Bugüne kadar Türkçe ibadet konusunda iki farklı görüş incelenmiştir:
Birincisi; Kur’an ve diğer ilâhi kitaplar Türkçe’ye tercüme edildi, içeriğini daha iyi anlamaya başladık. Böylece inancımızı daha bilinçlice yaşamaya başladık. Esasen bu İslâm’a ve tüm inançlara büyük hizmettir.
İkincisi; Kur’an, ezan ve duaların Türkçe’ye tercümesi dine suikast, din Protestanlaştırılmaya çalışıldı, dinde reform olmaz, reform dini Protestanlaştırır.
Ayrıca ilk Türkçe ibadet, ilk Türkçe ezan ve ilk Türkçe meal konularında da hep Atatürk dönemi kırılma ve milat olarak gösterilmiştir.
Acaba öyle miydi? Atatürk dönemine kadar Türkçe ibadet konusunda hiç adım atılmadı mı? Atatürk İslâm’ı ve diğer dinleri Protestanlaştırmaya mı çalıştı?
Dahası eğer Atatürk dönemine kadar hiç dinde tercüme, hiç dinde çeşitli çalışmalar yapılmadıysa ve dinde Türkleştirme ve Türkçeleştirme bir gecede mi yapılmaya çalışıldı? Hiç perde gerisi yok muydu? Böyle bir görüş mantığa ve tarihsel gerçekliğe uygun düşer mi?
Haydi gelin bu sorulara ve muamma başlıklara tarihin ışığında birlikte cevap arayalım.
ATATÜRK VE CUMHURİYET ÖNCESİ DİNDE TÜRKLEŞTİRME VE TÜRKÇELEŞTİRİLME ÇALIŞMALARI
Siz dinde Türkleştirme ve Türkçeleştirme çabalarının ilk defa Atatürk döneminde başladığına inanıyorsanız yanılıyorsunuz…
Aslında Kur’an-ı Kerim’in Türkçe’ye çevrilmesi Karahanlılar döneminde yapılmaya başladı…

Karahanlılar döneminde İslamiyet resmi din ilan edilmiş ve yıllardır ihtiyaç duyulan Kur’an mealinin çalışmalarına başlanmıştır.
İlk Türkçe Kur’an çalışmasında kullanılan bu Türkçe dini terimleri yine o dönemlerde yazılmış Kutadgu Bilig ve Divan-ı Lügat-it Türk gibi Türk edebiyatının başyapıtlarında da görülebilmektedir. Nitekim Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig’inin açılışı ‘’Tengri Azze Ve Celle Ögsidin Ayur.’’ sözleriyle başlar. Eski dönemden kalan Tengri ve Çalab’ın dahi Müslüman Türk şair din adamları tarafından kullanıldığı da bilinmektedir. Karahanlılar döneminde yaşamış Pir-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevi’nin 12 dörtlüğü bu gerçeği göstermektedir. Ve Kaşgarlı Mahmud Tengri ile Allah’ı sözlüğünde eş anlamlı olarak vermiştir.
Timur döneminde de kısmen bu yönde çabalar oldu… Hatta Sahipkıran Timur’un beşinci göbekten torunu olan Bâbür Şah, Uygur alfabesinden etkilenerek bir yazı icad etmiştir.

Bazı mektuplarını bu yazı ile kaleme alan Babür Şah, bu yazı ile bir Kur’an da yazdırmıştı.
Yine Osmanlı’ya karşı yıllarca savaşırken sürekli kendine Osmanlı ile Ankara Savaşı’nı yapan Timur’u örnek alan Akkoyunlu Uzun Hasan döneminde de yine kısmen Türkçe dini eğitimlerde ve tefsirlerde kullanılmıştır….
Yine Murat Bardakçı’nın da aktardığı üzere Atatürk Elmalılı’ya Kur’an-ı Kerim’i Türkçe’ye çevirtmeden asırlar önce esasen 17. yüzyılın ortalarında Osmanlı döneminde Türkçe’ye çevrilmiştir. 1840 yılında basılı halde tekrar çevrilmiştir. Yani Osmanlı döneminde de Türkçe meal çalışmaları yapılmıştır.
Elbette Türkçe Kur’an çalışmaları yapılırken Kur’an-ı Kerim dışında kalan Ehl-i Kitapların da ilk Türkçe meal çalışmaları da başlamıştı.
Gayrimüslimler tarafından Tevrat, Zebur ve İncil’den oluştuğu kabul edilen Kutsal Kitap’ın ilk çevirisi malumunuz Kutsal Kitap’ın önsözünde belirtildiği üzere saray tercümanı Ali Bey tarafından 17. yüzyılda yapılmıştır.

Ali Bey yada Türk Musikisine aşina çevreler tarafından bilinen adıyla Ali Ufkî Beyin gerçek adı Wojciech Bobowski’dir. Leh (Polonyalı) bir ailenin çocuğu olarak 17. yüzyılın başlarında Polonya’nın Bobowa kentinde doğmuştur. Ailesi Kalvinist akımına bağlı Protestan mezhebinden olan Bobowski, kariyerine kilise müzisyeni olarak başlamıştır.
Genova Mezmurculuğu türünden etkilenen Bobowski, gençliği boyunca çok iyi bir eğitim almıştır. 1630’lu yıllarda Kamaniçe kalesinin zaptı için yapılan savaşların birinde Osmanlıların eline esir düşmüştür. Esir düştüğünde otuzlu yaşlarında olan Bobowski eğitimli olduğu için saraya alınmış. Müslüman olarak Ali adını almış ama daha sonraları yazacağı şiirlerinde kullandığı Ufkî mahlasından ötürü Ali Ufkî ismiyle anılmıştır. İlk önce Sultan IV.Murad’ın ardından I.İbrahim ve IV.Mehmet (Avcı)’nın himayesine girmiştir. Sarayda geçirdiği ilk 19 yılında doğu müziğini tanımış kısa sürede besteler yapmaya başlamış ve sarayda müzik eğitimleri vermiştir. Ardından Divan-ı Hümayun tercümanlığına getirilmiştir. Hazerfen Hüseyin Efendi Ali beyden Tercüman-ı Sani yani ikinci tercüman olarak bahseder ki o dönemde baştercüman Panayot Efendi olarak bilinen Panayotis Nikoussios’dur. Saraya dışardan atanan Panayot efendi ve yardımcıları Ortodoks Hristiyan olarak dinlerini muhafaza etmişlerdir. Böyle bir ortamda Ali Ufkî Bey 1662 yılında Kutsal Kitabı Türkçeye tercüme etmeye başlamış ve 1664 yılında tercümesini bitirmiştir. 1666 yılında İstanbul’daki Hollanda Elçisi Levin Warner tarafından basılmak üzere Lyen’e gönderilmiş ama 1827 yılında ancak basılabilmiştir. Bugün Ali Ufkî Beyin otantik çevirisi halen Hollanda’dadır.
Şimdi sıkı durun sevgili okurlarım, dinlerin Türkçeleştirilmesi çabaları kapsamında Osmanlı döneminde ve Atatürk/Cumhuriyet öncesinde en cesur hamle olan Türkçe ezan hayata geçirilecekti. Yani bu şu demektir ki ilk Türkçe ezan Atatürk döneminde okutulmadı.
İlk Türkçe ezan tartışmaları 19. yüzyılda Tanzimat sonrası yapılmıştır. Tanzimat döneminin Osmanlı aydını her konuda olduğu gibi ezan konusunda da kafa yormuş ve ezanın Türkçeleştirilmesi konusunu tartışmıştır. Bu tartışmanın önemli isimlerinden biri batılılaşma öncülerinden Ali Suavi’dir. Bu süreçte Galatasaray Mektebi Sutanisi Müdürlüğüne getirilen Ali Suavi bu dönemde Beyazıt ve Ayasofya Camilerinin kürsülerinden halka halkın diliyle onların anlayacağı şekilde hutbeler okumuştur. Dil konusunda hutbelerin, namaz surelerinin Türkçeleştirilmesi gerektiğini hatta Türkçe namaz bile kılınabileceğini savunmuştur. Bu konuda İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin her milletin kuranı kendi diline tercüme ederek ibadet edebileceği fetvasını delil olarak göstermiştir.
Kur’an hükümlerine göre yönetilen Osmanlı zamanında ezanın, hutbenin hatta namazın bile Türkçeleştirilmesi gerektiğini savunulmuş, tartışılmış, düşünülmüştür. Ezanın Türkçeleştirilmesi sadece düşüncede kalmamış uygulamaya da konulmuştur. Yanlış duymadınız. İlk Türkçe ezan Osmanlı zamanında okunmuştur. 1885 yılında İstanbul’u ziyaret eden Macar edebiyatçı İgnaz Kunoş 1926 yılında İstanbul Üniversitesinde verdiği konferansta ilk Türkçe ezanın Osmanlı zamanında okunduğunu şu şekilde ifade etmiştir:
“Gel Şehzadebaşı’ndakı sakin kahveler. Direklerarasındaki kıraathaneler… Biri söylerse öbürü dinler. Akşam da oldu ikindi, mumlar şamdanlara dikildi. Şerefeye çıkmış müezzinler, Kıble tarafına dönüp ellerini yüzlerine örtüp ince ince ezan okumaya başladılar: Yoktur tapacak, Çalabdır ancak.” (Başgöz, 1998)
İşte 1885’te Şehzadebaşı’nda okutulan Türkçe ezanın tam hali:
Yoktur tapacak, Çalaptır ancak,
Tektir o, yoktur ortağı,
Muhammed’tir Yalavacı,
Tanrının öğüşü ona…
Burada Çalap=Tanrı manasındayken Yalavaç=Peygamber manasındadır.
ATATÜRK VE CUMHURİYET DÖNEMİNDE DİNDE TÜRKLEŞTİRME VE TÜRKÇELEŞTİRİLME ÇALIŞMALARI
Kur’an’ın Türkçeleştirilmesini isteyen Atatürk, İslam’dan çıkmayı değil, fakat İslam’ı
Türkleştirerek, Arapların yaşadığından farklı, Türklere has bir din haline getirmek, başka bir ifadeyle İslam’ı “milli din” kılmak istiyordu. Hatta Atatürk ileride bunu gerçekleştirmesi ve bu yönde bir proje hazırlaması için Reşit
Galip’e görev verecektir.
Bütün bunların yanı sıra 1932’de Fatih Camii’nde Türkçe ezan okutulacaktı. Bu da Cumhuriyet tarihinin ilk Türkçe ezanıydı. Zira Türk tarihinin ilk Türkçe ezanı 1885’te Şehzadebaşı’nda okunmuştu.
Elbette İslâm ile ilgili bu çalışmalar gerçekleşirken diğer inançlar ile ilgili de çalışmalara hız verilmişti. Milli Mücadele yıllarında Yunanistan’la ittifak yapan Fener Rum Patrikhanesi’ne bayrak açan ve
“Ben Türk dostu Eftim değil, Türkoğlu Türk Eftim’im. Ben, her zaman, her yerde Türk olduğumu beyan ettim. Bir yabancı, Türk dostu olabilir. Fakat benim gibi halis bir Türk vatandaşının, yabancı bir Türk dostu gibi gösterilmesi, onun milliyetinden şüphe edilmesine delalet eder ki bundan incinmemek, üzülmemek imkânsızdır. Bana Türk demeyip, Türk dostu diyenleri hiçbir surette affedemem.” diyerek Anadolu Ortodokslarının Milli Mücadele saflarında yer alması için çabalayan nâm-ı diğer Papa Eftim olan Chris Zeki Erenerol, Fener Rum Patrikhanesi’yle yollarını ayırıp Türk Ortodoks Patrikhanesi’nin kurulduğunu ilan eder. 1922’de Büyük Taarruz’dan önce Ankara’da ilk toplanan TBMM bahçesinde, Mustafa Kemal Atatürk’ün de hazır bulunduğu bir miting sırasında halka, “Düşmanlarımızın her şeyi var ancak bizim silah ve cephanemiz yok. Fakat göğsümüzde imanımız var, mutlaka kazanacağız. Yaşasın muzaffer Türk ordusu” diyerek seslenmişti. Milli Mücadele’ye katkılarından dolayı Atatürk de Papa Eftim için “O, Milli Mücadele’de bize bir ordu kadar yardım etti” diyecekti.

Milli Mücadele başarıyla sonuçlanıp Cumhuriyet ilan edildikten sonra Atatürk’ün emriyle İncil’in Türkçe meali görevini alan Papa Eftim, Ortodoks Hristiyanlığının Türkleştirilmesi ve Türkçeleştirilmesi işini üstlenir. Osmanlı döneminde Ali Ufki’den sonra Ehl-i Kitap’ı Türkçe’ye tercüme ettirme noktasında Papa Eftim’in emekleri büyüktür. Papa Eftim’i ve Ortodoks Türkleri okumak ve anlamak isteyenler için önerebileceğimiz esas kaynaklar Ümit Doğan’ın Papa Eftim kitabını ve Teoman Ergene’nin İstiklal Harbinin Türk Ortodoksları adlı kitaplarıdır.
SONUÇ
Türkçe ibadet, Türkçe meal konularında hep milat gösterilmeye çalışılan Atatürk döneminde değil, Atatürk döneminden önce başlatılmıştır. Türkler hangi inancı benimserse benimsesin ana dilde ibadeti çok önemsemiştir. Binlerce yıldır devam eden Türkçe ibadet din değiştirilmesiyle dahi terk edilmemiş her zaman olduğu gibi Türk, Yaratıcısına Türkçe yakarmış ve O’nu Türkçe olarak övmüştür.
Kaynakça:
- Başgöz, İlhan (1998). “Türkçe ezan”, Türkiye’de Laikliğin Sosyal ve Kültürel Kökleri, Bilanço Yayıncılık
Makaleye Yorum Yaz Rastgele Makale Getir
Makale Arşivi sitesinden daha fazla şey keşfedin
En son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için ücretsiz abone olun.
İlk ayet OKU diye indi. Maalesef Müslümanlar kitaplarını okumaz oldular. Türkçe okunmaması için de mollaalr ellerinden geleni yaptılar.