
Eskişehir’in Sivrihisar İlçesi, İç Anadolu Bölgesi’nin kuzeybatısında yer alır. İlçe merkezi Eskişehir’e 95 km. mesafededir. Doğusunda Günyüzü ve Ankara; batısında Mahmudiye, Çifteler; kuzeyinde Mihalıççık ilçesi; güneyinde Emirdağ ve Çeltik ilçesi ile çevrilidir[2]. Bu yıl (2025) Ağustos ayının sıcak bir günü Eskişehir-Sivrihisar İlçesine dostum Atilla AYVA ile birlikte gitmiştik. Birlikte gerçekleştirdiğimiz daha önceki ziyaretlerde olduğu gibi Türklüğün bu kadim şehrinde tarihî mekânlara uğramayı planladık. Bu ilçenin tarihî bağlı olduğu Eskişehir’e (Sultanönü Sancağı) kıyas edilirse daha da eski olduğunu düşünenler bile vardır. Tarihî eserleri, yetiştirdiği şahsiyetler itibariyle bölgenin bir övünç kaynağıdır. Hatta Nasrettin Hoca’nın doğum yeri (Sivrihisar’ın Hortu Köyü 1208’de) olması itibariyle “Dünyanın Merkezi” olduğu da farz edilmektedir. Şahsımın doğum yeri Konya/Akşehir olduğu için Rahmetli Orhan Keskin Ağabeyim başta olmak üzere birçok Sivrihisarlı büyüğüm ve arkadaşım “Hilmi kusura bakma Nasrettin Hoca Sivrihisarlıdır” dediğine tanık olmuşumdur. Hâlbuki Türk Dünyasının tüm coğrafyasında “Nasrettin Hoca Türbeleri” vardır ve fıkraları anlatıla gelmektedir. Esasında Bayrak Şairi Arif Nihat Asya şu dizeleriyle iki ilçeyi buluşturmuştur: “Bir beşik kalmış Sivrihisar’da / Akşehir’de bir mezar/ Sayesinde akraba olmuşlar/ Akşehir’le Sivrihisar….” Bu dizeler Türkistan’dan Balkanlara kadar uyarlanabilir. Eşim Müjgan Hanım, oğlum Göker ile birlikte Romanya/ Babadağ-Köstence’de “I. Uluslararası Sarı Saltuk Buluşması 9-12 Kasım 2012[3]” etkinliklerine katılmıştık. Yavaş yavaş yürüyerek Sarı Saltuk Türbesine giderken yanımızda konuşmaları Anadolu Türkçesi olan bir teyze ve eşi de yürüyordu. Kıyafeti Anadolu’da köylerimizdeki kıyafetle, başında tülbent ayağında şalvar konuşa konuşa türbeye yaklaşmıştık. “Teyze” dedim “biz Eskişehir’den geldik siz nerelisiniz?” “Evladım biz Bulgaristan’ın Nasrettin Hoca köyündeniz” deyince Hoca Nasrettin’i Özbekistan, Azerbaycan, Türkiye ve daha otuzun üstünde yerdeki türbeleri anlamış; onun “ortak miras şahsiyet” olmasının önemini bir nebze de olsa kavramaya çalışmıştım.
Bu satırlarda Sivrihisar’ın sessiz o denli de tarihî kayıtlara geçmiş Ali Dede’den bahsedeceğim. Atilla AYVA ile Sivrihisar’a her gittiğimizde sessizce türbesinde adeta Sivrihisar’ın öncü kimliği ile bizi (giderseniz sizi) karşılamaktadır. Gedik mahallesinde mütevazı hali ile uğrarsanız hoş uğramazsanız yine hoştur. Fakat türbe bakım gerektirmekteydi. Bu yıl (2025) emeği geçenlerden Allah razı olsun; bakımı da tamamlanmıştır.

Ali Dede Türbesi Giriş Kapısı
Unutmamak gerekir ki bu türbeler ve tüm tarihî eserler Türk Milletinin her yerde tapu senetleridir. Sivrihisar Erken Türk Uygarlıklarından olan Frig Krallığından Oğuz Türkmen boylarına kadar Türklerle iskân olmuş kadim bir Türk coğrafyasıdır. Daha geniş bir yazımızda “Erken Türk Uygarlıklarından Oğuzlara Sivrihisar” başlığı ile kaleme alınacak yazıyı okuyucularla daha sonra buluşturmak üzere “Evliya’ullah’tan Ali Dede” üzerine yazımıza geçilebilir. Ali Dede’nin tarihî kaynaklardaki hatırası “Kitab-ı Cihan-Nümâ Neşri Tarihi”nden okunabilmektedir. “İkinci Bayezid devri ilim adamlarından Müderris Mevlana Mehmed Neşri tarafından Kitâb-ı Cihan- nümâ adı altında telif edilen ve Hicri 898 ( M. 1492) yılında tamamlanarak o tarihlerde padişaha sunulduğu tahmin olunan ve “Neşri Tarihi” adı altında tanınmış bulunan eserin, XIV. ve XV. Yüzyıl Osmanlı tarihi olayları hakkında, çağdaş diğer yazma Osmanlı tarihlerine nazaran daha tafsilatlı ve çeşitli bilgi verdiği malumdur”[4].
Ali Dede’nin Türbesine girildiğinde sağ taraftaki duvarda “Ahmet Bican ATMACA” tarafından Neşrî Tarihinden sadeleştirerek daktilo edilen Ali Dede’nin aşağıdaki “Hayat Hikâyesi” bulunmaktadır.


Ali Dede Türbesi Girişinde Sağ Taraftaki Duvarda Ahmet Bican ATMACA’NIN Açıklamaları
Sadeleştirilmiş yazıya girişte şu açıklamalar yazılmıştır: “Ali Dede merhum Yıldırım Beyazıt (d. 1354–ö. 1403) (Ali Dedenin ölümü II. Murat ( d. 1404- ö. 1451 ) döneminde olduğuna göre gençliği Çelebi Mehmet ( d.1386 – ö.1421) dönemine rast gelmektedir H.Ö.) ile Selçuklu Beyliklerinden Karamanoğlu Beyliği dönemlerinde yaşamış bir Ahi büyüğüdür. Halk tarafından sevilmiş kendisine “EMİN İNSAN” denilmiştir. Osmanlılar ve Karamanoğulları döneminde yapılan savaşlarda Sivrihisar kadınlarını Karamanoğlu II. İbrahim’in zulmünden korumak için her zaman Ali dede görevlendirilmiş ve hizmet esnasında Karamanoğlu İbrahim’in askerleri tarafından şehit edilmiştir. Sivrihisar kadın ve kızları o zamandan bu yana türbesini ziyaret ederek Fatiha okur ve bir giysi ziynet eşyası takarlar. Türbesi adeta çeyiz evini andırır”[5]. Ali Dede’nin katledilmesi Osmanlı Padişahı II. Murat ( 1404- 1451 ) Karamanoğlu II. İbrahim’in (1406 – 1464) dönemlerinde vuku bulmaktadır. “Hikâyet-i hurûc-ı Murat Han İlâ Karaman bi gaaretihi” başlıklı bölümünde Ali Dede olayı anlatılmaktadır.
Mehmed Neşri’nin “Kitab-ı Cihan-Nümâ Tarihi” özgün metin şöyledir: Şöyle rivâyet olunur ki, çün Karaman oğlu İbrahim Bey ……. dört yanını yaka yıka, haramilikler ede ede, Sivri- Hisar’a geldi. Sivri- Hisarlı Karaman oğlu’nun hareketini duyup, dahi gelmezsizin kaçıp, hisara girmişlerdi. Karaman Oğlu zâlim, geldiği gibi, hisarı muhasara edip, savaş yürütmeğe başladı. Karaman oğlu Selamlık’tan yürüyüp, oğlu Kızılca – Kule’den yürüyüp, Varsak ok yağdırıp kale cengini ederlerdi. Selçuk Bey merhum, ol vakit Sivri-Hisar’da bulunup, ne kadar zimmi kâfir varsa öne tutup, halkı cenge haris edip, kaleden tüfek ve darbuzan yağdırıp, Karaman askeriyle ceng ederlerdi. Karaman oğlu dahi hisarı açlıktan ve susuzluktan bunaltıp, gaayel zebun etmişti. Kale dizdarı ve şehir uluları bir yere gelip, “Karaman oğlu hisarı darb-ı destle almak mukarrer oldu, Tedarik edin. Avret oğlan elden geçmesin, dediler. Ne kadar kız, gelin varsa ayağına papuç geydirip, geceyle Uğrun-Kapı- dan Mudurnu’ya göndermeyi reva gördüler. Kendileri(ni)n başlarına ne yazıldı ise göreler. Ol zamanda Ali Dede derlerdi, Evliya’u-llâhtan bir “aziz var idi.

“Ol zamanda Ali Dede derlerdi, Evliya’u-llâhtan bir “aziz var idi”
“Altı sarı çizgi ile işaretlenmiş cümle”
Kitab-ı Cihan-Nümâ Neşri Tarihi II. Cilt, s. 638.
Anı baş dikip ve bir nice mu’temedün “aleyh pirler dahi koşup; geceyle nısf-ul leylde Uğrun-Kapı’ya geldiler ki, kızı ve gelini alıp, kaçalar. Karaman oğlu dahi hisarın bunaldığını bilip, kapıları bekledirdi. “Ali Dede tecessüs etmeğe, kapıdan taşra çıkınca Uğru – Kap önünde kayalar ardında pusudaki halk Ali Dede’yi karvadilar. Hisardan çağrışıp eyitti(ler): “Bire zâlimler, ol kişiyi incitme(yi)n : Velâyeti zâhir olmuş kimesnedir., dediler. Ol zâ- limler eslemeyip, hemen başını kesip, şehit ettiler. Çünki Ali Dede’nin başı gövdesinden cüdâ düşüp, ba’dehü cesedinin üzerinde bir nice zaman dönüp, bülend avâz ile kelime-i tevhid ederdi. Karamanlı bu hali görüp, dahi nefesi tutulup, niye uğradıklarını ‘bilip, hemen Ali Dede’nin mübarek başını getirip, dahi bir nice zaman esneyip, hareket eyleyicek, bu kişiler Ali Dede’ye olan vakayı bir bir Karaman oğlu’na haber verdiler (Hicretin 845’i M. 1441-1442). Uğru – Kapı’dan taşra çıktığını, bunlar dahi karşı gelip, tuttuklarını, hisar bedenindeki halk çağrışıp “öldürme(yi)n, ol kişi velidir,, dediklerini, bunlar dahi öldürüp, öldürenin elleri kuruduğunu, merhumun başı gövdesinden cüdâ düştükten sonra cesedinin üzerinde nice zaman dönüp lå ilâhe illa’llah âvâzı geldiğini, Beylerine tafsîliyle “arz eylediler. Karaman oğlu bu kişilerin cevaplarını işidip, başın dahi hareketini görücek can başına sıçrayıp, “Bire beni er hışmına oğrattınız, deyip, Ali Dede’yi şehit edenin, buyurdu, boynunu vurdular. Andan Karaman oğlu, bir lahza, dahi tehir etmeyip, hemen o saat Sivri-Hisar’dan kalkıp, tâ Kütahya’ya gelince vurup, gaaret ettiler. Ol taraftan tâ Enguriye varınca ne Seyyid – Gazi’yi ve ne Bolvadin’i kodu, urdu. Elkıssa, ayağı bastığı yerlere zulmü kemalinde kıldı. Nesneler etti ki, dile almağa yaramaz. Ve dahi Akhisar’ı ve Bey-şehri yakup yıkıp, viran eyledi. Andan oğradığı yerleri yaka boza vilâyetine vardı. Karaman oğlu, Ali Dede’nin mübarek naşını alıp, bile gitmişti, iledip, Lârende (Karaman)’de defn edip, üzerine türbe yapıp, mübâlağa vakıflar koyup, ziyâret-gâh etti. Ve Sivri-Hisar halkı dahi, Karaman oğlu’nun gittiğini görüp, kaleden çıkıp, Ali Dede’nin namazını kılıp, mübarek cesedini alıdıp, hisar altında defn edip, anın-dahi üzerine türbe dahi yapıp ziyaretgah ettiler. Şimdi dahi ziyâret-gâhdır. İtikad ile türbesine ziyârete gelen hasta sıhhat ve şifa bulup gider. Rahmet ul-ilãhi aleyh[6]. Andan Sultan Murat (II), Karamanoğlu’nun yağı olup, iller urup, Müslümanlara ettiği hakaretleri işitip, asker-i azim cem ettikten sonra ne kadar kendisine tabi kafir çerisi varsa bile alıp, gelip Konya’ya çıkıp Karamanoğlu kaçıp, taşa girdi. Alaaddin Çelebi bin Murat Han babası ile yürüyüp, Karaman illerini yakıp Lârende’yi vurdu. Konya ve Lârende’yi cem-i vilayeti ile harap etti. Ol vakit ol kadar mezalim oldu kim, Osman Beylerinden o vakte değil kimsesi o kadar zulüm etmiş değildi. Bunca mezalime sebep Karaman oğlu İbrahim Bey oldu. Ve bir cümle Karamanoğlu’nun hatunu ki, Sultan Murat’ın kız kardeşiydi. Anınla dahi veziri Kara Serveri Sultan Murat’a viribidi eyitti: beni devletli sultanımdan dilek edin. Ayrık tevbe-i rabbena bunun gibi bir iş etmeyeyim” dedi. Bunlar gelip Hünkarın ayağına düşüp tasarruf ettiler. Hemşiresi hünkara eyitti “ Çünkü gelip benim evimi böyle harap edecek idin, Beni buna verip ne dersin? deyip tasarruf edip ağladı. Hünkar terahhum edip Kara Server’e eyitti: Sen boynuna alır mısın ki ayrık şirret etmeye.. Kara Server eyitti “ Devletli Sultanım evvelki hatasından ben bile değildim. Ve bu hatasına dahi rızam yoktu. Hep Turgud oğlanlarının iğfası ile oldu. Kendi dahi hatasına mu’terif olup ben kuluna eyitti, var Hünkarı inandır, suçumu affettir dedi. Hünkâr dahi Karamanoğlu’nun yaramazlıklarına kalmayıp, suçunu affedip, dönüp gittiler. Ve bu hadise hicretin sekiz yüz kırk altısında (M. 12.V. 1442-30.IV. 1443)vaki oldu [7]. Karamanoğlu İbrahim Beyin Sultan Murat’dan aman dilemesi ve ona bilinen tarihî bir ahidname vererek Osmanlı-Karamanoğulları gerginliği duruldu. Paris ve Konya nüshaları bulunan ahidnamede şunlar yazmaktadır:
“İbrahim Beyin barışı sağlayabilmek ve varlığını devam ettirebilmek için Osmanlı padişahına vermiş olduğu sözler yer almaktadır. Her iki nüshada da büyük benzerlik gösteren fakat başlangıçları farklı olan mu’ahede şartlarını şu şekilde sıralamak mümkündür: Paris nüshasında şartlar kısmına: Merhum ve mağfür Mehmed Han oğlu Murad Begün şerif nefislerine ve canlarına ve ırzlarına ve dostlarına ve memleketlerine ve vilayetlerine ve vilayetlerindeki şehirlerine ve kalelerine ve kuralarına ve sınurlarına ve oturur raiyetlerine ve göçlerine ve beylerine ve vezirlerine ve sipahilerine ve kullarına ve etbaına ve eşyaına ve cemi taallükatlarına zahiren ve batınan hiç veçhile düşmanlik etmeyim ve ettirmeyim ve etmek isteyene dahi şerik olmayim ve muavenet etmeyim ve kimesne etmek dilese elümden geldüği kadar men ve def idem, Taksirlik etmeyim, dostlarına dost ve düşmanlarına düşman olam ve devletlerine ziyan gelecekyerde olmayim …. diye başlarken, Konya nüshasında ise; ziyade ibram ve inbisat etmeyim dostlarına dost ve düşmanlarına düşman oldum ve devletlerine ziyan gelecek yerde olmayım … diye başlamaktadır. Görüldüğü gibi her iki nüshanın şartlar kısmı, buraya alınmış olan son cümleleri ile aynılaşmakta ve metin, her iki nüshada da çok az istisna ile sonuna kadar aynı olarak devam etmektedir[8]”. Allah üzerine yeminederek, hiçbir şekilde ahidnamede sıralaya gelmiş olduğu ahdini bozmayacağını, ahdini bozup kefaret vermeyeceğini ve verdirmeyeceğini, yine Allah üzerine yemin ederek, ahdini bozarsa her eziyetin, zahmetin ve yeminin kendi üzerine olmasını, Allah’ı şahit göstererek dosdoğru and içtiğini, hile ve istisna yapmadığını ve ahdine muhalefeti olmadığını, ahdinin dışına çıkmayacağını şayet ahdini bozarsa elinde tuttuğu Tanrı kelamının (Kur’an-ı Kerim) kendisine ve çocuklarına düşman olmasını (veya kendisinden ve çocuklarından alacaklı olmasını) ve yeminin gereğinin kendi üzerine olmasını söylemekte ve mu’ahede; “yeminimize Allah vekildir ve O, vekil olarak bize yeterlidir[9]” mealindeki Arapça bir ibare ile sona ermektedir: “ve ‘llahu ‘ala ma nakulu vekilun ve hüve hasbi ve ni’me ‘l-vekil”. Metnin tamamında Karamanoğlu II. İbrahim Beyin ne kadar zor durumda olduğu açıkça görülür. Mu’ahede metni daha önce de belirtildiği üzere, Osmanlı sultanına övgülerle başlamakta ve sultana samimi olarak bağlılık ve hizmetkarlığı vurgulayan cümlelerle devam etmektedir[10]. Bu mu’ahede ile Osmanlı Devleti ve Karamanoğulları arasında bir barış tesis edilmiş ve bu barış bir müddet devam etmiştir. Karamanoğlu II. İbrahim Bey de en azından Sultan Murad’ın ölümüne kadar, yeminine sadık kalmıştır. Zira Haçlılarla Osmanlı Devleti arasında cereyan eden Varna ve II. Kosova savaşlarında, Osmanlı ülkesine taarruzda bulunmak yerine, Osmanlı ordusuna yardımcı kuvvetler göndermiştir. Görünen o ki İbrahim Bey bu dönemde Osmanlılarla uğraşmak yerine, yönünü güneye çevirmiştir ve buna bağlı olarak da 1448 yılında Kıbrıslıların elinde bulunan Gorigos’u zapt etmiştir[11]. Karaman ülkesinin Osmanlı devletine geçmesi, bilindiği gibi, Fatih Sultan Mehmed zamanındadır ve Karamanoğlu İbrahim Bey’in 868 (1464) de ölümü üzerine açılan mücadeleler sonucunda vuku bulmuş, fakat daha sonra da bu ülke üzerinde hakimiyet iddiaları bir müddet sürüp gitmiş, kesin ilhak II. Bayezid devrinde olmuştur[12]
Sonuç
Ali Dede’ye karşı askerlerinin işlediği cinayetten Karamanoğlu II. İbrahim Beyin pişmanlık duyması ve olaya karışanları cezalandırması arifler nezdinde bir nebze de olsa onu aklamıştır. Ayrıca Bizans ve Haçlılara karşı mücadele eden Osmanlı Devletine karşı II. Murat Hana bir ahidname ile söz verip sözünü tutması da Türk tarihi açısından önemlidir.
Yazımızın bugünkü konusu “Evliya’u-llâhtan Ali Dede”nin başsız gövdesinin bulunduğu türbenin 2025 yılında Sivrihisar’da yeniden tamir ettirenlere teşekkür ve bu mekândaki Allah dostunun hatırasını yâd etmektir. Mübarek başı ise Neşri Tarihinde de anlatıldığı gibi Karaman’da bulunmaktadır: “Karaman oğlu, Ali Dede’nin mübarek naşını (Ali Dede’nin mübarek başını) alıp, bile gitmişti, iledip, Lârende (Karaman)’de defn edip, üzerine türbe yapıp, mübâlağa vakıflar koyup, ziyâret-gâh etti” Neşri’nin bu kaydı üzerine şu an elimizde bulunan belgeler üzerinden hareket edildiğinde Lârende’nin “Karaman ilinin, ilk defa Gedik Ahmet Paşanın sadrazamlığı sırasında, H. 881 (1476) de, vakıflarının ve emlâkinin tesbit edildiğini görüyoruz ki, buna göre eyâletin ikinci livası Lârende idi ve şu suretle 11 şehir ve kasabadan mürekkep gösteriyordu. 1 — Konya, 2 — Lârende, 3 — Seydişehir ve Bozkır, 4 — Beyşehri, 5 — Akşehir, 6 — Ilgın, 7 — Niğde ve Şücaaddin ve Enduki 8-Ürgüb 9-Ereğli, 10 – Aksaray, 11 — Koçhisar. Lârende, H, 922 tarihinde (Tapu deft. No. 58) ve H. 929 tarihinde (Tapu deft. No. 392) sancak statüsünde idi ve mirlivâ olarak Mustafa Bey adında birisi bulunuyordu. Fakat kısa bir süre sonra, diğer bir tahrir defteri Lârende’nin sancaklıktan bozulup sipahilerinin Konya sancağı sipahileri ile sefere gittiklerini işaret etmektedir (Tapu defteri No. 387). Yani ayrı bir sancak beyi bulunmuyordu[13].
Kanunî Sultan Süleyman devrinde Lârende şehrinde 33 mahallede 462 hâne (ayrıca 18 gebran hanesi) ve 570 nefer kayıtlıdır. (387 Numaralı tapu defteri). Bu mahallelerin adları şöyle sıralanmıştır: Faruk, Kaşud, Dahhâk Hatip, Sekiz-çeşme, Seyyar Şeyler, Külhan (Savcı) Ömer-hoca, Ali-Şeyh, Bâzarı galle-i Köhne Hacı-cellâd, Kadı-dükâni, Kûçük-dede, Abbas, Ahi-Osman, Çelenk, Taptık-Emre, Mansur dede, Ebremlü Sarı, Kirişçi-pâre Hoca-Mahmud, Ulu-Zâviye, Karaltı Kiçi-Zâviye, Hisar-İçi Emeksuan, Şam-bazarı Eski-Pazar-pâre, Şeyh-Alâeddin, Zimmiyân, Lârende’de bu tarihte bir imaret, 4 cami, 25 mescid, 7 medrese, bir dârülhadis, 3 dârülhuffaz, bir muallim-hane, 10 zaviye, 1 kalenderhâne, bir haydarî-hâne, 7 hamam, 246 dükkân, 65 sanduk (20 tanesi bedestende, 45 tanesi iplikçilerde), 13 vakıf hanesi mevcuttu[14]. M. Tayyib Gökbilgin araştırmasında tahrir defterlerinde vakıfların XII. Asırdan itibaren Kanunî Sultan Süleyman devri başlarına kadar genel tablosunu da vermektedir[15]. Bu vakıflar arasında “Neşri Tarihi”nde Karamanoğlu İbrahim Bey’in Ali Dede adına yaptırdığı vakfı bulamasak da mahalle isimleri de dâhil araştırmacıları bekleyen birçok başlık yer almaktadır.
Örneğin Taptuk Emre’nin Ankara/Nallıhan, Aksaray, Manisa/Kula, Afyon-Sandıklı, Sivas, Erzurum, Aksaray, Isparta Keçiborlu ve birçok yerde kabrinin olması ile isminin o yüzyıllarda Karaman’da (Lârende) bir mahallede bulunması da dikkat çekicidir. Aynı şekilde Yunus Emre Türbesinin Sivrihisar, Karaman gibi Türk dünyasının birçok yöresi tarafından sahiplenilmesi arkeolog, mimar, tarihçi ve sanat tarihçilerini beklemekte olan konulardan sadece birkaçıdır. Lârende Ali-Şeyh (Dede) Mahallesi ismi ile Sivrihisar Ali Dede Türbesi de bunlar arasında bulunmaktadır.

Türbenin Bulunduğu Sivrihisar Ali Dede Sokağı
Ali Dede gibi nice Allah dostunu hatırlama ve hatırlatma biz torunlarının birincil görevleri arasındadır. Türk milletinin çekildiği birçok vatan topraklarında camilerimiz, türbelerimiz, medreselerimiz, köprülerimiz, çeşmelerimiz, “Erken Türk Uygarlıkları” eserlerimiz yıkılmış ve Türk’ün hafızası yok edilmeye çalışılmıştır. Arkeolojik araştırmalarıyla ortaya çıkan Güney Doğu Anadolu’da Göbeklitepe, Karahantepe, Boncuktepe gibi Altay-Baykal-Türkistan bağlantısı ortaya konmuş Erken Türk uygarlıklarının bilinmesi bile örtülmeye çalışılmaktadır. Türk Milleti on binlerce yıldır getirdiği irfanının mayasıyla her uygarlığın mirasına sahip çıkmış ve bugünlere getirmiştir. Fakat binlerce yıllık Balkan coğrafyasında bile Türk milletinden kalan tarihî eserlere karşı yapılan yok etme uygulamaları Türk Milletine yapılan haksızlığın en acı örneklerinden biridir. Anavatan Türkiye’de Türk evlatlarının atalarının bıraktığı tarihî ve manevî hatıralara sahip çıkması ise gelecek kuşakların varlık ve yaşama güvencesidir. Eserlerimizin unutulması ve kaderlerine terk edilmesi gelecek kuşakların da kimsesizliği ve yabancıların vicdanına bırakılması ile eş anlama gelmektedir. Türk’ün bunca acı ve kayıplarından sonra tarihinden kendisine emanet edilen hiçbir somut olmayan kültürel değeri, mimari eser yahut tarihi bir şahsiyeti unutma ve unutturmaya hakkı yoktur. Kitab-ı Cihan-Nümâ ve Ali Dede’nin Türbesini yeniden tamir ettiren “Yüksek Bilinç” Türk Milletine bunları anlatmaktadır.

2025 yılında Ali Dede Türbesi Tamiri
Birçok Osmanlı tarihçisinin naklettiği gibiMehmed Neşri de Türklerin Oğuz Han’a Zülkarneyn dediklerini yazarak, mutlaka Türk Milletine büyük bir görev vermekte aynı zamanda bir “bilinç dünyası/atmosferi” oluşturmak istemektedir: “Oğuz’la atası Kara Han arasında yitmiş biş yıl kıtal-ı kesire vaki olub ahir ül-emr Kara Han maktul olub Oğuz, atası elinde olan memalike bi’l-külliyye malik olub, sıyt u sedası artub şarkdan garbe varınca rûy-i zemine müstevli oldı. Ve bu kaziyye İbrahim Halil aleyhisselam zamanında idi Ana iman getürmişdi. Etrak (Türkler) şöyle zu’um iderlerdi ki, Hak subhanehu ve teala Kellam-ı Kadiminde zikr itdüği İskender – i Zü’l-Karneyn meğer bu ola dirlerdi”[16].
Kaynaklar
- 1-Ahmet Bican Atmaca, Ali Dede, Türbe İç Mekân Giriş Sağ Taraf Duvardaki Tanıtım Yazısı (Neşri Tarihinden Sadeleştirilmiş), Tarihsiz, Sivrihisar-Eskişehir.
- 2-Alaaddin Aköz, Karamanoğlu II. İbrahim Beyin Osmanlı Sultanı II. Murad’a Vermiş Olduğu Ahidname, Tarih Araştırmaları Dergisi, Yıl 2005, Cilt: 24 Sayı: 38: 71-92.
- 3-Mehmed Neşri, Kitab-ı Cihan-Nümâ Neşri Tarihi I-II. Cilt, Yayınlayanlar: Faik Reşit Unat, Mehmed A. Köymen, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1957.
- 4-M. Tayyip Gökbilgin, XVI. Asırda Karaman Eyaleti Ve Lârende Karaman Vakıf ve Müesseseleri, s.29-38.
- 5-Orhan Keskin, Bütün Yönleriyle Sivrihisar, Bayrak Matbaası, İstanbul, 2001.
- [1] Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü
- [2] Orhan Keskin, Bütün Yönleriyle Sivrihisar, Bayrak Matbaası, İstanbul, 2001., s.21.
- [3] I. Uluslararası Sarı Saltuk Buluşması 9-12 Kasım 2012, Editör: Gıyasettin Aktaş, Uluslar arası Kalkınma ve İşbirliği Derneği (UKİD) Yayınları, 2013, İstanbul.
- [4] Mehmed Neşri, Kitab-ı Cihan-Nümâ Neşri Tarihi I. Cilt, Yayınlayanlar: Faik Reşit Unat, Mehmed A. Köymen, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1957, s. IX(Önsöz).
- [5] Ali Dede Türbesi Girişinde Sağ Duvarda Çerçeveli Cam Korunaklı Duvar Yazısında Ahmet Bican ATMACA’NIN Açıklamaları (Neşri Tarihinden Sadeleştirilmiş,)-Sivrihisar-Eskişehir, Tarihsiz.
- [6] Mehmed Neşri, Kitab-ı Cihan-Nümâ Neşri Tarihi II. Cilt, Yayınlayanlar: Faik Reşit Unat, Mehmed A. Köymen, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1957, s.637-641.
- [7] A. g. e., s. 643.
- [8] Alaaddin Aköz, Karamanoğlu II. İbrahim Beyin Osmanlı Sultanı II. Murad’a Vermiş Olduğu Ahidname, Tarih Araştırmaları Dergisi, Yıl 2005, Cilt: 24 Sayı: 38: 79.
- [9] “Kendisine dayanılıp güvenilecek vekil olarak Allah yeter”. Nisâ / 81. Ayet’den ilhamla.
- [10] Alaaddin Aköz, a.g. m. s. 81.
- [11] Alaaddin Aköz, a.g. m. s. 82.
- [12] M. Tayyip Gökbilgin, XVI. Asırda Karaman Eyaleti Ve Larende Karaman Vakıf ve Müesseseleri, s.29.
- [13] M. Tayyib Gökbilgin, a. g.,m.s. 32.
- [14] M. Tayyib Gökbilgin, a. g.,m.s. 35.
- [15] M. Tayyib Gökbilgin, a. g.,m.s. 36-38.
- [16] Mehmet Neşri (I. Cilt), a. g. e., s. 11.