
Günümüzde bazı kişiler, Osmanlı İmparatorluğu’nda bilim ve teknolojinin hiç var olmadığını iddia ederek yanıltıcı görüşler ortaya atıyor. Peki, bu iddialar gerçekten doğru mu? Öncelikle, “Osmanlılar bilim ve teknolojiye değer verseydi, Türkiye bugün bu kadar geri kalmış olmazdı” diyenlere nasıl bir yanıt verebiliriz? Bu soruyu inceleyerek başlayalım.
Dışarıdan gelen yabancı algılardan daha zararlı olan içimizdeki yanlış bilgilere karşı, şöyle bir savunma yapılıyor: Osmanlı’da bilim ve teknik olsaydı, Türkiye şu an Batı ülkeleriyle aynı seviyede olurdu. Ancak bu, tam bir bilgi eksikliğinin ürünü. Ülkemizde ne yazık ki eğitimli ama cahil kalan birçok insan var. Osmanlı’da bilim yoktu diyenler, o muhteşem mimari yapıtların nasıl ortaya çıktığını açıklamıyor mu?
Art niyetli veya bilgisiz yaklaşımlara son vermek adına, konuyu bir kez daha ele alalım. Osmanlı İmparatorluğu, Eritre’den Sudan’a, Polonya’dan Çekya’ya, Fas’tan Doğu Hindistan’a uzanan yaklaşık 20 milyon kilometrekarelik bir alanı yüzyıllar boyu huzur içinde yönetmeyi başardı. Bu başarı, dönemin tüm bilgisine hakim olmayı ve hatta ötesine geçmeyi gerektiriyordu. Osmanlı atalarımız, kendi çağlarının en ileri bilgi ve teknolojisine sahipti.
Sormak gerek: Tarih ve coğrafya alanında dev eserler üreten, Copernicus’tan 100 yıl önce 1415’te yazdığı “Acaib’ül Mahlukaat” kitabında dünyanın yuvarlaklığını belirten Rükneddin Ahmed’i; Piri Reis, Katip Çelebi, Evliya Çelebi gibi Batı dillerine çevrilen eserler bırakan bilginleri yok saymakla ne kazanıyorsunuz?
Matematikçi, silah uzmanı, ressam ve tarihçi Matrakçı Nasuh, İstanbul Rasathanesi’nin yöneticisi Takiyüddin Efendi, ünlü tarihçi Naima gibi isimler, kültür mirasımızın temel taşları değil mi?
Osmanlı’da Tıp ve Bilimdeki İnovasyonlar
“Osmanlı’da ilim yoktu” diyenler, Sabuncuoğlu Şerafeddin’i biliyor mu? Amasyalı bu hekim, cerrahi üzerine üç kitap yazdı. En önemlisi, 1465’te Fatih Sultan Mehmet’e ithaf ettiği “Kitab-ı Cerrahiye-i al Haniye”dir. Konuları minyatürlerle zenginleştiren bu eser, dünya tıp tarihinde çığır açtı.
Osmanlı hekimlerinin çalışmaları, 15. yüzyılda Avrupa dillerine çevrilerek tıp fakültelerinde ders kitabı oldu. Avrupalılar akıl hastalarını “şeytan girmiş” diye yakarken veya ıssız adalara terk ederken, Osmanlılar müzik ve su sesi gibi yöntemlerle tedavi uyguluyordu.
Fatih Medresesi’nde verilen cebir dersleri, 16. yüzyıl başlarında Venedik, Padova, Bologna ve Floransa üniversitelerinde birebir kopyalanarak okutuluyordu.
Ey bilgi eksikliğiyle konuşanlar! Ramazan’ın ilk 10 gününde padişah huzurunda ülkenin en büyük alimlerinin katıldığı “Huzur Dersleri” adlı bilimsel tartışmalardan haberiniz var mı?
Osmanlı Teknolojisinin Mühendislik Harikaları
Teknolojiye dönersek, Tac Mahal ve dünyanın en büyük kubbesi olan Gül Kümbeti gibi yapılar, Osmanlı mimar ve mühendislerinin eseridir ve hala hayranlık uyandırır.
İstanbul’un fethinde kullanılan Şahi topları, Osmanlı mühendisliğinin en çarpıcı örneklerinden biridir.
Selimiye Camii’nin hassas minareleri, dönemin teknolojisini aşan bir ustalık gerektiriyordu. Budapeşte’deki muhteşem hamamlar veya 17. yüzyılda Mogadişu’da kurulan kanalizasyon sistemi, Osmanlı teknolojisinin kanıtıdır.
1880’lerde Taif’te inşa edilen ve hala çalışan tuzlu su arıtma tesisleri de Osmanlı mühendislerinin başarısıdır.
Okuma yazma oranının düşük olduğunu söyleyenlere ise şunu hatırlatalım: 1750’lere kadar Osmanlı’da okuryazarlık oranı oldukça yüksekti ve okul sayısı Avrupa’ya kıyasla fazlaydı.
Osmanlı’nın Gerileme Dönemi ve Teknolojik Dönüşümler
Tüm bu başarılara rağmen, 18. yüzyıldan itibaren Osmanlı-Avrupa ilişkilerinde dengeler değişti. Avrupa Rönesans ve Reform gibi dönüşümler yaşarken, Osmanlı bu değişimlere ayak uydurmakta zorlandı. En büyük kayıp, Sanayi Devrimi’ni kaçırmaktı.
Teknolojiyi düşünsel ve sanatsal açıdan ele alma konusu, Osmanlı’da pek ilgi görmedi. İtalya’da 15. yüzyılda başlayan makine odaklı tartışmalar, Osmanlı’da 19. yüzyıla kadar yavaşça girdi. Teknik, sadece pratik bir araç olarak görüldü.
“Teknik” ve “teknoloji” kavramları Türkçe’ye 20. yüzyıl başında girdi. 1911 Redhouse Sözlüğü’nde bile “technology” “ilm-i bahs-i külliyat-ı sanʼaiye” olarak tanımlanıyordu.
Osmanlı’da teknoloji üzerine yazılmış ilk eserlerden biri, Mustafa Nazım Erzurumî’nin 1913’te yayımladığı “Rüyada Terakki ve Medeniyet-i İslamiyeyi Rüyet”idir. Bu ütopya, gelecekteki teknolojik ilerlemeleri hayal ediyordu.
Osmanlı’da teknolojiyi kültürel alandan uzak tutma eğilimi yaygındı. Tanzimat’tan beri süren “Batı’nın tekniğini al, kültürünü alma” yaklaşımı, teknolojinin estetik yönünü engelledi. Ancak 18. yüzyıl sonundan itibaren sosyal hayatta bu mit aşınmaya başladı.
Sonuç olarak, Osmanlı’da bilim ve teknolojinin tarihsel yeri, iddiaların aksine oldukça güçlüydü. Bu mirası anlamak, bugünkü gelişimimizi şekillendirebilir.