Tarih

Çağdaş Uygarlık Vizyonunu Benimseyen İki Öncü: Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Abdülkerim Satuk Buğra Han

Türk tarihinin derinliklerine inildiğinde, milletin kaderine yön veren iki dev isim, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Abdülkerim Satuk Buğra Han, büyüklükleri kadar ne yazık ki tarihsel bağlamda en çok yanlış anlaşılan şahsiyetler olarak karşımıza çıkmaktadır. Atatürk, gerçekleştirdiği köklü devrimler sebebiyle; Satuk Buğra Han ise İslamiyet’i kabul edişi yüzünden farklı çevrelerce hedef tahtasına oturtulmaktadır. Oysa her iki ismin de, yaşadıkları yüzyılların gerekliliklerine göre toplumlarını o dönemin en ileri medeniyet seviyesine taşıyan devrimci liderler olduğu gerçeği sıklıkla göz ardı edilmektedir. Günümüzde bu iki lidere, kendi yaşadıkları dönemin şartlarından bağımsız bir şekilde yöneltilen haksız ithamların, tarih bilincinden yoksun ve tamamen ideolojik saplantılardan kaynaklandığını vurgulamak bir zorunluluktur. Şunu kimse aklından çıkarmamalıdır ki; Satuk Buğra Han’a “İslam’ı seçtiği” gerekçesiyle yapılan saldırılar ile Atatürk’e “laikliği savunduğu” gerekçesiyle yöneltilen suçlamalar, aslında aynı zihniyetin farklı yansımalarıdır. Bizi bu satırları kaleme almaya sevk eden temel motivasyon da budur. O halde konuyu irdelemeye başlayalım:

Maalesef son zamanlarda giderek popülerleşen ve can sıkan bir durum söz konusu. Üzülerek görüyoruz ki, sırf İslam dinini benimsediği gerekçesiyle Satuk Buğra Han’a yönelik çok ağır ve haksız saldırılar düzenleniyor.

Ne yazık ki, Satuk Buğra Han’ın girdiği yolu, o yüzyılın dinamikleri ve şartları çerçevesinde analiz edebilen insan sayısı yok denecek kadar azdır.

İslamiyet’e bugünün penceresinden bakıp onu gerici olarak nitelendirenler tarafından, Satuk Buğra Han’ın seçimi çağ dışı bulunarak kendisine atılan taşların haddi hesabı yoktur.

Örneğin, “Arapların zehrini ilk tadan, kendi kardeşlerini yağmalayan hain, satılmış Buğra Han, lanet olsun ona” gibi son derece ağır ifadeler kullananlar mevcuttur.

Bu söylemler, sırf laiklik ilkesini benimsediği için Ulu Önder Atatürk’e yöneltilen “İslam düşmanı, din dışı referanslı, dinsiz, kafir” şeklindeki yaftalamalarla ne kadar da büyük bir benzerlik göstermektedir.

Ne yazık ki ülkemizde, kendi dönemlerinin çağdaş uygarlık rotasını çizen liderlerimiz hakkında böylesine edep ve haya sınırlarını aşan, bilimsellikten tamamen uzak ithamlar yapılabilmektedir. Şahsen bu manzara beni derinden yaralamaktadır. Eminim ki bu tablo, benim gibi düşünen, tarihiyle onur duyan, her dönemi kendi şartları içinde değerlendiren vicdanlı ve aklıselim her bireyi rahatsız etmiştir.

Atalarını bu denli aşağılayan ve tahkir eden kişilerin; ne Türklükle, ne vatanseverlikle, ne milliyetçilikle, ne mukaddesatçılıkla, ne çağdaşlıkla, ne de laiklikle uzaktan yakından bir ilgisi olabilir mi?

Gerçekçi bir toplumsal sistem önerisi sunan İslam’ın arkasına saklanarak Atatürk’e ve laikliğe saldıranlar ne kadar hatalıysa; laik ve Atatürkçü olduğunu iddia ederek, o dönemin çağdaş uygarlık yolu olan İslam’ı seçen Satuk Buğra Han’a sataşanların da “Çağdaş Uygarlık” hedefini tarihsel süreçler içerisinde yeniden okumaya ve anlamaya ihtiyaçları vardır.

Çünkü sözde Atatürkçü olduğunu iddia eden bazı kesimlerin tavırları, bu gruplar için “Çağdaş Uygarlık” kavramının içi boş bir kalıptan ve klişeden ibaret olduğunu kanıtlamaktadır.

“Buğra Han, Türkleri Arap dini olan İslam’a köle ve uşak yaptı, Arap/İslam karanlığına mahkum etti” söyleminin mantık olarak; “Mustafa Kemal bizi inancımızdan, geçmişimizden kopardı, İslam’ı yok etmek istedi” söyleminden ne farkı vardır?

Kağıt üzerinde Atatürkçü olduğunu öne süren bu tür çevrelere göre, tarih boyunca tek bir çağdaşlık modeli vardır. O da Atatürk döneminde vücut bulan çağdaşlıktır… Onlara göre bu çağdaşlık modelinin haricinde başka bir çağdaşlık yoktur, gerisi boş laftır.

Yani özetle, tarihsel süreci doğru okuyamayan yapay bir “Çağdaşlık” algısı ve bilimsellikten uzak bir “İlericilik” yorumu karşımıza çıkmaktadır.

Acaba çağdaşlık denilen olgu gerçekten bu mudur?

Gerçekten de bütün insanlık tarihi boyunca çağdaşlığın tek bir tanımı mı olmuştur? Bugünün çağdaş olanı, dünün çağdaşını da tanımlamak zorunda değil midir?

Halbuki tarihsel süreci dikkatlice incelersek; Atatürk, 1923’te Cumhuriyeti ilan etmesinden itibaren gerçekleştirdiği devrimlerle 20. yüzyılın şartlarına uygun olarak çağdaş uygarlığa yönelme adımları atmıştır. Benzer adımları, kendi çağının koşullarını göz önünde bulundurarak Satuk Buğra Han da atmıştır.

Yani çağdaş uygarlığa geçiş, sadece tek bir zaman dilimine hapsedilecek bir kavram değildir. Her devrin kendine has bir çağdaş uygarlık yolu mevcuttur.

Öncelikle şu gerçeği aklımızdan çıkarmamamız gerekmektedir: Satuk Buğra Han ve Mustafa Kemal Atatürk, tarihimizin iki farklı döneminde toplumlarının yönünü değiştiren, medeniyet rotasını yeniden çizen devrimci liderlerdir.

Her iki lider de kendi çağlarının şartları dahilinde çağdaş uygarlığa yönelme hamleleri yapmış, ancak bu yönelişlerin niteliği ve temeli farklı tarihsel bağlamlarda şekillenmiştir.

Satuk Buğra Han’ın Çağdaş Uygarlığa yönelişini ele alacak olursak; 10. yüzyılda yaşayan ve Karahanlılar Devleti’ne hükümdarlık yapan Satuk Buğra Han, Türk topluluklarının genel olarak dağınık bir yapıda ve farklı inançlarda olduğu bir çağda liderlik yapıyordu. Ancak Karahanlılar’ın egemenliği altındaki bazı Türk boyları Müslüman olmaya başlamıştı. Kendisi de o çağın öncü ve baskın uygarlığının İslam Medeniyeti olduğunu görerek, o devrin çağdaş uygarlık yolu olan İslam Uygarlığı’nı tercih etti.

Zaten Emeviler ve Abbasiler dönemlerinde İslam ordusunda paralı asker olarak görev alan Türk asıllı savaşçılar mevcuttu. Türklerin İslam ordusunda asker olarak yer almasında ekonomik nedenlerin rolü çok büyüktür.

Türklerin İslamiyet’e ekonomik sebeplerden ötürü geçişine verilecek örnekleri çoğaltmak mümkündür. Örneğin Hicaz bölgesinde kurulan panayırlar mevcuttur. Muhammed Hamidullah’ın İslam Peygamberi adlı eserine göre; Basra ve Bahreyn’de Arap tüccarların sıkça uğradıkları Muakkar ve Deba ticaret panayırlarına İran, Hindistan ve Asya’dan insanlar katılırdı.

Hz. Peygamber’in bizzat kendisinin Basra ve Bahreyn’e ticari seyahatlerde bulunduğunu bildirmesini dikkate alırsak, daha o dönemde Türkler hakkında fikir sahibi olması son derece normaldir. Hatta hadis kaynaklarında “Kubbetu’t Türkiyye” (Türklerin Çadırı) olarak ifade edilen yuvarlak formlu bir çadır bulunmaktadır.

Bu çadırın bizzat Peygamber tarafından kullanıldığını İbn Sad, Taberi ve Buhari’nin aktarımlarından öğrenmekteyiz.

9.yüzyılda yaşayan Müslim bin Haccac’ın Sıyam adlı eserinden şu ifadeyi aktarmak isterim: “Hz. Peygamber Ramazan ayının ilk on gününde itikâfa girerdi. Daha sonra girişinde hasır gerilmiş Türk çadırında Ramazanın ikinci on gününde itikâfa girdi. Hasırı eliyle kaldırdı kapıya doğru yürüdü ve başını çıkararak insanlarla konuştu.”

Diğer taraftan, Müslim’in Muhtasar adlı eserinde yer alan başka bir rivayete göre de; Hz. Muhammed, İstanbul’un fethedileceğini müjdelediği o meşhur konuşmasını Kubbetu’t Türkiyye’nin gölgesinde dinlenirken yapmış olmalıdır.

Vâkıdî’nin Meğâzî eserinde ise, 627 yılında gerçekleşen Hendek Savaşı’nda Hz. Muhammed’in Kubbetu’t Türkiyye kullandığı açıkça belirtilir.

Yine Taberi, Müslümanların Hendek Savaşı’na hazırlandıkları esnada, hendek kazılırken büyük ve sert bir kayanın ortaya çıktığını, sahabenin onu parçalamayı başaramaması üzerine Selman el-Farisi’nin, o sırada hendek kazımını denetlemek için kurulan Türk çadırında bulunan Hz. Peygamber’in yanına giderek durumu haber verdiğini bildirmektedir (Taberi, Tarih, II/92).

Tüm bu tarihsel kayıtlardan anlıyoruz ki, İslam Peygamberi için Türkler yabancı veya bilinmeyen bir topluluk değildir. Eğer Hz. Muhammed, Türklerle ilgili ileri derecede bilgi sahibi olmasaydı, kullandığı çadır literatürde “Türk Çadırı” olarak isimlendirilmezdi.

Hatta Hatib el-Bağdadi, Süyuti, Müttaki el-Hindi ve Gümüşhanevi’nin hadis olarak naklettikleri bir rivayete göre de: “Muhammed bin Müslim, Rasulullah (s.a.v.)’in şöyle dediğini nakletmiştir: Hıfz/muhafaza etme/koruma on kısıma ayrılmıştır. Bunun dokuzu Türklerde, biri diğer insanlardadır.” (Taberi, Tarih, II/487).

Kuvvetle muhtemeldir ki Hz. Muhammed, Türklerle ticaret vesilesiyle temas etmiş ve onlar hakkında malumat sahibi olmuştur. Hadislerde Türklerle ilgili önemli vurguların geçmesi bundandır. Mantık süzgecinden geçirdiğimizde, ticari etkenler olmasaydı Hz. Muhammed, arada muazzam coğrafi uzaklıklar olan Türklerle ilgili başka türlü nasıl bilgi sahibi olabilirdi? Yani rahatlıkla diyebiliriz ki, Türklerin İslam’la temasları ve kabulleri genel olarak ticari etkenlerle, yani iktisadi sebeplerle gerçekleşmiştir.

Gelgelelim İslam, nasıl ki kabileler halinde yaşayan Arap ulusunun bir devlet haline gelmesine katkı sunduysa; Türk boylarının İslam’a geçtiği 8. ve 10. yüzyıllara bakarsak, Türkler o süreçte özel mülkiyetin ve ticaretin geliştiği toplumların başında geliyordu.

Satuk Buğra Han da ticaret yollarını kontrol altına alma hedefinde olan zamanın güçlü devletlerinden Karahanlılar’ın hükümdarıydı ve içinde bulunduğu şartların gereğini dikkate alarak Müslüman olmayı seçti. Kısacası ortaya koyduğumuz tüm bu gerçeklerin bize gösterdiği özet şudur:

Türkler, o çağlarda dönemin öncü uygarlığının İslam olduğu bilinciyle ve iktisadi çıkarlarını da gözeterek Müslüman olmuşlardır. Satuk Buğra Han’ın Müslüman oluşu da bu sürecin olgunlaştığı anda gerçekleşmiştir.

Yani altını önemle çizmemiz gereken hakikat şudur ki; her toplum eşiğine geldiği veya içine girdiği toplumsal süreçlere uygun kurumları ve ideolojiyi kabul eder. Bu sebepledir ki Türk kavimleri arasında İslamiyet’i ilk benimseyenler, yerleşik hayata ve tarıma bir hayli geçmiş, şehirler kurmuş olan Satuk Buğra Han’ın önderliğindeki Karahanlılar olmuştur.

İslamiyet’e bugünden bakıp geri bulanlar, zamanın koşullarına göre değerlendirme yaptıklarında; dönemin coğrafyasına o konjonktürün en ileri sistemini, yine dönemin diğer milletlerine o konjonktürün en modern yolunu getirdiğini göreceklerdir.

Ticaret uygarlığına geçişin ideoloji ve kurumlarını getiren İslamiyet; kabile savaşlarına son verip, ticaret, bilim, özel mülkiyet, devlet ve ordu kavramlarını düzenleyici bir rol üstlenmiştir (E. Öztürk, Özgürlük Meydanı, Aydınlık, 31.05.2019).

Bu vesileyle bu yazımızı okuyanlara önereceğimiz temel kaynaklardan biri, Uygur Türkü Seyfeddin Aziz’in Türkiye’de ilk defa 1990’lı yıllarda Ocak Yayınları tarafından basılan “Satuk Buğra Han” adlı romanıdır. Eser, Karahanlılar’ın Satuk Buğra Han döneminde İslamiyet’i kabul etmelerinin hikayesini gerçeğe çok yakın bir kurgusallıkta anlatmaktadır. Kitaptaki süreci ve diyalogları okuduğunuzda, yukarıda sunulan kanıtların doğruluğuna daha çok yaklaşıyorsunuz.

Öte yandan çok sonraları Cafer Bin Abdullah adını alacak olan Bulgar Kağanı Almuş Han ve 13. Yüzyılda Altınorda Hükümdarı Berke Han da; devletlerini büyütme, ticaret yollarına hükmetme, zenginleşme ama en önemlisi askeri açıdan da en kuvvetli oldukları süreçte Çağdaş Uygarlık yolunu seçtiler. Başka bir deyişle İslam Uygarlığının bir parçası olduktan bir müddet sonra ellerinde kılıcı bulundurmalarının da kendilerine verdiği avantajla İslam uygarlığının öncüsü haline geldiler. Yani Türkler Müslüman olduğunda kılıcı kendi ellerinde tutuyordu, üstün ve güçlü taraf olarak Müslüman oldular. Daha sonra Moğolların da Müslüman olması gibi… (Karatay, 2018, s.180).

Ve Coğrafi Keşifler ile ertesinde Batı merkezli sömürgecilik faaliyetleri başlayıncaya kadar dünya liderliği, Türk imparatorluklarının ve devletlerinin elinde bulunmuştur.

İbni Haldun, Mukaddime adlı eserinde Türklerin savaşçı karakterleri ve kahramanlıkları sayesinde İslam dünyasında egemenliği ele geçirdiklerini, devletin onuru olduklarını ve İslam’ı kurtardıklarını açıkça belirtir (İbni Haldun, Mukaddeme c. I, çev. Turan Dursun, Nisan 2013, s.22, 95 vd, 290; c.II, 2. Basım. İstanbul, Nisan 2013, s.22.).

Biruni, İbn Sina, Harezmi, Farabi, Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacip, Nizamülmülk, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Seyfettin Kuduz, Uluğ Bey, Ali Şir Nevai, Piri Reis, Mimar Sinan gibi değerler de devrin çağdaş uygarlık yolu olan İslam’ı seçen Müslüman Türklerden çıkmıştır.

Kısacası Satuk Buğra Han’ın İslam’ı kabul etmesi, yalnızca bir din değişimi değil, aynı zamanda bir medeniyet değişimi anlamına gelmiştir. Yani Satuk Buğra Han’ın İslam’ı seçmesi hak yolu seçmesinden çok, o dönemin Çağdaş Uygarlık yolunu seçmesidir.

Kaldı ki o dönemin çağdaş uygarlık yolu olan İslam’ın kabulü, Türklerin yeni bir kültürel, ahlaki ve bilimsel medeniyetle tanışmasının da kapısını aralamıştır.

Nitekim nasıl bugün Oxford gibi şehirler dünyanın en ileri bilim merkezleriyse, o süreçte de İslam medeniyeti, dünyanın en ileri ilim, sanat ve düşünce merkezlerine sahipti (Bağdat, Buhara, Semerkant vb.).

Yani Satuk Buğra Han’ın İslam’ı tercihi, Türklerin Orta Asya bozkır kültüründen İslam medeniyeti dairesine geçişini sağladı.

Böylece Türkler; bilim, hukuk, eğitim ve mimarlıkta yeni bir çağın parçası oldular.

Bu yönelişin temelinde iman, ahlak ve adalet kavramlarıyla tanımlanan bir çağdaşlık anlayışı vardı.

Yani sonuç olarak Satuk Buğra Han, Türk toplumunu İslam medeniyetine yönlendirerek kendi çağının en ileri uygarlığıyla bütünleştirmiştir. Bu, ahlaki ve manevi bir çağdaşlaşma hareketidir.

Aradan asırlar geçer. Bu kez revaçta olan İslam ve Doğu medeniyetleri değil, Batı medeniyetiydi.

Batı medeniyetinin öncüleri Portekizliler, İngilizler, İspanyollar, Hollandalılar ve Fransızlar çağdaş uygarlığın yeni liderleri olmuştu. Çok geçmeden Batı medeniyetiyle ortaya çıkan emperyalizme karşı mazlumlar dünyası yükselişe geçti ve bu bağlamda ulus devletler çağı başladı.

Bu durum Türklerdeki etkisini Tanzimat Fermanı ve Meşrutiyet Devrimleriyle gösterdi. Bu süreç 1923’te Türkiye Devleti’nin yönetim şeklinin cumhuriyet olarak kabulüyle taçlanacaktı. Devamında da Osmanlı Devleti’nin yıkılışı ve Batı dünyasının sanayi, bilim ve düşüncede üstün hale geldiği bir çağda Atatürk, Türk milletini yeniden bağımsız ve saygın bir konuma getirmek amacıyla çağdaşlaşma yolunda büyük atılımlar gerçekleştirecekti. Atatürk’ün Türkiye’nin bilim, eğitim, hukuk, kadın hakları, ekonomi ve kültür alanlarında çağdaş uygarlığı yakalamak için yaptığı yoğun çalışmalar; akılcılık, bilimsellik ve laiklik temelleri üzerine inşa edilmiştir.

Atatürk için çağdaşlık; düşüncede özgürlük, bilimde ilerleme ve insan haklarına dayalı bir toplum düzeni kurmaktır.

Reformlarla eğitimde, hukukta ve toplum yapısında köklü dönüşümler gerçekleştirmiştir.

Bu açıdan Namık Kemal’lerin, Mithat Paşa’ların, Ziya Gökalp’lerin ve elbette ki Mustafa Kemal’lerin yaptıkları iş; tıpkı 1000 yıl öncesi Berke Han’ların, Almuş Han’ların, Buğra Han’ların Çağdaş uygarlık yolu olan İslam’ı benimsemeleri gibi, kendi dönemlerinin çağdaş uygarlık yolunu seçmelerinden farklı bir durum değildi.

Sonuç olarak Atatürk de, Satuk Buğra Han da toplumlarını ileri bir medeniyet seviyesine taşıma amacı gütmüş ve bu bağlamda yaşadıkları devrin çağdaş uygarlık yolunu seçmişlerdir.

Satuk Buğra Han, Türk milletini İslam medeniyetinin manevi ve ilmi zenginliğine yöneltirken; Atatürk de aynı milletin torunlarını akıl, bilim ve özgürlük temelli bir çağdaş uygarlık anlayışına taşımıştır.

Dolayısıyla her iki yöneliş de, dönemlerinin en ileri medeniyetine katılma ve Türk milletini yüceltme çabasının tarihsel devamıdır.

Kaynakça:

  • Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi
  • Müslim, Sıyam
  • Müslim, Muhtasar
  • Vâkıdî, Meğâzî
  • Taberî, Târîh, II/92
  • Taberî, Târîh, II/487
  • Eren Öztürk, Türkler kılıç zoruyla mı Müslüman oldular? Özgürlük Meydanı, Aydınlık, 31 Mayıs 2019
  • Osman Karatay, Türklerin İslam’ı Kabulü, Kripto Yayınevi, İstanbul, 2018, s.180.
  • İbni Haldun, Mukaddime c. I, çev. Turan Dursun, Kaynak Yayınları, 3. Basım, İstanbul, Nisan 2013, s.22, 95 vd, 290; c.II, 2. Basım. İstanbul, Nisan 2013, s.22.

Yazar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Başa dön tuşu
×

Bültene Ücretsiz Abone Olun

Güncel yazıları e-posta adresinize ücretsiz göndermemiz için bültenimize abone olabilirsiniz.

Siz izin vermediğiniz sürece e-posta adresinizi asla paylaşmayacağız. Gizlilik politikamızı inceleyin

Gizliliğe genel bakış

Bu web sitesi, size mümkün olan en iyi kullanıcı deneyimini sunabilmek için çerezleri kullanır. Çerez bilgileri tarayıcınızda saklanır ve web sitemize döndüğünüzde sizi tanımak ve ekibimizin web sitesinin hangi bölümlerini en ilginç ve yararlı bulduğunuzu anlamasına yardımcı olmak gibi işlevleri yerine getirir.

Detaylı bilgi için Gizlilik ve Çerez Politikamız sayfasını inceleyebilirsiniz.

Kapalı

Reklam Engelleyici Algılandı

Makale Arşivi olarak, sizlere değer katacak bilgileri sürekli araştırıyor ve en güncel makaleleri sizinle paylaşıyoruz.
Bu platformu ayakta tutan en önemli destek, reklamlardan elde edilen gelirlerdir. Reklamlarımızı, sizlere en iyi deneyimi sunmak adına, mümkün olan en az rahatsız edici şekilde yerleştirmeye özen gösteriyoruz. Sizden ricamız, bu değerli içeriği sürdürebilmemiz için reklam engelleyicinizi kapatarak bize destek olmanızdır. Desteğiniz, gelişmeleri size ulaştırmaya devam etmemize katkı sağlayacaktır.