Asya’dan başlayan Türk göçü, Balkanlar ve Batı Avrupa’da 50 milyonluk bir nüfus yarattı.
Gittikleri her yerde başarılara imza atan Türkler, buna rağmen ırkçı yerli halk tarafından hep horlanıyor.
Çarıklılar hikâyesinden, ‘BioNTech ile COVID-19’u tedavi edenlerin hikâyesine dönüşen Avrupa Türkleri…
Sizlere anlatacağım öyle bir hikâye ki, milenyumu geçen asırlar önce başlamış ve bugün hâlâ devam eden bir hikâyedir.
Avrupa göçü ile başlayayım:
Avrupa Türk nüfusu, günümüzde 50 milyonu bulan geniş bir topluluğu kapsıyor. Bu nüfus, Türkiye’nin Avrupa yakasından, Balkanlar’daki köklü Türk topluluklarına, Batı Avrupa’daki işçi göçü dalgasına ve Türkçe konuşulan coğrafyalardan gelen sığınmacılara kadar çeşitlilik gösteriyor.
Türklerin Avrupa’ya ayak basması, Orta Asya’dan büyük göç dalgalarıyla başladı. Avarlar, Hunlar ve Bulgarlar gibi Türkçe konuşan halklar, Avrupa’nın ilk sakinlerinden oldular. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde ise bu bağlar daha da güçlendi. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu döneminde Balkanlar’da geniş bir Türk nüfusu yerleşik hale geldi. Ancak 19 ve 20’nci yüzyılda savaşlar, zorunlu göçler ve nüfus mübadelesiyle darbe aldı.
1960’larda, Türkiye ile Batı Avrupa ülkeleri arasında yapılan işçi göçü anlaşmaları, Türklerin Avrupa’daki demografik ve ekonomik varlığını dönüştüren bir dönüm noktası oldu. Özellikle Almanya, Hollanda, Belçika ve Fransa gibi ülkeler, Türk işçilerini ağırladı. İlk kuşak, zorlu çalışma koşullarında “misafir işçi” olarak kabul edilse de, sonraki nesiller, bu ülkelerde kalıcı hale geldi. Bugün Avrupa Türkleri, iş dünyasından sanata, siyasetten spora geniş bir yelpazede aktif rol oynuyor.
Türk girişimciler, Avrupa ekonomisinde önemli bir yer edindi. Avrupa’da 200.000’e yakın Türk girişimcinin faaliyet gösterdiği biliniyor. Özellikle Almanya ve Hollanda’daki Türk girişimciler, binlerce kişiye iş imkânı sağlıyor. Hollanda’daki Türk girişimciler, ülkelerinin ekonomisine hem Avrupa’da hem Türkiye’de büyük katkı sağlıyor.
Türkler, Avrupa siyasetine de güçlü bir şekilde entegre olmuş durumda. Hollanda, Almanya, Belçika, İsveç, Danimarka ve Fransa gibi ülkelerde Türk kökenli milletvekilleri ve yerel yöneticiler dikkat çekiyor. Bulgaristan’daki Haklar ve Özgürlükler Hareketi, Avrupa Parlamentosu’nda Türk azınlığın sesi olarak temsil ediliyor. Genellikle sol partilere destek veren Türk seçmenler, aynı zamanda muhafazakâr partilerde de temsil ediliyor.
Avrupa’daki Türk dernekleri, topluluğun bir arada durmasına ve sosyal, kültürel haklarının korunmasına önemli katkılar sağlıyor. Pek çok isim altında birleşen dernekler, Türklerin ekonomik ve sosyal entegrasyonuna öncülük ediyor. Eğitim, kültür ve gençlik alanında faaliyet gösteren bu dernekler, Türk diasporasının sesini daha fazla duyuruyor.
Günümüzde Türkler, Avrupa’da hem eğitim hem iş alanında yükselen bir grafik çiziyor. Üniversitelerde Türk öğrencilerin sayısı artarken, birinci nesil Türklerin önemli bir kısmı emeklilik sonrası Türkiye’ye dönmeyi tercih ediyor. Yüksek eğitimli gençler ise Avrupa ve Türkiye arasında köprü kuruyor.
Bugün Avrupa, Türklerin izlerini her alanda taşıyor. Ekonomik başarı hikayeleri, siyasetteki etkileri ve kültürel katkılarıyla Avrupa Türkleri, köklerini unutmadan geleceğe yön veren bir topluluk olarak öne çıkıyor. Bu hikâye, sadece Avrupa’daki Türklerin değil, iki kıta arasında köprü kuran bir medeniyetin de hikâyesi.
Bugün Avrupa, Türklerin izlerini yalnızca iş ve siyasette değil, sanat, spor, akademi ve sosyal girişimcilik gibi pek çok alanda taşıyor. Türk girişimcilerin restoranlardan teknoloji start-up’larına kadar uzanan başarı hikayeleri, yalnızca kendi topluluklarına değil, bulundukları toplumlara da katkı sağlıyor. Türk mutfağı, Avrupa’nın her köşesinde kültürel bir lezzet haline gelmiş durumda. Kebap restoranlarından gurme Türk restoranlarına kadar geniş bir yelpazede yer buluyor.
Spor dünyasında yetişen Türk kökenli futbolcular, Avrupa’nın en prestijli kulüplerinde forma giyiyor ve bu başarı, genç nesiller için rol model oluşturuyor.
Türk diasporası, Avrupa’nın kültürel zenginliğine önemli katkılar sunuyor. Türk kökenli sanatçılar, yazarlar, müzisyenler ve film yapımcıları uluslararası platformlarda büyük beğeni topluyor. Feridun Zaimoğlu gibi yazarlar, Türk kimliği ve göç deneyimini edebiyata taşırken; Fatih Akın gibi yönetmenler, filmleriyle Avrupa’da göçmenlerin hayatlarını beyaz perdeye taşıdılar. Bu sanatçılar, kültürler arası diyalogun ve empati geliştiren hikyelerin yaratılmasında öncü rol oynadılar. Ayrıca genç nesiller, modern dijital platformlarda içerik üreterek hem Türk kültürünü tanıtıyor hem de küresel bir kitleye hitap ediyorlar.
Avrupa’daki Türk kadınları, toplumda ve ekonomide önemli bir güç haline gelmiş durumda. Girişimci, öğretmen, sağlık çalışanı, avukat veya sanatçı olarak, hem Türk toplumunun hem de Avrupa toplumlarının gelişiminde aktif rol oynuyorlar. Eğitimli ve bağımsız bir nesil, toplumsal cinsiyet eşitliği ve insan hakları konusunda da fark yaratıyor. Ayrıca kadınların liderlik ettiği sosyal girişimler, dayanışma kültürünün en güzel örneklerini sergiliyor.
Türk kökenli akademisyenler ve bilim insanları, Avrupa’nın önde gelen üniversitelerinde ve araştırma merkezlerinde görev alıyor. Tıp, mühendislik, sosyal bilimler ve teknoloji gibi alanlarda Türk araştırmacılar büyük başarılara imza atıyor.
Prof. Dr. Uğur Şahin ve Dr. Özlem Türeci’nin BioNTech ile COVID-19 aşısını geliştirmesi, bu başarıların en güncel ve çarpıcı örneklerinden biri olarak dikkat çekiyor. Bu başarı, Türk diasporasının bilim ve teknoloji alanında da küresel bir fark yarattığını gösteriyor.
Avrupalı Türkler, anavatanları Türkiye ile güçlü bağlarını korumaya devam ediyor. Eğitim, yatırım ve kültürel projeler yoluyla Türkiye’ye katkı sağlıyorlar. Her yaz Türkiye’ye giden on binlerce Türk vatandaşı, bu bağları güçlendirirken, aynı zamanda iki ülke arasındaki ekonomik ve kültürel etkileşimi artırıyor. Avrupa’dan gelen yatırımlar, Türkiye’nin modernleşme ve büyüme sürecinde önemli bir rol oynuyor.
Bu başarı hikâyelerinin ardında elbette çeşitli zorluklar da bulunuyor. Ayrımcılık, yabancı düşmanlığı ve entegrasyon sorunları hâlâ gündemde. Ancak Türk toplumu, bu engelleri aşma konusundaki kararlılığını her defasında gösteriyor. Eğitim, iş hayatı ve siyaset gibi alanlarda elde edilen başarılar, genç nesillere umut ve motivasyon kaynağı oluyor. Sosyal uyum politikalarının güçlendirilmesi ve ayrımcılıkla mücadele çabaları, Türk toplumunun daha güçlü bir şekilde yerleşik hale gelmesini sağlıyor.
Avrupa Türkleri, yalnızca yaşadıkları ülkelerde değil, küresel düzeyde de etkili bir diaspora haline geliyor. Avrupa’dan çıkan Türk kökenli liderler, sivil toplum kuruluşları ve dijital girişimciler, dünya çapında tanınır hale geldi. Bu durum, Türklerin yalnızca Avrupa ile sınırlı kalmayan, çok daha geniş bir kültürel ve ekonomik etkiye sahip olduğunu gösteriyor.
Avrupa Türklerinin hikâyesi, sadece göçmenliğin değil, kültürel zenginleşmenin, dayanışmanın ve birlikte büyümenin hikâyesidir. Bu hikâye, Avrupa ile Türkiye arasında geçmişte başlayan tarihi bir bağın, modern çağda kültürel ve ekonomik bir köprüye dönüşmesinin göstergesidir. Avrupa Türkleri, yalnızca geçmişlerinden değil, yarattıkları yeni değerlerden de gurur duyarak, bu hikâyeyi nesiller boyunca yazmaya devam edeceklerdir.
IRKÇILIK VE ÖNYARGILARLA YÜZLEŞMEK
Irkçılık ve yabancı düşmanlığı, yalnızca hedef aldığı gruplara değil, tüm toplumlara zarar veren bir anlayıştır. Bugün Avrupa Türkleri, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi alanlarda ortaya koydukları başarılarla, önyargılarla oluşturulan her türlü klişeyi çürüten bir topluluktur. Ancak bu başarıları görmezden gelmek, yalnızca gerçeklerden uzaklaşmakla kalmaz, aynı zamanda toplumun bütünlüğüne zarar verir.
Türkler, Avrupa’nın ekonomisine ve kültürüne sayısız katkı yapmıştır. Yüzbinlerce Türk girişimci, istihdam sağlayarak yerel ekonomilere güç katmıştır. Bilim insanları, mühendisler ve akademisyenler, Avrupa’nın teknolojik ve bilimsel ilerlemesine destek olmuş, kültürel alanda sanatçılar ve sporcular büyük başarılara imza atmıştır.
Ancak tüm bu gerçekler karşısında, ayrımcılığı körükleyenlerin ısrarla bu katkıları yok sayması veya küçümsemesi, yalnızca önyargının bir göstergesidir. İnsanlar, etnik kökenlerinden veya inançlarından dolayı değil, yaptıklarıyla ve topluma sağladıkları katkılarla değerlendirilmelidir. Avrupa Türkleri, üretken, çalışkan ve toplumsal uyumu destekleyen bir topluluk olarak bu anlayışa en iyi örnektir.
Irkçılık, toplumları bölmekle kalmaz, bireylerin potansiyelini sınırlayarak ilerlemeyi de engeller. Türklerin Avrupa’da elde ettiği başarılar, fırsat verildiğinde herkesin toplumun gelişimine nasıl katkı sağlayabileceğinin kanıtıdır. Bu nedenle, farklılıkları bir tehdit olarak değil, bir zenginlik olarak görmek gerekir. Irkçılığın yerini dayanışma, önyargının yerini bilgi ve empati almalıdır.
Sonuç olarak, Türkler veya diğer göçmen topluluklar hakkındaki önyargılar, tarihsel bağlamdan ve somut gerçeklerden kopuk birer yanılgıdır. Bu yanılgılarla yüzleşmek ve önyargılardan arınmak, yalnızca Türkler için değil, herkes için daha adil, daha güçlü ve daha birleşik bir Avrupa’nın anahtarıdır.
ZAYIFLIĞIN MASKESİ: IRKÇILIK
Irkçılık, sadece hedef aldığı gruplara değil, savunanların da ahlâki ve entelektüel zayıflığını gözler önüne serer. Türklerin Avrupa’daki varlığı ve başarıları, bu zayıflığı her gün daha görünür hale getiriyor. Çünkü, Türkler sadece Avrupa’ya gelmekle kalmadılar, Avrupa’nın bir parçası oldular. Ekonomiye, kültüre, bilime ve siyasete değer katarken, önyargıları yıkan bir tarih yazdılar.
Irkçılar genellikle “biz” ve “onlar” diye bir ayrım yaratmaya çalışır. Ancak bu ayrım, Türklerin Avrupa’daki somut katkıları karşısında çökmeye mahkûmdur. Bugün Avrupa’daki Türk girişimciler, yüzbinlerce kişiye istihdam sağlıyor. İşsiz kalmış ve umutsuz olan pek çok kişinin hayatını değiştiren bu insanlar, aynı zamanda Avrupa’nın ekonomik dinamiklerini güçlendiren bir motor işlevi görüyor. Bilim insanlarımız, salgınlara çözüm buluyor; sanatçılarımız, kültürün sınırlarını genişletiyor; siyasetçilerimiz, demokrasiye katkı sunuyor.
TARİH TERSİNE ÇEVRİLEMEZ
Türklerin Avrupa’daki varlığı, bir iki nesille sınırlı değil, yüzyılların ötesine dayanıyor. Orta Çağ’da başlayan bu ilişki, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Balkanlar’da, İtalya’da ve Batı Avrupa’da derinleşti. Daha sonra, 20. yüzyılda misafir işçi olarak gelen Türkler, o dönemki Avrupa’nın savaş sonrası ekonomisini canlandırdı. Sormak lâzım ırkçılara: “Fabrikalarınızda gece gündüz çalışan, en ağır işleri üstlenen, ama yine de sesini çıkarmayan o misafir işçiler kimdi?”
Türklerdi tabii.
Bugün, o misafir işçilerin torunları artık sadece iş gücüyle değil, fikirleri, yaratıcılıkları ve liderlikleriyle Avrupa’nın temel taşlarından biri. Irkçılar bu gerçeği inkâr etmek istiyor, çünkü bu gerçek onların kurmaya çalıştığı nefret temelli dünyaya uymuyor.
Irkçılara sesleniyorum: “Ne yaparsanız yapın, bu tarihi tersine çeviremezsiniz.”
Türklere yönelik önyargılar, sadece haksız değil, aynı zamanda aptalcadır.
“Türkler sadece misafir işçidir” diyenler, milyonlarca Türkün Avrupa’nın sanayisinden teknolojiye, akademiden sanata her alanda nasıl devrim yarattığını görmezden geliyor. “Türkler topluma uyum sağlayamaz” diyenler, Türklerin Avrupa’daki ikinci ve üçüncü kuşaklarının eğitimde ve siyasette ne kadar ilerlediğini reddediyor.
Irkçılara şunları da söylemek lâzım: “Eğer bir toplumda ayrımcılığı körüklerseniz, sadece hedef aldığınız grubun değil, tüm toplumun zarar görmesine neden olursunuz. Bugün Avrupa’nın pek çok şehrinde Türkler, toplumun entegrasyonu için köprü görevi görüyor. Çok kültürlü mahallelerde ticaret yapıyor, yerel yönetimlerde görev alıyor ve herkesin faydasına olan projeler üretiyor. Bu katkıları görmeyip hâlâ “öteki” yaratmaya çalışıyorsanız, gözlüklerinizi değiştirmeniz gerekiyor. Çünkü bu önyargılar, gerçeği görmenizi engelliyor.”
KORKULARININ ARKASINA SIĞINANLAR
Irkçılık, korkunun ve cehaletin bir maskesidir. Irkçılar, Türklerin başarısından korkuyor. Çünkü bu başarı, onların “üstünlük” masalını çürütüyor.
Irkçılara şöyle seslenmek lâzım: “Korkunun yerine bilgelik, cehaletin yerine bilgi koymadığınız sürece, bu nefret sizi zayıflatmaya devam edecek. Şunu unutmayın: Türkler, Avrupa’nın her alanında kendilerini kanıtlamış bir topluluktur. Bizim hikâyemiz, yalnızca bir göç hikâyesi değil; aynı zamanda azim, başarı ve katkının hikâyesidir. Biz buradayız, buradaydık ve burada olmaya devam edeceğiz. Irkçılıkla zaman kaybetmek yerine, birlikte çalışmayı ve birlikte başarmayı öğrenmelisiniz.
Eğer gerçekten ilerlemek istiyorsanız, bölmek yerine birleştirin. Türkler, Avrupa’da bir tehdit değil, bir zenginliktir. Biz, bulunduğumuz toplumlara her zaman daha iyisini sunmayı hedefledik ve hedeflemeye devam edeceğiz. Siz ise bu zenginliği göremeyecek kadar körsünüz. Ancak körlük, gerçeği değiştirmez. Irkçılık, nefreti büyütür; sevgi ve dayanışma ise toplumları yükseltir. Sonuç olarak, eğer geçmişten ve bugünden bir şey öğrenmek istiyorsanız, Türklerin Avrupa’daki hikâyesine bakın. Bu hikâye, kararlılığın, çalışkanlığın ve katkının bir öyküsüdür. Irkçılık ise bunun karşısında sadece zayıf bir direniştir ve bu direnişin yıkılması kaçınılmazdır.”
TÜRKLER ASIRLAR ÖNCESİNDE DE GÖÇÜ SEÇMİŞTİ
Türkler, tarih boyunca göçebe bir yaşam tarzı benimseyerek farklı coğrafyalara yayılan ve bu süreçte önemli medeniyetlere öncülük eden bir topluluktur. Orta Asya’dan başlayan göç dalgalarının Avrupa’ya uzanması, Türklerin tarih sahnesindeki sürekli hareketliliğinin bir göstergesidir. Ancak, Türklerin tarihi bu göçlerle sınırlı değildir; kökenleri çok daha derinlere, Mezopotamya’ya, hatta son buzul devrinin sona ermesiyle kaybolan Atlantis Ovası’na kadar uzanmaktadır.
Anlatılanlara göre, Orta Asya, Türkler için bir “ana yurt” değil, bir “ara yurt” olmuştur.
Buzul çağında Basra-Hürmüz Ovası’ndan kuzeye göç eden atalarımız, Orta Asya’da bir iç denizin oluşmasıyla bu bölgede yerleşmiş, ancak bu gölün kurumasıyla yeniden göç etmek zorunda kalmışlardır. Sümerler ile Türklerin dilsel ve kültürel akrabalıkları, bu göçlerin yalnızca coğrafi değil, medeniyetler arası bir bağ oluşturduğunu da göstermektedir.
Avrupa’daki Türk varlığı, hem Hunlar gibi erken dönemdeki göçebe Türk topluluklarının etkisiyle, hem de Osmanlı ve daha sonra yaşanan misafir işçi hareketleriyle şekillenmiştir. Avrupa’da yaşayan milyonlarca Türk, tarih boyunca göç ve medeniyet arasındaki köprüyü oluşturan bu uzun ve karmaşık sürecin günümüzdeki devamıdır.
Türklerin tarih boyunca bir medeniyet taşıyıcısı olarak rol oynaması, göçlerin salt yer değiştirme hareketleri değil, aynı zamanda kültür ve bilgi aktarımı süreci olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Orta Asya’dan Avrupa’ya, Mezopotamya’dan Anadolu’ya uzanan bu tarih, Türklerin evrensel bir mirasın parçası olduğunun en güçlü kanıtıdır.
Türklerin göçebe yaşamı sadece bir hayatta kalma stratejisi değil, aynı zamanda bilgi, kültür ve medeniyet taşıyıcılığı açısından büyük bir tarihsel öneme sahiptir. Türk topluluklarının hareketleri, bir yandan yeni yerlerde uygarlıkların temellerini atarken, diğer yandan yerel halklarla kültürel alışverişi mümkün kılmış ve böylece insanlık tarihine büyük katkılar sağlamıştır.
Atlantis Ovası’ndan başlayan, Orta Asya’da şekillenen ve Mezopotamya ile Anadolu’ya yayılan Türk tarihi, Sümerler, Hurriler, Hititler, Urartular, ve Etrüskler (TRT BELGESEL için Etrüskler’i İtalya’da görüntülemiştim. Yazımın en sonundaki linke tıklarsanız röportajı izleyebilirsiniz) gibi, eklerle anlam kazanan diller konuşan medeniyetlerle olan ilişkilerinde kendini göstermektedir. Bu tarihsel bağlar, yalnızca dilsel benzerliklerle sınırlı kalmamış, aynı zamanda Türklerin geniş coğrafyalarda teknoloji, tarım, yazı ve diğer kültürel unsurları taşıyıp yaymasına olanak tanımıştır.
Avrupa’ya Türk göçleri ise tarih boyunca çok yönlü bir etkide bulunmuştur. İlk olarak Hunlar ve Avarlar gibi topluluklar Batı Roma İmparatorluğu’nun çözülüşünde rol oynarken, Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselişi Avrupa’nın siyasi, ekonomik ve kültürel yapısını şekillendirmiştir. Daha yakın dönemde misafir işçi hareketiyle Avrupa’ya gelen Türkler, hem iş gücü piyasasında hem de kültürel zenginlik açısından önemli katkılar sağlamış, yerleştikleri bölgelerde kalıcı bir iz bırakmıştır.
Türklerin tarih boyunca göç ettikleri bölgelerde sadece birer misafir olmadığını, yerleştikleri topraklarda kalıcı eserler bıraktığını unutmamak gerekir. Anadolu’daki Göbekli Tepe gibi insanlık tarihinin en eski yerleşim yerlerinden biri olan yapılar, Türklerin atalarının yüksek bir medeniyet bilinciyle hareket ettiğinin en somut kanıtıdır. Bu da Türklerin tarihi boyunca yalnızca yer değiştiren bir topluluk değil, aynı zamanda uygarlık kuran ve geleceğe yön veren bir toplum olduğunu gösterir.
Sonuç olarak, Türklerin göç tarihi, yalnızca bir halkın değil, insanlığın ortak tarihine ışık tutmaktadır. Avrupa’da ve diğer coğrafyalarda yaşayan Türkler, bu kadim kültürün temsilcileri olarak geçmişten günümüze bir köprü vazifesi görmektedir. Türklerin göçlerinin yalnızca fiziki bir hareket değil, aynı zamanda kültürel bir yayılım ve dönüşüm süreci olduğunu anlamak, bu büyük tarihsel serüveni daha doğru yorumlamamıza yardımcı olacaktır.
TRT Röportajında Entrüskleri için aşağıdan izleyebilirsiniz
Makaleye Yorum Yaz Rastgele Makale Getir
Makale Arşivi sitesinden daha fazla şey keşfedin
En son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için ücretsiz abone olun.