“Milletimiz çok büyüktür. Hiç korkmayalım. O, esaret ve aşa-ğılığı kabul etmez.” (1919)
“Bağımsızlık gayesinin elde edilişine kadar, tamamıyla milletle birlikte, fedakârane çalışacağıma mukaddesatım namına yemin ettim. Artık benim için Anadolu’dan hiçbir yere gitmemek ka-tidir.” (1919)
“Milli irade kendi istikametinde bir nehir gibi coşup taşacaktır. Mücadeleyi her noktasından düşünerek uyanış ve coşkunluk hâsıl olmuştur. Sadece dayanıklı olmak ve vazifede kusur et-memek temel şarttır.” (1919)
“Milli dava ancak bu inan, bu irade ve azimle gerçekleştirilecek-tir. Yaşaması ve muzaffer olması gereken değersiz şahıslarımız değil, milli kurtuluşu temin edecek olan fikirlerdir.” (1919)
“Aziz ve mübarek vatanımızı kurtarmak için bütün aydınların, herkesin hazır olması lazımdır. İstanbul’a gitmeyeceğiz. Anadolu, en büyük hazinedir. Vatanın sinesinde kurtuluş çarelerini bera-berce ölünceye kadar aramaya, temin etmeye çalışacağız.” (1919)
“Memleketin ellide biri değil, her tarafı tahrib edilse, her tarafı ateşler içinde bırakılsa, biz bu toprakların üstünde bir tepeye çıkacağız ve oradan savunma ile meşgul olacağız.” (1920)
“Bazı arkadaşların yoksulluk içinde bu büyük davanın başarı-lamayacağını zannederek, memleketlerine dönmek arzusunda olduklarını duydum. Arkadaşlar! Ben sizleri bu millî dâvaya silâh zoruyla davet etmedim, görüyorsunuz ki sizi burada tut-mak için de silâhım yoktur. Dilediğiniz gibi memleketlerinize dönebilirsiniz. Fakat şunu biliniz ki, bütün arkadaşlarım beni yalnız bırakıp gitseler, ben bu Meclis-i Ali’de tek başıma kalsam da, mücadeleye ahdettim. Düşman adım adım her tarafı işgal ederek Ankara’ya kadar gelecek olursa, ben bir elime silahımı, bir elime de Türk bayrağını alıp Elma Dağı’na çıkacağım. Bu-rada tek başıma son kurşunuma kadar düşmanla çarpışacağım. Sonra da bu mukaddes bayrağı göğsüme sarıp şehit olacağım. Bu bayrak kanımı sindire sindire emerken, ben de milletim uğ-runa hayata veda edeceğim. Huzurunuzda buna and içiyorum.” (1920) (Birinci Büyük Millet Meclisi’nin gizli celsesinde)
“Millî müdafaamızı; düşmanların bayrakları, babalarımızın ocakları üstünden çekilinceye kadar terk edemeyiz. İstanbul ma-bedleri etrafında düşman askerleri gezdikçe, öz vatan toprakları üstünden yabancı adamların ayakları çekilmedikçe biz mücade-lemize devam etmeye mecburuz. Kendi hükümetimizin idaresi altında bedbaht ve fakir yaşamak, yabancı esareti bahasına nail olacağımız huzur ve mutluluktan bin kere üstündür.” (1920)
“Biz bir amaç takib ediyoruz. Bu amacımız öteden beri muhtelif vesilelerle ifade edilmiştir. Ben şimdi de onu tekrar ediyorum: Milletin, devletin bağımsızlığını muhafaza etmek. Bunun için-de namus ve şeref tamamen yer alacaktır. Müstakil olarak mille-timizin muayyen hudutlar dahilindeki tamamiyetini muhafaza etmektir. Bunun için muharebe ediyoruz. Efendiler; memleketi-mizin ellide biri değil, her tarafı tahrib edilse, her tarafı ateşler içinde bırakılsa, biz bu topraklar üstünde bir tepeye çıkacağız ve oradan savunma ile meşgul olacağız. Bundan dolayı iki karış yer işgal edilmiş, üç beş köy tahrip edilmiş diye burada feryada lüzum yoktur. Ben size açık söyleyeyim; efendiler bazı yerler işgal edilmiştir bunun üç misli daha işgal edilmiş olunabilir. Fakat bu işgal hiçbir vakitte bizim imanımızı sarsmayacaktır.” (1920)
“Harici siyasetimizde başka bir devletin hukukuna tecavüz yoktur. Ancak, hakkımızı, hayatımızı, memleketimizi, namu-sumuzu müdafaa ediyoruz ve edeceğiz. Şimdiki medeniyetin devletler arası münasebetlerde ortaya attığı ve en yüce, temiz emel ve düşüncelerin bir özeti demek olan “her milletin ken-di mukadderatına kendisinin hâkim olması” hakkını biz yeryüzünde yaşayan milletlerin hepsi için tanıyoruz, bizim de bu hakkımızın kayıtsız şartsız talebimizi tanımamak yüzün-den akan ve akacak olan kanların mesuliyeti şüphesiz sebep olanlara aittir. Bizi, milli davamızı takipten yıldıracak hiçbir vasıta, hiçbir kuvvet düşünülmüş değildir. Millî davamız, bi-zim hayatımızdır. Hayatına suikast edilen en zayıf yaratıkların bile bu isteğe karşı isyan ve nefretle son nefese kadar kendisini müdafaaya çalışmasından daha tabii bir şey yoktur.” (1921)
“Bizi imha etmek görüşü karşısında mevcudiyetimizi silahla muhafaza ve müdafaa etmek pek tabiidir. Bundan daha tabii ve daha meşru bir hareket olamaz.” (1921)
“Düşmanın mükemmel ve kuvvetli ordularını mağlup etmek için kendimizde bulduğumuz kuvvet ve kudret, davamızın meşruluğundandır. Gerçekten, biz milli hududumuz dahilin de hür ve müstakil yaşamaktan başka bir şey istemiyoruz. Biz Avrupa’nın diğer milletlerinden esirgenmeyen, haklarımıza tecavüz edilmemesini istiyoruz.” (1921)
“Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusunun Sakarya’da kazan-mış olduğu meydan muharebesi pek büyük bir meydan mu-harebesidir. Harb tarihinde benzeri belki olmayan bir meydan muharebesidir. Büyük meydan muharebelerinden biri olan Mukden Meydan Muharebesi dahi yirmibir gün devam etme-miştir.” (1921) (Atatürk’ün S.D. I, s:177)
“Subaylarımızın kahramanlıkları hakkında söyleyecek söz bulamam, yalnız ifadede isabet edebilmek için diye-bilirim ki, bu muharebe subay muharebesi olmuştur. Bu sebeple subay arkadaşlarımın en ufak rütbelisinden en büyük rütbelisine kadar kıymet ve fedakârlıklarını bütün kalb ve vicdanımla ve takdirlerle yâd eylerim. Fertlerimizi methüsenadan çok yüksek görürüm. Zaten bu milletin evladı başka türlü tasavvur edilemez. Bu milletin evlâtla-rının fedakârlıkları, kahramanlıkları için ölçü bulunamaz. Askerlerimiz hakkında yeni bir şey ilave etmek isterim: Kahraman Türk askeri, Anadolu muharebelerinin mâna-sını anlamış, yeni bir ülkü ile muharebe etmiştir.
Böyle evlatlara ve böyle evlâtlardan mürekkep ordulara malik bir millet elbette hakkını ve bağımsızlığını bütün mânasıyla muhafaza etmeğe muvaffak olacaktır. Böyle bir milleti bağımsızlığından mahrum etmeğe kalkışmak ha-yal ile vakit geçirmektir.” (1921) (Atatürk’ün S.D. I, s:178)
“Bu Anadolu zaferi tarih arasında, bir millet tarafından ta-mamen benimsenen bir fikrin ne kadar kadir ve ne kadar zinde bir kuvvet olduğunun en güzel bir misali olarak, kalacaktır.” (1922) (Atatürk’ün S.D. I, s:260)
“Biz, bu harekâtı, neticesini tamamen bilerek yaptık. Bütün bunlar belki bütün dünyaya hayret verecek niteliktedir. Onun için ordumuzun kudretini anlamayan ve anlamaktan âciz olanlar bu muazzam eseri beklenmedik bir tesadüf eseri gibi göstermek istiyorlar. Fakat; hiçbir vakit öyle değildir. Hareket bütün teferruatına kadar tamamen düşünülmüş, tespit olun-muş, hazırlanmış, idare edilmiş ve neticelendirilmiştir.” (1922) (Atatürk’ün S.D. I, s:256)
“Milletin mukadderatını doğrudan doğruya üzerine alarak ka-ramsarlık yerine ümit, perişanlık yerine düzen, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran meclisimizin, yiğit ve kahraman ordularının başında bir asker sadakat ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memпи-niyet içindeyim. Kalbim bu sevinçle dolu olarak, pek aziz ve muhterem arkadaşlarımı, bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve bağımsızlık fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyo-rum.” (1922) (Atatürk’ün S.D. 1, s:240)
“Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın ka-nıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz. Onun için küçük, bü-yük her cüzütamı, bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük, büyük her cüzütam ilk durabildiği noktada, tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. Yanındaki cüzütamın çekilmeye mecbur olduğunu gören cüzütamlar, ona tabi olamaz. Bulunduğu mevzide niha-yete kadar sebat ve mukavemete mecburdur.
Vatan mutlaka selâmet bulacak, millet mutlaka mutlu olacaktır. Çünkü kendi selâmetini, kendi saadetini mem-leketin ve milletin saadeti ve selâmeti için feda edebilen vatan evlâtları çoktur.” (1922)
“Bütün arkadaşlarımın Anadolu’da daha başka meydan muhare-beleri verileceğini göz önüne alarak ilerlemesini ve herkesin fikri güçlerini ve kahramanlık ve vatanseverlik kaynaklarını yarışırca-sına göstermeye devam etmesini isterim. Ordular; ilk hedefiniz Akdenizdir. İleri!” (1922) (Atatürk’ün T.T.B. IV, s:449)
“Türk kumandanları, kumanda etmesini, Türk askeri ölmesini bildi. Harbi kazanışımızın sırrı bundan ibarettir.” (1922) (Ya-kup Kadri Karaosmanoğlu, “Atatürk”, s:90)
“Vatanın kurtuluşu, milletin görüş ve idaresi kendi alınyazı-sı üzerinde kayıtsız şartsız hâkim olduğu zaman başlamış ve ancak milletin vicdanından doğan ordularla olumlu ve kesin neticelere ermiş.” (1922) (Atatürk’ün T.T.B. IV, s:459)
“Memleketimizi hiçbir hak ve adalete dayanmayarak çiğnemek ve çiğnetmek teşebbüsü, muzaffer ordumuzun fedakârane ve cansiperane gayretiyle lâyık olduğu başarısızlığa uğratılmış ve milletimiz, tarihin nadir kaydettiği bir zafer kazanarak sevgili yurdumuzu kurtarmıştır.” (1923) (Atatürk’ün S.D. I, s:290)
“Şunu bir gerçek olarak biliniz ki, şeref hiçbir vakit bir adamın değil, bütün milletindir. Eğer yapılan işler mühimse, gösterilen muvaffakiyetler belli ise, inkılâplar dikkati çekici ise her fert ken-dini tebrik etmelidir. Çünkü böyle büyük şeyleri ancak çok kabili yetli olan büyük milletler yapabilir ve bu milletin her ferdi, böyle en kabiliyetli ve büyük bir millete mensup olduğunu düşünerek kendini tebrik etsin.” (1923) (Atatürk’ün S.D. II, s:123)
“Her safhası vatan için, evlatlarımızın torunları için şerefli ha-diselerle dolu büyük bir kahramanlık menkıbesi teşkil eden Ana-dolu muharebelerinin heyecan veren tafsilatını tarihin diline terk ediyorum. Millet; milletin ruh sanatı, musikisi, edebiyatı ve bütün estetiği, bu kutsal mücadelenin ilâhî nağmelerini sonsuz bir vatan aşkının coşkun heyecanlarıyla daima şakımalıdır.” (1923) (Atatürk’ün S.D. 1, s:305)
“Geçirdiğimiz buhranlı günlerin şerefli kahramanlarını hep beraber kutlayalım. Onlar arasında muharebe meydanlarında düşman silahıyla göğüsleri delinmiş bahtiyarlar olduğu gibi yangınlarda, ateşlerde yakılmış bedbaht çocuklar, kadınlar ve ihtiyarlar vardır. Onlar arasında namuslarına tecavüz edilmiş, ebediyen ağlamağa mahkûm genç kızlar da vardır. Onlar ara-sında yurtlarını kaybetmiş aileler, evlatlarını gömmüş analar vardır ve yine onlar arasında muharebedeki namus vazifesini şerefle yaparak bugün memleketlerine dönmüş gaziler vardır. Onlardan şehitlik şarabını içmiş olanların ruhlarına Fatihalar sunalım.” (1923) (Atatürk’ün S.D. I, s:308-309)
“Milli mücadelenin maksat ve gayesi tam istiklâlini ve kayıt-sız-şartsız egemenliğini sağlamak ve sürdürmektir. Millet, dış istiklâlini kazanmak için, lâzım gelen hattı hareketini misakı milli ile ifa etmiştir. Milli hakimiyetini elde edebilmek için, takibi lâzım gelen hareket hattını da Teşkilatı Esasiye Kanunu ile tesbit etmiştir.” (1923)
“Afyonkarahisar-Dumlupınar meydan muharebesi ve onun son devresi olan 30 Ağustos Türk tarihinin en büyük bir dönüm nok tasını teşkil eder. Milli tarihimiz çok büyük ve çok parlak zafer-lerle doludur. Fakat Türk milletinin burada kazandığı zafer kadar keskin neticeli ve bütün tarihte, yalnız bizim tarihimizde değil, dünya tarihinde yeni yön vermekte kesin tesirli böyle bir meydan muharebesi hatırlamıyorum.” (1924) (Atatürk’ün B.Ν., s:81-82)
“Milli mücadeleyi yapan, doğrudan doğruya milletin kendisi-dir, milletin evlatlarıdır. Millet, analarıyla, babalarıyla, hem-şireleriyle mücadeleyi kendisine ülkü edindi. Milli mücadelede şahsı hırs değil, milli ülkü, milli izzetinefis hakiki etken olmuş-tur.” (1925) (Atatürk’ün S.D. II, s:231)
“Birinci İnönü Meydan Muharebesi, inkılâp tarihimizin çok mühim, çok verimli bir sayfasıdır. Gelecek nesiller ve bütün dünya bu sayfayı araştırıp inceledikçe Türk inkılabını yapan bugünkü Türk ordusunu ve bu orduyu bağrından çıkaran bu-günkü Türk Topluluğunu, elbette saygı ile anacak ve takdir edecektir.” (1925) (Atatürk’ün S.D. II, s:205)
“Birinci İnönü, muharebe meydanının ufuklarında yük-selen zafer güneşi, Türk milletinin yüksek fazilet ve mâneviyatının belirtisidir. Bu doğuş karşısında büyük bozgunlar oldu…
Birinci İnönü Zaferi, İkinci İnönü Zaferinin, Sakarya bü-yük kanlı savaşının ve en nihayet Türk vatanının; Türk bağımsızlığının ilk zafer müjdecisi olmuştur. Bu sebeple Birinci İnönü Meydan muharebesini kazanan Türk of dusunun bütün mensupları, dünya tarihinde unutulmaz şanlı bir menkibe sahibi olarak ebediyen yaşayacaklar dır.” (1925) (Atatürk’ün S.D. II, 8:206)
“Ben ve benim gibi birçok vatandaşlar, kardeşler, milletin asıd vatanı, ümitsiz felakete düştüğü zaman görevli oldukları, vie danen, namusen, haysiyeten yükümlü bulundukları vazifeyi yapmak mevkiinde kaldılar. Bunu elbette yapacaklardır. Yapma ları mecburi idi, vicdani idi, insani idi, milli namus gereği idi, Ben bu mukaddes esasların dışında hareket edebilir mi idim? Efendiler; elbette edemezdim. Türk Milleti’nin hakiki hiçbir ferdi bu gereklerin haricinde hareket edemezdi. Ben elbette bu elim manzara karşısında vicdanımın emirlerine muhalif, milli namusumuza aykırı hareket edemezdim.” (1925)
“Ben, memleket ve milleti düştüğü feläketten çıkarabile-ceğim inancıyla Anadolu’ya geçtiğim ve amacın gerektir-diği teşebbüslere giriştiğim zaman cebimde, emrimde beş para olmadığını söyleyebilirim. Fakat parasızlık benim milletle beraber atmaya muvaffak olduğum hedefe yönel-miş adımları durdurmaya değil, zerre kadar azaltmaya dahi sebep teşkil edememiştir. Yürüdük, muvaffak olduk, yürüdükçe, muvaffak oldukça maddi güçlükler kendili-ğinden ortadan kalktı.
Türk Milleti, kendisi için, kendi geleceği ve kurtuluşu için çalışarı müteşebbisleri, heyetleri güçlükler karşısında bı-rakmayacak kadar yüksek vatanseverlik ve yüksek şeref hisleriyle donanmıştır.” (1926) (Atatürk’ün B.N.S. s:103-104)
“Osmanlı Devleti’nin temelleri çökmüş, ömrü tamam ol-muştu. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele bunun da taksimini teminle uğraşılmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, ha-life, hükümet, bunlar hepsi anlamı kalmamış birtakım mânasız sözlerden ibarettir. O halde ciddi ve hakiki karar ne olabilirdi?
Bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da milli ege-menliğe dayanan, kayıtsız ve şartsız müstakil yeni bir Türk Devleti tesis etmek!
İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uy-gulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur.” (1927)
Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Muharebesi ve on-dan sonra düşman ordusunu tamamen imha veya esir eden ve kılıçtan kurtulanları Akdeniz’e, Marmara’ya döken harekâtımızı izah ve tavsif için söz söylemekten kendimi müstağni sayarım.
Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle neticelendirilmiş olan bu harekât, Türk ordu-sunun, Türk subay ve kumanda heyetinin, yüksek kudret ve kahramanlığını tarihte bir daha tesbit eden muazzam bir eserdir.
Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve bağımsızlık fikrinin ölmez abidesidir. Bu eseri meydana getiren bir milletin evlâdı, bir ordunun Başkumandanı olduğumdan daima mesut ve bahtiyarım. (1927) (Nutuk II, s:677)
“Esas Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak tam bağımsızlık edinilmesiyle sağlanabilir. Ne kadar zengin ve bayındır olursa olsun bağımsızlıktan yoksun bir millet, uygar insanlık karşısın-da uşak olmak durumunda yüksek bir işlem için değer taşıyamaz. Yabancı bir devletin koruma ve esirgemesini benimsemek insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güç yetmezliği ve uyuşukluğu benimsemekten başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılığa düşmemiş olanların, iste-yerek başlarına bir yabancı getirmeleri asla düşünülemez.
Oysa, Türk’ün haysiyet ve kendine inanı ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!
Dolayısıyla ya istiklâl, ya ölüm!
Biz haklarımızı ve bağımsızlığımızı savunmak için gi-riştiğimiz çarpışmanın kutsallığı düşüncesinde ve hiçbir gücün bir milleti yaşamak hakkından yoksun kılınmaya-cağı inancındayım.” (1927-Nutuk)
“30 Ağustos Bayramında tebrikleri kabul ederken:
Bu zaferi kazanan ben değilim. Bunu, asıl, tel örgüleri hiçe sayarak atlayan, savaş meydanında can veren, yaralanan, kendini esirgemeden düşmanın üzerine atılarak Akdeniz yolunu Türk süngülerine açan kahraman askerler kazan-mıştır. Ne yazık ki onların her birinin adını Kocatepe’nin sırtlarına yazmak mümkün değildir. Fakat hepsinin ortak bir adı vardır: Türk askeri… Tebriklerinizi onların namına kabul ediyorum!…” (1928) (İbrahim Necmi Dilmen, “Atatürk Anekdotlar”, Der: Kemal Arıburnu, s:120)
“Bütün bu muvaffakiyet yalnız benim eserim değildir ve ola-maz. Bütün muvaffakiyet, bütün milletin azim ve imanıyla çalışmasını birleştirmesi neticesidir. Kahraman milletimizin ve seçkin ordumuzun kazandığı başarı ve zaferlerdir.” (1928) (Atatürk’ün S.D. II, s:76-77)
“Kahraman Türk ordularının kazandıkları büyük zaferlerde şahsıma düşmüş olan vazifeleri yapabilmişsem çok bahtiyarım. Yalnız bu noktada bir gerçeği açıklamak için söyleyeyim ki; benim, ordularımızı yönelttiğim hedefler, esasen ordularımın her erinin, bütün subaylarının ve kumandanlarının görüşleri-nin, vicdanlarının, azimlerinin, ülkülerinin yönelmiş olduğu hedefler idi.” (1928) (Atatürk’ün S.D. II, s:228)
“Ben, 1919 senesi mayıs içinde Samsun’a çıktığım gün elimde, maddî hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk Milleti’nin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dol-duran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu milli kuvvete, bu Türk Milleti’ne güvenerek işe başladım.
Ben, Türk ufuklarından bir gün mutlaka bir güneş do-ğacağına, bunun hararet ve kuvvetinin bizi ısıtacağına, bundan bize bir güç çıkacağına o kadar emindim ki, bunu âdeta gözlerimle görüyordum.” (1937)



