Darwin’in içinde bulunduğu keşif heyeti Galapagos adalarına vardığında büyük bir şaşkınlığa düşer. İnsanların yaşamadığı bu adalarda yüzlerce değişik tipte canlı türleri yaşamaktadır. Adada dev kaplumbağalardan başka dev heykeller vardır ama adalarda ağaç kalmamıştır. Ağaçlar gündelik kullanım dışında heykel yapımında kullanılmış ve önce ağaçlar sonra da insanoğlu yok olmuş.
Konforu, tüketimi medeniyet olarak kabul ediyoruz. Ünlü filozof Descartes’ın “Düşünüyorum öyleyse varım” deyişinin yerini “tüketiyorum o halde varım” almıştır. Geçmişte lüks sayılan ve zor elde edilen araba, yat, yazlık ev gibi mülkler kolayca elde edilen nesneler olmuştur. Kent yaşamı “araba” medeniyetine dönüşmüştür. Arabaların yarattığı çevre kirliliği, saldığı gazlar, doğayı kirleten eski lastikler, sızan petrol ürünleri. Dünyanın kaldıramayacağı bir boyuta gelmiştir.
Basında okuduğumuz haberler duyarlı insanları dehşete düşürüyor. Grönland adasını kaplayan buzullar eriyince çok zengin maden yatakları ortaya çıkacakmış. Zenginleşen Grönland halkı bağımsızlık isteyebilirmiş. Öte yandan Maldiv Hükümeti deniz yükselmesi sonunda yaşadıkları yerlerin sular altında kalacağına dünyanın dikkatini çekmek amacıyla kabine toplantısını denizin altında yapıyor. Okyanusya’daki Nauru Devleti halkını taşımak için Avustralya ve Yeni Zelanda’dan yer istiyor. Şu anki topraklarının üçte birini denizden kazanan Hollanda gelecek 50 yılda halkının yarısını başka topraklara taşımak istiyor ve bunun için Anadolu’yu düşünüyorlarmış. Kara mizah örneği bazı keşifleri okuyunca dumura uğruyorum. Her biri 100 arabanın saldığı karbon dioksiti emecek plastik ağaçlar yapılıp dikilecekmiş. Bu plastik ağaçları üretmek için yaratılacak çevre kirliliğini bir tarafa bırakalım. Yılda yaklaşık 12 milyon araç üretiliyor. Bu hesapla 120 bin plastik ağaç dikilirse sadece o yıl üretilecek araçların saldığı gazlara çare bulacak. Global sermayenin kontrol ettiği basın bu tür saçma sapan çözümleri öne sürerken global kapitalistler durundan yeni kar alanları çıkarıyorlar.
Çözümün tüketim çılgınlığı yerine sade yaşam, her aileye 2-3 araç yerine mevcudun ömrünü tamamlayana kadar kullanımı bence tek çözüm. Dünyadaki ekonomik krizin tek faydası çevreye verdiğimiz zararın biraz azalması olmuştur. Hiç düşündünüz mü kuş sesiyle uyanmayalı, kuş sesini duymayalı kaç yıl oldu. Şehir içindeki parklarda hiç sincap gördünüz mü? Kaç yıl önce çevrenizde bir kaplumbağa veya kirpi gördünüz? On yıl öncesine kadar bu hayvanlara rastlamak mümkündü. Şehir içindeki son yeşil alanlar AVM veya plaza olana kadar bu hayvanlar yaşıyordu. Gözümüzün önündeyken yavaş yavaş yok olup gittiler.
Araba medeniyetine boyun eğdik, ama yerleşim yerlerini ona göre planlayamadık. Kent merkezlerini imara açarak tarihi dokuyu yok ettik. Plazalar diktik ama “otopark” diye bir kavramı düşünmedik. Birden zenginleşince her yer motorlu araç doldu. Araçlar arttı, yol yok, tek çare dereler oldu. Cumhuriyet’in ilk yıllarında dere ıslahı deyince derelerin etrafına set çekilmesi, akarsu havzalarının ağaçlandırılması, köprülerin kemerli, ayaklarının mahmuzlu olması, kum çektirilmemesi ve mevcut bataklıkların kurutulması anlaşılırdı.
50’li yıllarda başlayan şehirlere göç ve imar rantları günümüze kadar artarak devam etti. Şehir dışlarındaki çayırlar, korular yok oldu. Şehir içlerindeki yeşil alanlar daha ilk yağmada gitti. Şehirler dolup yeni yollar gerekince dereler akla geldi. Dere ıslahının anlamı değişti. Önce şehir içi kimi derelerin yatakları daraltıldı. Şehri yönetenler de kendilerini seçen halkın taleplerine kulak verdiler. “Ne ka ekmek, o ka köfte” hesabı ne kadar imar izni, ne kadar kat o kadar rant ve oy oldu. İnşaatlar dere dibinden başladı.
Vatandaş ve yöneticiler bugün derenin suyu az akıyor ama dere yatağının bu kadar geniş olmasının bir hikmeti vardır, zamanında bu yatak akan suya ancak yetiyormuş demedi. Bu yataklar emniyet supabıdır, dereler şehrin nefes aldığı damarlardır, medeni kentlerde derelerin yatakları daraltılamaz, su havzalarına inşaat yapılamaz, derelere kanalizasyon akıtılmaz diyen bozgunculara, servet düşmanlarına kulak asılmadı. Bir metrekare fazla inşaattan, fazladan çıkılan bir kattan, boş alana park ya da okul yapmak yerine plaza veya AVM dikmenin karını hesaplayamayan çoğu mühendis-mimar olan bu insanlara kulak asılmadı.
Şükür ki demiryolu istemenin komünistlik olduğunu söyleyen “evliya” bir cumhurbaşkanımız oldu. Dağ, taş denilmedi, kooperatifçilik adı altında tüm kıyılar, doğal alanlar
“Yazlık konut” hamlesiyle yok edildi. Dere ıslahının son adımı iyice daraltılmış, iki yanına apartman dikilmiş derelerin üstünden yol geçirilerek şehir içi trafiğin rahatlatılması gündeme geldi. Hemen planlar yapıldı. Dereler yol oldu. Bursa’da yıllar önce Namazgah’tan Yıldırım’a inen derenin üstü kapatıldı, geniş bir cadde yapıldı. Cadde geniş olunca da imar kanunu gereği sekizer-onar katlı binalar dikildi, zeminin balçık ve kum olduğu hiç düşünülmeden. Aynen Cilimboz deresinin kenarında olduğu gibi. Orta büyüklükteki bir depremde bu binalar ağır hasar görecek, şiddetli sayılabilecek bir depremde içindekilere mezar olacak. Yetkililer de, halk da o günü “kader” diye bekliyor. En son Dobruca’dan inen Çakal Deresi ü zerine yol yapıldı, itiraz edenler şehircilik bunu gerektirir diye cevap verildi.
Depremlerin derecesi olduğu gibi yağışlar da derecelendirilmiş. Hafif, normal, kuvvetli, çok kuvvetli, şiddetli, çok şiddetli. İstanbul ve Silivri’de onlarca insanın ölümüne ve trilyonluk zarara yol açan sele sebebiyet veren yağışın derecesi kuvvetli yağış, yani orta derece. Her yağmurda sular yatağını arıyor. Dört-beş yıl önce Cumhuriyet Gazetesinde bir haber ve resim vardı, “Su yatağından akıyor” diye. İlkin anlayamadım, resmin altındaki yazıda sular altındaki Buca’nın ana caddesinin üstü kapatılmış bir bir dere olduğunu yazıyordu. Yağmur suları yatağında akıyordu.
Günümüzde göç alan bütün il ve ilçeleri her kuvvetli yağışta sel basabilir. Her yağış sonrasında “sel bastı” diye haberler çıkmaya başladı. Biliyorum bu haberler de “trafik kazaları” haberine dönecek, her gün yirmi kişi ölecek ve kimsenin umurunda olmayacak. He yere asfalt dökme anlayışı nedeniyle tepelerden inen caddeler, yaya kaldırımları asfaltla kaplandı. Yağmur suları az da olsa toprağa karışıyordu, buna da engel olundu. Belediyenin çalışma raporu isimli kitapçığını incelediğimde Teleferik semtinde yeni bir yol yapmak için Karınca Deresinin seçildiğini okudum ve “Pes artık” dedim, ”PES”.
Makaleye Yorum Yaz Rastgele Makale Getir
Makale Arşivi sitesinden daha fazla şey keşfedin
En son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için ücretsiz abone olun.