandırılmak ya da küçümsenmek yerine anlayışla karşılanırsa öğrenmeye devam etme isteği güçlenir.
- Özgüven Gelişir:
- Yanlışların öğrenmenin doğal bir parçası olduğunu gören öğrenci, kendisini yetersiz hissetmez ve özgüvenini kaybetmez.
- Düşünme Cesareti Oluşur:
- Hataların hoş karşılandığını bilen öğrenci, çekinmeden soru sorar, fikir üretir, denemeler yapar. Bu da yaratıcılığını ve eleştirel düşünme becerisini artırır.
- Olumlu Öğretmen-Öğrenci İlişkisi Kurulur:
- Hoşgörülü yaklaşım, öğrenciyle öğretmen arasında güven bağı kurar. Öğrenci öğretmenini destekleyici ve anlayışlı bir rehber olarak görür.
- Yanlıştan Öğrenme Fırsatı Doğar:
- Hoşgörülü yaklaşım, yanlışı düzeltme ve doğrusunu öğrenme fırsatı verir. Böylece öğrenci, hatasını analiz etmeyi ve doğru bilgiye ulaşmayı öğrenir.
- Kaygı Azalır, Başarı Artar:
- Hata yapma korkusu olmayan öğrenci daha rahat öğrenir. Kaygı azaldığında öğrenme kalitesi ve akademik başarı artar.
Kaygının azaltılması kadar öğrencinin hatasını ve istenmeyen davranışlarını değiştirme ve düzeltme gayesi güden ve bu gayeye en uygun öğretmen yaklaşımı olan “İnsancıl Yaklaşım”ı hayata geçirmek oldukça olumlu neticeler alınmasına katkı sunacaktır.
İnsancıl yaklaşımın temelinde genel olarak insanın doğru yapacağına inanmak ve güvenmek vardır (Kaya, 2002, s.178). Öğrencinin iyi niyetli ve güvenilir olduğunu, kendini kontrol etmesi gerektiğini ve uygun bir fırsat verildiğinde bunu yapabileceğini varsayar (Başar, 1999, s.161). Eğer insan yanlış yapıyorsa bunu düzeltmek için dış etkenlerden çok insanın iç dünyasındaki anlayış ve kavrayışı uyandırarak kendi kendine doğruya ulaşmasını sağlanmalıdır. Bu yaklaşıma göre öğrencini sınıf ortamında istenmeyen davranışta bulunmaları durumunda öğretmen şunları yapar:
Öğrencileri dikkatli bir biçimde dinler
Öğrencilerle kendi duygu ve düşüncelerini paylaşır
Kesin bir ifadeyle istenmeyen davranış hakkında düşüncelerini ortaya koyar (Kaya, 2002, s.178).
Bu yaklaşımda öğretmen öğrencinin davranışını değerlendirmez, yargılayıcı olmayan bir güven ortamı yaratır. Öğrenciye sorunla uğraşma şansı ve özgürlüğü verir. Öğretmen buyurucu değil kolaylaştırıcıdır. Sorunu tanımlamaya, sonuçları bulmaya, çözüme ulaşmaya yardım eder (Başar, 1999, s.161).
Öğretmen, günlük sınıf ortamının düzenlemesinde kendi gücünü ve rolünü ortaya koyarak dikkatleri istendik davranışa yöneltir ve bunları güçlendirici pekiştireçler verir. Bu yaklaşım öğretmenin sınıf düzenlemesi ve sınıf ortamındaki etkisini göz ardı etmez. Ancak öğretmen öğrencilere her şeyden önce güven vererek onları potansiyel bir sorundan çok doğru yapmaya eğilimli bir insan olarak görmelidir (Kaya, 2002, s.178).
Zaten Hz. Muhammed de tüm insanlara anlayışlı olmayı, bütün varlıklara yumuşak davranmayı tavsiye ederdi:
Şefkat ve yumuşaklığın olduğu her şeyin güzel, şefkat ve inceliğin bulunmadığı şeylerin çirkin olduğunu söylerdi (Müslim, Birr 78, nr. 2594).
Yumuşak davranmayan kimsenin, hayırlardan mahrum olacağını belirtirdi (Müslim, Birr 74-76, nr. 2592).
Yersiz bir soru soran öğrenciye, Peygamber Efendimizin bu tavsiyelerini dikkate alarak, olabildiğince anlayışlı davranmalıdır.
Daha da mühim olanı soru soran bir öğrenci olduğunda bu aslında sevindirici bir tablodur.
Soru soran, öğrendikleri üstünde düşünen ve sorgulayan öğrenci, kendini değerli ve güçlü görmeyi öğrenir (Cüceloğlu, 2002, s.22).
Öğrenci birkaç soru sorabilir. Ayrıca şu gerçeği de unutmamak gerekir:
Soru soran öğrenci candır!
Merak etmek, doğuştan getirdiğimiz bir içgüdü ve tüm bilgilerin tohumu. Bütün felsefi sistemler ve bilimsel araştırmalar bir soruyla başlar. Soran kişi soru sormaktan korkutulmamışsa, sorularını ifade edebilme ortamı bulmuşsa, bir soru yeni sorular üretiyorsa o ortamda merak etme ve soru sorma özgürlüğü var demektir (Cüceloğlu, 2018, s.140).
Ama bütün bunların yanında öğrencinin sorduğu her sualin öğretmen tarafından cevaplandırılması her zaman doğru bir yaklaşım değildir. Bunun nedenlerini birkaç açıdan açıklayalım:
- Öğrenme Sürecine Etkisi
- Öğretmen her soruya direkt yanıt verirse, öğrenci hazır bilgi alıcı konumuna düşer. Oysa ki öğrenmenin kalıcı olabilmesi için öğrencinin düşünmesi, araştırması ve keşfetmesi gerekir. Bu nedenle bazı sorulara öğretmen yönlendirici sorularla karşılık vererek öğrencinin kendi yanıtı bulmasını sağlamalıdır.
- Merak ve Araştırma Becerisi
- Her soruya hazır yanıt almak öğrencinin merak duygusunu zayıflatır. Öğretmen, öğrencinin araştırmasını teşvik ederek özgüven ve problem çözme becerisi kazandırabilir.
- Zaman ve Öncelik Yönetimi
- Sınıf ortamında her soruya anında cevap vermek mümkün değildir. Öğretmenin, dersin akışına uygun olarak soruları önem sırasına göre değerlendirmesi gerekir. Gereksiz ayrıntılara girmek dersin bütünlüğünü bozabilir.
- Öğretmen-Öğrenci İlişkisi
- Öğrencinin sorularını dikkate almak önemlidir, çünkü bu ilgi öğrencide değer gördüğü hissini pekiştirir. Ancak öğretmenin her soruya cevap verme zorunluluğu yoktur; bazen “Bunu birlikte araştıralım” demek daha etkili olabilir.
Kısacası öğretmen tarafından sürekli öğrencilerin suallerinin yanıtlandırılması doğru değildir. Doğru olan; öğrencinin sorularını önemsemek, fakat bazen cevabı direkt vermek yerine öğrenciyi düşünmeye, araştırmaya ve tartışmaya yönlendirmektir.
Ayrıca bazı soruları cevapsız bırakmak veya öğrencilere üstü kapalı cevap vermek daha doğru olabilir. Bunu Peygamber Efendimiz de yapmıştır.
Bir defasında sahâbîlerden biri, gördüğü bir rüyayı Fahr-i Âlem Efendimize anlattı ve onu tabir etmesini istedi. O mecliste Hz. Ebû Bekir de vardı. Peygamber Efendimizin bu sadık dostu:
“Ya Resûlallah! Bu rüyayı ben tabir edebilir miyim?” diye sordu. Allah’ın Resûlü de onun tabir etmesine izin verdi. Hz. Ebû Bekir rüyayı tabir ettikten sonra, yaptığı yorumun yerinde olup olmadığını sordu. İki Cihan Güneşi Efendimiz de:
“Rüyanın bazı yerlerini doğru tabir ettin, bazı yerlerinde hata ettin” buyurdu. Esasen Hz. Ebû Bekir rüya tabir etmekte pek mahirdi. Acaba nerede hata etmişti? Bunu çok merak etti ve Fahr-i Kainât Efendimiz’e yemin vererek, rüya tabirinde yanıldığı yeri kendisine söylemesini istedi. Allah’ın Resûlü onu:
“Öğrenmek için yemin vererek ısrar etme!” diye uyardı (Buhârî, Tabîr 47, nr. 7046; Müslim, Rüya 17, nr. 2269); başka da bir şey söylemedi.
Acaba Resûlullah Efendimiz çok sevdiği arkadaşına niçin böyle davranmıştı? Çünkü rüyanın yanlış tabir edilen kısmı, ileride meydana gelecek birtakım kötü olaylarla ilgiliydi. Şayet Resûl-i Ekrem ona yaptığı yanlışı söyleseydi, ileride meydana gelecek kötü olayları da haber vermiş olacaktı; bu da insanlar üzerinde olumsuz etki yapacaktı.
Öğrenci çok yanlış bir şey yapabilir; hatta yalan bile söyleyebilir. Onun hatasını düzeltirken ölçülü olmalı ve kendisine kesinlikle “yalancı” diye hitap etmemelidir. Bir şey çalmışsa ona “hırsız” diye çıkışmamalıdır. Çünkü böyle suçlamalar öğrencinin ruhunda yıkıcı etki yapar.
Bundan dolayı da öğrenciye karşı asla kırıcı olmadan, özgüvenini zedelemeden ve aynı zamanda öğrenmesini destekleyecek şekilde yaklaşmak çok önemlidir. Bunun için şu noktalara dikkat edilebilir:
•Nazik ve yapıcı bir dil kullanmak:
Hatanın yanlışlığını değil, doğrusunu vurgulamak daha etkilidir. Örneğin “Yanlış yaptın” yerine “Şöyle düşünürsek daha doğru olur” denebilir.
•Hatanın öğrenme fırsatı olduğunu hissettirmek:
Öğrencinin hata yapmasının doğal olduğunu, hatta öğrenmenin bir parçası olduğunu hissettirerek ona güven vermek gerekir.
•Genellemelerden kaçınmak:
“Sen hep böyle yanlış yapıyorsun” gibi ifadeler yerine yalnızca o andaki hataya odaklanmak daha ölçülüdür.
•Olumlu yönleri de belirtmek:
Doğruya yakın düşünceler veya çabanın takdir edilmesi, öğrencinin motivasyonunu korur.
•Doğruyu öğrencinin bulmasını sağlamak:
Yanlışı hemen düzeltmek yerine ipuçları verip öğrencinin doğru cevaba ulaşmasını sağlamak hem öğretici hem de teşvik edici olur.
•Ses tonu ve beden diline dikkat etmek:
Yargılayıcı değil, destekleyici bir ton ve yüz ifadesi öğrenciyi rahatlatır.
Yani öğretmenin yapması gereken; öğrencinin hatasını küçümsemeden, kişiliğini hedef almadan, öğrenme sürecini destekleyecek şekilde yönlendirmektir.
Öğrenci çocuktur; çocuklar mutlaka hata yapar; büyükler ise onların hatalarını düzeltmelerine yardımcı olur. Hatayı çocuğun yüzüne vurmak yerine, bu hatayı tedavi etme yoluna gitmeli, öğrenciye de kusurunu telafi etme fırsatı vermelidir. Çocuğa yanlışını hatırlatmak gerektiğinde, mümkün mertebe yumuşak ve kinayeli bir dil kullanmalıdır.
Yanlış yapan öğrenciye, öğretmenin gücendiğini hissettirmesi de bir eğitim yoludur.
Öğrenci öğretmenine okul dışında da soru sorabilir. Ona karşı:
“Oğlum (veya kızım)! Burası yeri değil, sorunu okula sakla!” diye cevap vermek de mümkündür. Ama öğretmenin acil bir işi yoksa, öğrencisine birkaç dakikasını ayırıp sorusuna kısa da olsa cevap vermek daha uygun olur. Nitekim Peygamber Efendimiz de böyle durumlarda kendisine yöneltilen sorulara cevap vermekten kaçınmazdı.
Bir defasında bedevinin biri Fahr-i Âlem sallallahu aleyhi ve sellemin önüne çıktı, devesinin yularına yapıştı ve ona:
“Beni cennete yaklaştıracak ve cehennemden uzaklaştıracak şeyi söyle!” dedi. Allah’ın Elçisi de ona şöyle buyurdu:
“Allah’a ibadet eder, O’na hiçbir şeyi ortak koşmazsın, namazı gerektiği şekilde kılarsın, zekâtı verirsin, akraban ile de ilgini koparmazsın.” Resûl-i Ekrem Efendimiz bunları söyledikten sonra bedeviye: “Haydi, devenin yularını bırak!” buyurdu ve yoluna devam etti (Buhârî, Zekât 1, nr. 1396, Edeb 10, nr. 5983; Müslim, Îmân 14, nr. 13).
Öğretmen mütevazı, müsamahakâr ve anlayışlı insandır. Öğrencisinin müşkilini halletmenin, sıkıntısını gidermenin Allah katında pek değerli bir davranış olduğunu iyi bilir; bu sebeple kendisinden yardım isteyeni geri çevirmez. Öğretmen öğrencisine muhabbet ve anlayışla yaklaştığı zaman, öğrenci onu bir baba, bir anne gibi görür, kimseye anlatamadığı derdini ona söyler. Babasını veya annesini kaybeden bir çocuk, sevgi dolu öğretmenini babası veya annesi yerine koyar. Sevdiği öğretmeni sayesinde hem okuluna hem arkadaşlarına yakınlık duyar, aynı zamanda derslerine daha bir istekle çalışır.
Hatayı Düzeltirken Ölçülü Olmak
Öğrencinin, henüz yetişme çağında bir çocuk olduğunu, yanlış yapabileceğini her zaman dikkate almalıdır. Hele yetiştiği ailenin sosyal durumu farklı ve bizim değerlerimize yabancı ise, onun yanlışlarını anlayışla karşılamalıdır. Onu kesinlikle suçlamamalı, hatasını yüzüne vurup utandırmamalıdır.
Esasen her insan hata edebilir. Bu sebeple kasıtlı olarak yapılmayan hataları müsamaha ile karşılamalıdır.
Meselenin bir de şu tarafı var: Bir öğrencinin kusurunu, onu inciterek söylemek ve bunu zaman zaman tekrarlamak, onun yüzündeki haya perdesini yırtabilir. Daha da kötüsü, onun uygun olmayan şeyler yapma konusundaki cesaretini artırabilir.
Yani incitici davranarak onlara öğretmenin yaşattıkları, hissettirdikleri öğrenci tarafından asla unutulmaz ve öğretmenle ilişkilerini de etkilemektedir.
Öğrenciler aldıkları disiplin cezasını unutsa bile onlara yaşattığınız duyguyu uzun süre unutmaz (Boynton, 2007, s.18).
Bundan ötürüdür ki öğretmen, öğrenciye karşı sergilediği tavır, tutum ve davranışta mutlaka dengeyi korumalı ve ölçüde katiyen aşırılığa kaçmamalıdır.
Yüce Tanrı bu hususta ölçüyü şöyle koymuştur:
“Bilmeyerek yaptığınız hatadan dolayı size bir günah yoktur; ancak bilinçli ve kasten yaptıklarınızdan sorumlusunuz.” (Ahzab 33/5)
Bir kere insan isek, şu hususu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız:
Hatasız ve yanlışsız insan olmaz (Aktaş, 2021, s.33).
Allah, insanlar hata ettiği zaman kendisine şöyle yalvarmamızı istemiştir:
“Ey Rabbimiz! Eğer unutur yahut hata edersek bizi cezalandırma!” (Bakara 2/286)
Bir öğretmen de öğrencisinin yanlışını gördüğü zaman, onu hemen azarlama ve cezalandırma yönüne gitmemelidir. Yaptığı yanlışı bilerek ve kasıtlı olarak mı, yoksa istemeden ve kötü bir niyeti olmadan mı yaptığını ortaya çıkarmaya çalışmalıdır.
Bu da yetkin bir öğretmeni, sizinle gerçekten ilgilenen bir öğretmeni gerekli kılar ve sözünü ettiğimiz doğru eğitim ortamını hazırlamak hem öğretmenlerin hem de öğrencilerin sorumluluğudur (Krishnamurti, 1963, s.48).
Peygamber Efendimizin bu konudaki bir uygulamasını hatırlayalım:
Muaviye bin Hakem yeni Müslüman olmuştu. Namaz kılarken konuşmamak gerektiğini henüz bilmiyordu. Bir gün Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ashâbına namaz kıldırıyordu. Bu sırada cemaatten biri aksırdı. Muâviye bin Hakem ona, “Allah sana merhamet etsin” anlamında “yerhamükellah” diye yüksek sesle dua etti. Bunun üzerine namaz kılanlar ona sert sert bakmaya, ellerini uyluklarına vurarak onu susturmaya çalıştılar. Muaviye bin Hakem insanların kendisine niçin böyle davrandığına bir mâna veremedi. Namaz bittikten sonra Allah’ın Resûlü onu yanına çağırdı ve kendisine namaz kılma adabını şöyle öğretti:
“Yaptığımız bu ibadetin adı namazdır. Namaz kılarken dünya kelâmı konuşulmaz. Çünkü namaz tesbih, tekbîr ve Kur’an okumaktan ibarettir.” (Müslim, Mesacid 33, nr. 537)
Muâviye bin Hakem, Peygamber aleyhisselâmın diğer sahābīler gibi kendisini azarlamayışına pek sevindi ve duygularını şöyle dile getirdi:
“Ona kurban olayım. Ne daha önce, ne de daha sonra Peygamber Efendimiz kadar güzel öğreten bir kimse görmedim. Beni azarlamadı, dövmedi ve ağır konuşmadı.”
Peygamber ahlâkı işte budur. Bilmeden hata edeni azarlamamak, kalbini kırmamak ve onu başkalarının yanında utandırmamaktır.
Öğrenciler arasında sıkça görülen durumlardan biri şudur:
Bazı yaramaz öğrenciler, özellikle saf ve masum çocuklara tezgâh kurar, onlara istemedikleri bir kusuru işletir, sonra da arkadaşlarını zor duruma düşürürler. Esasen böyle durumlarda cezayı hak eden o saf öğrenci değil, onu oyuna getirenlerdir.
Suçsuz bir çocuğu sebepsiz yere kınamak ve azarlamak yaramaz çocukları eğlendirir; zaten onların istediği de budur. Öte yandan hak etmediği bir şey yüzünden cezalandırılan suçsuz ve mâsum çocuk da incinir ve öğretmenine gücenir.
Bizim insanımız her zaman mazlumun yanında yer aldığı için, sınıftaki diğer çocuklar, günahsız arkadaşlarının haksız yere paylanmasından rahatsız olurlar.
İşte bu sebeple öğretmen, ceza verme konusunda her zaman ihtiyatlı olmalı, cezayı hak edene vermelidir. Böyle durumlarda yanlış bir karar vermemek için bazı hataları görmezden gelmelidir. Her şeyi tenkit etmemeli, sadece yanlışları değil, doğruları da görmelidir. İyi şeyler yapanları takdir etmeli, hiçbir zaman insafı elden bırakmamalıdır.
Sınıfta istenmeyen bir durum meydana geldiğinde öğrencilerin üzerine fazla gitmemeli, sinirlenmemeli, onlarla zıtlaşmamalıdır. O sırada yaramaz öğrencilerin, baskıcı tavırlarıyla sınıfa hâkim olacakları, kendi aleyhlerinde tavır alan arkadaşlarını korkutacakları unutulmamalıdır.
Yaşlı bir öğretmenimiz vardı. Dersini çok güzel anlatırdı. Fakat sınıfta en hafif sesle bile konuşulmasından rahatsız olurdu. “Ben sınıfı avucumun içine almadan derse başlamam” derdi. O, çıt çıkmayacak derecede sınıfı avucunun içine alana kadar da dakikalar boşuna akıp giderdi. Öğretmenimiz bu tutumuyla, kendisi farkına varmasa bile, gereğinden fazla disiplinin faydalı değil zararlı olduğunu bize öğretti.
En iyisi, her konuda olduğu gibi, sınıfta sükûneti sağlama hususunda da ölçüyü elden bırakmamaktır.
Kaynakça:
- International Congress On Early Childhood Intervention ‘‘Bridging Reasearch & Practice in Early Childhood Intervention’’ Uluslararası Erken Çocuklukta Müdahale Kongresi ICECI2014 ‘‘Erken Çocuklukta Müdahale Alanında Araştırma ve Uygulama Arasında Köprüler Kurmak’’ Antalya/Turkey, Özet Kitapçığı, 3-6 Nisan 2014 Antalya, Türkiye
- Buhârî, Salât 80, nr. 466-67; Müslim, Fezailü’s-sahâbe 2, nr. 2382
- Hayat İlerlemek Kadar Geride Bırakabilmektir: Olasılıklar, Şans ve Tüm Halleriyle İnsan-Timur Yılmaz & Prof.Dr.Uğur Batı, Destek Yayınları, 2022
- Buhârî, Hac 42, nr. 1853; Müslim, Hac 405, nr. 1333
- Jiddu Krishnamurti-Eğitimin ve Yaşamın Anlamı, 1953
- Buhârî, İlim 49, bab başlığı.
- Müslim, Mukaddime 3, nr. 15
- Demirel, Özcan, Genel Öğretim Yöntemleri, USEM Yayınları, Ankara, 1997.
- Buhârî, İlim 49, nr. 128, Cihâd 46, nr. 2856, Libās 101, nr. 5960, Tevhîd 1, nr. 7372; Müslim Îmân 48, 49, nr. 30
- Ayhan, Aydın, Sınıf Yönetimi, Alfa Yayıncılık, İstanbul, 2000.
- Başar, Hüseyin, Sınıf Yönetimi, M.E.B Yayınları, Ankara, 1999.
- Kaya, Zeki, Sınıf Yönetimi, Pagema Yayıncılık, İstanbul, 2002.
- Müslim, Birr 78, nr. 2594
- Müslim, Birr 74-76, nr. 2592
- Cüceloğlu, Doğan, İletişim Donanımları, Remzi Kitabevi, 2002.
- Cüceloğlu, Doğan, Öğretmenim Bir Bakar Mısın?, Final Kültür Sanat Yayınları, 2018
- Buhârî, Zekât 1, nr. 1396, Edeb 10, nr. 5983; Müslim, Îmân 14, nr. 13
- Boynton, Christine, Eğitimciler İçin Disiplin Sorunlarını Önleme ve Çözme Rehberi, Redhause Eğitim Kampları, 2007
- Ahzab 33/5
- Aktaş, Miraç Çağrı, Hayat Kaybettiğin Yerden Başlar: Kaybettiğinde degil, vazgeçtiğinde yenilirsin, İndigo Yayınları, Nisan 2021
- Bakara 2/286
- Jiddu Krishnamurti-Yeni Bir Yaşam, 1963
- Müslim, Mesacid 33, nr. 537