Kentler simgeleriyle hatırlanırlar. İstanbul deyince boğazı, yedi tepesi, Denizli deyince horozu, Pamukkale’si, Aydın deyince efeleri akla gelir. Keza Konya ve Mevlana ayrılmaz bir ikilidir. İnegöl deyince köfte ve mobilya aklımıza gelir.
Güzel kentimiz de yeşiliyle, suyuyla, Uludağ’ıyla, kestanesi, kılıç kalkanı, Ulucami’siyle hatırlanır. Bu liste uzar gider. Kentimizin diğer bir simgesi de çınarlardır. Bursa’mız çınarlar kentidir.
Çınarlar, o asırlık ağaçlar tüm yok etme çabalarımıza karşı ayakta durma savaşı veriyorlar. Yoketmek sadece kesmek değildir. Kesmeden de öldürebilirsiniz; Nasıl mı? Kurutarak
Önce karayollarımız bir cinayet işledi.500 yıllık beklide daha fazla asırlara tanıklık etmiş Duaçınar’nı asfalta boğduk. Etrafında 5-10 m toprak bile çok görüldü, bırakılmadı. Bir gün sessizce çekilip gitti. Aynı şey Sırameşeler’in de başına geldi. Semte adını veren Sırameşeler asfalt yolla hapsedildi, kurutuldu. Kendi gitti, ismi kaldı yadigâr?
2003 yılı şeker bayramında bir çınarımızda (Çekirge yolunda) kuruyup gitti. Etrafında beton bir halka kelepçe vardı.
İlimizde Çınarlı yollarımızda var, Sultan Aziz’in av köşküne çıkan yol ve Ankara asfaltından Gürsu ilçemize giriş yolu
Sultan Aziz’in av köşkü tepeden Bursa’yı seyreder. Buraya çıkan dolambaçlı dar yolun iki tarafında da çınarlar vardır, bu yolda ne hikmetse asfalttır ve çınarlarda beton çemberler içindedir. Parke döşemek mi? Olmaz taşların arasından su sızar, çınarlara can verir.
Aynı şekilde Gürsu yolunun her iki tarafında da asırlık çınarlar yer alır. Kim diktiyse binlerce teşekkür. Aralarından yola gelince tabi ki asfalt.
Daha önceleri yolun iki tarafındaki fabrikaların bahçeleri topraktı, son toprak kısım 2002 Kasım ayında asfaltlandı. Çınarlar aralardan sızacak sulara kaldılar. Şu anda bir tanesi (Aroma fabrikasının önünde) kuruyup gitti. Üzerinde anıt ağaçtır kesilemez yazan plakasıyla beraber (Bu konuda geçen dönemin belediye başkanlarına yazdığım mektuplara cevap gelmedi)
Gürsu girişine birkaç yüz metre mesafede İsabey köyünün girişinde bir çınar korusu var. Etrafını evler sarmış içinde kum ocağı var.
Düşünebiliyor musunuz onlarca çınar kendiliğinden yetişmiş, kimisi genç, kimisi birkaç yüz yıllık. Güzel bir düzenlemeyle doğal bir park haline getirebilecek bu doğal güzellik gözümüzün önünde parça parça işgal ediliyor, yok oluyor.
Kimileri bahçe duvarı oluyor (resimde gördüğünüz gibi) kimilerine de yıkılı topraktan kumdan ulaşılamıyor. Bu çınarların çoğunda plaka yok. Belki tescil edilmedi, belki söküldü.
Bu köy daha evvel Yıldırım ilçesine bağlıyken halkı yıkımdan korumak için Kestel belediyesine bağlandı. Oradan geçen dere sınır oldu. Dere kenarındaki çınarlar park düzenlemesiyle kurtuldu. Ya beri yanda kalanlar?
Kentler kültürel, doğal varlılarını korudukça gelişir, büyür, kenti kent yapan sadece tarihe tanıklık etmiş birkaç müze değildir. Doğal güzellikler de kentlere zenginlik katar.
Kentleri güzelleştirmek için çeşitli düzenlemeler, parklar, kültürparklar yapılırken hemen kentin yanında var olan doğal güzelliği kendi kaderiyle baş başa bırakmak neden? Doğaya karşı bu vurdumduymazlık neden?
Makale Arşivi sitesinden daha fazla şey keşfedin
En son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için ücretsiz abone olun.