Kağıt üstüne basılı bir materyalin ve kulağa fısıldananların dışında elde edilecek her türlü bilgi artık sanal ortam üzerinden bilgisayar, cep telefonu, tablet gibi ortamlardan elde edileceği için, soru doğru sorulduktan ve kaynak da güvenilir olduktan sonra elde edilemeyecek bilgi yoktur.
O halde, cehalet ya baştan kabul edilen ya da kabul ettirilen bir süreçtir; yoksa bu çağda bu olanaklar içinde insanların körü körüne cahil, bilinçsiz olmalarının bir gereği ve anlamı yoktur.
Örnek, hani şu “Ben daha çok cahil ve okumamış tahsilsiz kesimin ferasetine (anlayış-sezgi) güveniyorum bu ülkede. Yani ülkeyi ayakta tutacak olanlar, okumamış, hatta ilkokul bile okumamış, üniversite okumamış cahil halktır.” diyen kişi, bir de Üniversitede hoca ve yönetici, hatta Üniversitelerin en üst kurulunda da üye ise, söylenecek söz bitmiştir.
Üniversitede kendini hoca sanan birinin, “ülkeyi ayakta tutacak olanlar, okumamış, hatta ilkokul bile okumamış, üniversite okumamış cahil halktır”, dediği bir yerde, cehalet olağan değil, olağan dışı yaratılan bir süreçtir.
Televizyonların tartışma programları ya da güncel bir olay hakkında yorum yapan ya da konuyu değerlendirenlere bakıyorum, içlerinden bir kaçı hariç ellerine verilen ya da beyinlerine kazınan metinleri okuyor ya da konuşuyor.
Milletin vekili olduğunu sanan birileri çıkıp, Anayasanın nasıl değiştirileceği konusunda ahkam kesiyor, ona cevap verenler de başka bir alem.
Demokrasi, artık orta oyunu haline getirilmiştir. Yok halkın oyları ile kendi yönetimini seçmesi falan, yalan.
Demokraside, yurttaş olmak önemlidir onun için de yurttaş bilinci gerekir. Yoksa, ağaların marabaları hakkında karar verdikleri bir yönetimi demokrasi olarak saymak, en hafif tanım ile saflıktır.
İşin kötüsü öyle bir döneme rast geldik ki, her türlü bilgi ve belge ortada iken, herkes gönlüne göre ve işine geldiği, kişisel ya da temsil ettiği kesimin çıkarları doğrultusunda tavır alıyor.
En tepeden en aşağı yönetim kademelerindekiler için söylenmedik söz yok, bilgi ve belgeler ortada geziniyor ama bunun için gerekeni yapması gerekenlerin sesleri çıkmıyor. Her şey konuşuluyor ama konuşulması gerekenler değil.
Çoğumuzun Platon veya Eflatun (M.Ö. 247-347) olarak bildiğimiz, Antik Yunan filozofu ve bilgesi, biz Platon diye devam edelim; dünyada, üniversite düzeyindeki ilk kurumlardan olan Akademi’nin kurucusudur.
Devlet adlı yapıtını da, ideal bir dünya düzenini gerçekleştirme amacı ile yazmıştır. O dönemler bilge kişiler, toplumun düzenine ve yönetimine şekil ve karar vermişlerdir.
Bu gün bizim Demokrasi dediğimiz, çoğulmuş gibi sanılan bir grubun belirlediği ve bizim gibi masumların Demokrasi diye seçtikleri sürece o dönem Monarşi denilmiştir. O gün, yüksek idealin gerçekleşmesini sağlayacak bilge kişilerin belirlediği (köle ve yoksul köylülerin seçme seçilme hakkı yoktur) seçtiği yönetim olan MONARŞİ ile ilgili öğrencilerine dersler verir.
Toplum düzeni, tanrısal ilkeler üzerine kurulmuş olsa da zamanla bozularak bunlardan, timokrasi, oligarşi, demokrasi, tiranlıklar ortaya çıkmıştır.
Aristokların, Soyluların ve Seçkinlerin yöneticilerini seçtikleri ve halkın katılmadığı bu yönetim süreçi Platon, öğrencilerine eleştirir;
Halkın yöneticilerini seçmesinin önemini ve gereğini anlatan Platon, seçkinlerin ve aristokratların çocuklarına Tiranlık için yaptığı eleştirileri bir türlü açıklayamaz. Çünkü çevreleri bu süreci belirleyen kişiler ile doludur, yoksul halk ve köylülerden haberleri yoktur, dolayısı ile de tiranlığa ilişkin eleştirilere pek bir anlam vermezler.
Platon derslerinde en bozuk yönetim şekli olarak gördüğü tiranlık’a yönelik eleştirileri çoğalınca öğrencilerine, “Tiran ben isem, en iyi yönetim şekli Tiranlıktır” der.
Burada seçilenler kadar, seçenlerin de rolü önemlidir.
Kendisinden sonra ki dönemlerin önemli Filozofu Aristotales ise tiranlığın monarşiye yönelmeye başlaması ile ilgili olarak; ortak çıkara göre yönetmek için yönetenlerin erdemli olması gerektiğini savunur.
Yine tartışmalarda Aristotales, Tiranlık gibi Monarşi’de de, yöneten tek kişi erdemli ise monarşi, en iyi yönetim biçimidir, der. Bu kez topluluk sorar, eğer erdemli olan birkaç kişi varsa ne olacaktır? Bu kez Aristoteles, Madem ki erdem ile yönetmek asıldır, erdemli çok sayıda kişinin yönetimi, erdemli tek kişinin yönetiminden daha iyidir.
Bu örneklerden de görüleceği gibi, toplumların düşünen, üreten insanları hep en iyi ve adil yönetim şekilleri için çabalamışlardır. Demokrasi de böyle bir sürecin sonucudur.
Ne yazık ki günümüzde demokrasi çoğunluğun seçimi ve yönetim şekli olarak sayılsa da, yurttaşların bilinç düzeyleri, demokrasinin de niteliğini belirlemektedir.
Ülkemizde demokrasi, sandığa gidip oy verme sığlığına kadar indirilmiştir. Maalesef seçmen, seçme hakkı kadar, yönetim ve yöneticileri denetleme hakkından bihaber görünmektedir. Bu da yönetim ve yöneticilerin işlerini kolaylaştırmakta ve kendi çevresinde kurduğu çember ile yönetim süreçleri demokrasi adı altında sürdürülmektedir.
Düşünür Nietzsche de, Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi; hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz.. Sadece seçim yaptığını zanneder. Cahil bir toplumla seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır, der.
Bir toplumun bilinçli olmasının önemini belirten Fransız politik düşünür Montesquieu (1689-1755), HER TOPLUM, LAYIK OLDUĞU ŞEKİLDE YÖNETİLİR, der.
Bütün bu çağı ve günleri yaşamak zorunda mıydık, diye düşünmeden edemiyorum da!..
Makale Arşivi sitesinden daha fazla şey keşfedin
En son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için ücretsiz abone olun.
Kesinlikle. Geri kalmışlık toplumların tercih nedenidir.