Türkü

Türkülerde Gönül

Türkülerimizde çokça işlenen temalardan biri de gönüldür. Halk Edebiyatıyla türkülerle gönül, adeta iç içedir. Günlük hayatımızda da gönül dilimizden düşmeyen, bizlerle bütünleşen soyut bir kavramdır. Gönül almak, gönül eri, gönül teli, gönül yarası, yüce gönüllü, gönül birliği, gönül ehli, gönlü deli, gönül ferman dinlemez, gönül gözü, gönül yarası hayatımızla gönlün iç içe olduğunu kanıtlayan deyimlerdir.

Bu deyimler, ninnilerimize, masallarımıza, atasözlerimize de geçerek hayatımızın başköşesinde yerini almış, Anadolu insanını da oldukça etkilemiş, gönülle ilgili her söz yürekte ayrı bir iz bırakmış. Yüreklerde iz bırakan gönül, âşıklarımızın teline ve diline de yansıyarak:

Âşık Veysel        :
“Deli gönül ne gezersin
Geze geze yorulman mı”?

İlginizi Çekebilir
Makale Devam Ediyor

Pir Sultan Abdal:
“Sultan suyu gibi çağlayıp akma
Durulur gam yeme divane gönül”.

Sadık Baba          :
“Gönül kelamını kâmile söyle
Alıcı olmayınca açma dükkânı”.

Sümmanî            :
“Havalanıp deli gönül kalma heveste
Vurup kanadını kırarlar bir gün”.

Karacaoğlan       :
”Deli gönül gezer gezer gelirsin
Arı gibi her çiçekten alırsın.”

diyerek gönlü dile ve tele yansıtmışlar.

Hayatımızın bir parçası olan ve günlük hayatımızda çokça karşımıza çıkan gönül nedir öyle ise.  Yenir mi, içilir mi. Elbette başta söylediğimiz gibi elle tutulmayan gözle görülmeyen soyut bir kavramdır gönül.

“Farsça dil, Arapça kalp kavramları ile karşılanan gönül; insanın manevî varlığı, moral gücü, sevgi, nefret, inanç, iyi-kötü, bütün duygularını ifade eden bir terim olarak tanımlanır. Gönül kelimesi Türkçe olup, üzerinde en fazla durulan ve kendisinden terim üretilen kelimelerden biridir. Ehl-i kalb, ehl-i dil ile erbâb-ı gönül, gönül yıkmak, gönül yapmak ve gönüllere girmek gibi kavramlar bunun açık ifadesidir. Batı dillerinde tam karşılığı olmayan ve doğuya ait bir kavram olan gönül; daha çok akıl ile mukayese edilerek anlatılır. Batı kültürü, aklı ön plana çıkarırken doğu kültürü gönüle endeksli bir görünüm sergiler. Doğu kültüründe gönül, yere ve göğe sığmayan ilâhî tecelli ve tezahürlerin barındığı ve sığdığı yer olarak bilindiği için bütün değerlerin üstündedir. Din ve dindarlık şekil işi değil gönül işidir. Derken bu kastedilir.

Tasavvufta gönül ya da kalp, ‘hem bütün duygu, düşünce, şuur, sezgi ve idrakin; hem hayır ve şerrin en önemli merkezi, hem de benliğin şekillenmesi ve geliştirilmesinde en önemli etken.’ şeklinde tarif edilir. İnsanı Allah’a ulaştırmada, hâli yakalama ve kemali kavramada en kestirme yollardan biri kabul edilir.

Tasavvuf yolunu gönül yolu olarak kabul etmek ve insanı gönülden ibaret saymak hiç de şaşırtıcı değildir. Çünkü gönül rehberliğinde ancak, gerçeğe ulaşılabilir. Akıl duygularla elde edilen bilgilerin; gönülse marifet ve irfanla kazanılan bilgilerin kaynağıdır. ”

Sözlüklerde ” Sevgi, istek, düşünüş, anma ve hatır gibi yürekte var sayılan duyguların kaynağı” olarak tarif edilmiş. Bence gönül: İnsan ruhunun bekçisidir. Kimi zaman dağlardan inen kar suları gibi coşkun, kimi zaman hırçın,  deniz gibi dalgalı, kimi zaman da durgun bir göl gibidir. O bazen insanı abdal eder, tabansız çarık giydirir. Bazen de bir arı misali çiçekten çiçeğe kondurur. Bazen de tamiri mümkün olamayan bir kristaldir.

Gönül; âşıkların dilinde ve telinde ise: Gün olur bir saray, gün olur ulaşılma-yan bir mertebedir. Bu duyguları çok iyi bilen âşıklarımız zaman zaman gönlün sa-rayına çıkmış. Bazen de Âşık Ferrahi gibi:

“Ah neyleyim gönül senin elinden
Her zaman ağlarım gülemem gayrı

Ben bıktım usandım elin dilinden
Terk ettim sılayı dönemem gayrı

Gönül ben sırrına eremedim ki
Gonca gonca güller deremedim ki

Arz eyledim yâri göremedim ki
Ne olur sonumuz bilemem gayrı

Musa ile o yâr Tur'a çekildi
İsa'da göründü dâra çekildi

Muhammet Ali 'de sırra çekildi
Yitirdim o yâri bulamam gayrı

Bulunmaz âlemde menendi dengi
Görünse orduyla eylesem cengi

Bir güle aşığım başkadır rengi
Yabani gülleri deremem gayrı

Der Ferrahî yâre haber salarken
Gayrı ağlar oldum ben de gülerken

Yâr aşkından dertli dertli çalarken
Sazım düzen tutmaz çalamam gayrı.

diyerek sitemini dile getirmiş. Âşık Ferrahî böyle sitem ederken, Yunus Emre ise gönül kazanmanın yollarını aramış. Gönlü bir nefes alış gibi kabul eden o gönül eri:

“Bir kez gönül yıktın ise / Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi / Elin yüzün yumaz değil.

Bir gönül’ü yaptın ise / Er eteğin tuttun ise
Bir kez hayır yaptın ise / Birine bindir az değil

Gönül çalabın tahtı / Gönüle çalap baktı
Kim ki gönül kırmış ise / ki cihan bedbahtı”

diyerek gönül kırmanın bir değil, iki cihanın bedbaht olacağını açıkça ifade etmiş. Onun için de Yunus’ ta gönül: Kalp, ruh, kısaca bütün deruni düşüncelerin, tasavvufi ve batini idrakin merkezi. Sevgi ve aşkın bulunduğu yer olarak kabul görmüş. Ahmet Sevgi “Yunus Emre ve Gönül” adlı yazısında:

Giderdim gönlümden kini / Kin tutanların yoktur dini.” Bu beyit ve mısralardan anlıyoruz ki Yunus’a göre Allah’ın tahtı / durağı gönüldür. Dolayısıyla gönül yıkmak / kırmak Kâbe’yi yani Beytullah’ı (Allah’ın evi) yıkmaktır. Bir gönül kazanmaksa bin hacca bedeldir” diyerek Yunus’taki gönlü tarif etmeye çalışmış .

Gönül Türkçe bir sözcüktür. Divanı lügati Türk’ de: Köngül olarak geçmekte-dir. Açıklaması da:  Gönül, kalp, yürek, anlayış olarak ifade edilmiştir. Divanda: Doğu Türkistan, Uygur ve Çağatay diyalektiğinde, Orhon Yazıtlarında da köngül karşımıza çıkmaktadır. Köngüle / Gönüle–Köngülden / Gönülden –Köngülüm, Gönü-lüm –Köngüldeş, Gönüldaş  – Köngüllenmek / Gönüllenmek olarak kullanılmıştır. Köngül deki “ K” Türkçede“ G” ye dönüşerek gönül olmuştur. Dilimizle iç içe olan bu sözcük çeşitli deyimlerle ifade edilmesine rağmen, hızını alamamış, isim olarak da kullanılmış, hâlâ da kullanılmaktadır.

Gönül: Sevgiyle hoşgörüyle bütünleşir. Âşıkların dilinde, telinde kuş olur, diyardan diyara uçar, sazın sapına kekliği kondurur. Bazen de yaramazlaşır. Kolay kolay uslanmayan bir kimliğe sahiptir. Aşığın yüreğidir. Hoşgörü sahibidir. Güzelliğe âşıktır. Güzelin peşinden koşar.  Bazen öğüt verir, bazen de küskündür. Bazen de engin olmanın yüceliğini, faziletini anlatır bizlere. Tıpkı Teslim Abdal’da olduğu gibi:

“Gel ha gönül havalanma / Engin ol gönül engin ol
Dünya malına güvenme / Engin ol gönül engin ol

Bu dünyanın hali böyle / Yalan yahşi geçer öyle
Söyler isen engin söyle / Engin ol gönül engin ol

Gökte uçan hüma kuşu / Bilmeyenler atar taşı
Engin olmak kâmil işi / Engin ol gönül engin ol

Teslim abdal sözüm haktır / Sözümün yalanı yoktur
Engin söyle büyüklüktür / Engin ol gönül engin ol.”

Gönül sevgiyle özdeşleşmiş soyut bir kavramdır.  Sevgi ise: Kuruyan bir pınarı yeniden canlandırmak, hayat vermek, nehri yeniden hayata geçirip akıtmaktır. Sevgi: Yıkılmış, çökmüş olan bir benliğin, varlığın yeniden hayata dönmesi, var olması demektir. Sevgi insanın kendisini sevmesiyle başlar. 

“Mavi yelek mor düğme  / Yeni düştüm gönlüme
Her gönlüme düşende / Kan damlar yüreğime 

Ağam ben nasıl edem / Saz getir fasıl edem
Çok da güzel değilsin / Gönüldür nasıl edemem”.

diyerek “Gönül ferman dinlemez” deyiminin de isteğini yerine getirir.  Doğrudur. İstediğim güzellikte değilsin. Harcım değilsin. Boyum boyuna, soyum soyuna uygun değil. Çadırlarımız ayrı yerlerde konaklamış. Obalarımız ayrı ayrı… Çaresizim. Çünkü;  gönül “delirmiş”… Deli gönül olmuş. Ne yapsam fayda yok. Çünkü: Sevgi suyum senden yana akıyor. Çaresizim. Çok da güzel değilsin amma ne yapayım gönüldür… Nasıl edem diyerek teslimiyet göstermiş.

Gönül sevgiyle özdeşleşen soyut bir kavramdır. Sevgi: kuruyan bir pınarı yeniden canlandırmak, hayat vermek, nehri yeniden hayata geçirip akıtmaktır. Sevgi: Yıkılmış, çökmüş olan bir benliğin, varlığın yeniden hayata dönmesi, var olması demektir. Sevgi insanın kendisini sevmesiyle başlar. Doğrudur… Elbet de kendisini sevmesiyle başlar. Fakat kararında sevmesi gerekir. Takdir edersiniz ki her şeyin fazlası zarardır. Kendisini kararında seven insan muhakkak başkasını da sevecektir. Çiçeği, arıyı, hâsılı yaratılanı sevecektir Yaratan’dan ötürü. Kısaca yeryüzünde sevginin iyileştirmeyeceği hiçbir insan yoktur. Onun için: Koca Yunus; Sevelim sevilelim / Dünya kimseye kalmaz diyerek sevginin yüceliğini en güzel şekilde ifadeye etmeye çalışmış.  Onun için de bu duygularını: 

“Bir nazarda kalmayalım / Gel gidelim dosta gönül     
Hasretinle yanmayalım / Gel dosta gidelim gönül.

Bu dünyaya kalmayalım / Fanidir aldanmayalım
Bir iken ayrılmayalım / Gel gidelim dosta gönül”.

diyerek sevgisini, hoşgörüsünü bir iken ayrılmanın hiçbir gönle fayda sağlamayacağını da dile getirmiş. “Bir iken ayrılmayalım / Gel gidelim dosta gönül” dizesini Koca Yunus sanki bu günleri düşünerek söylemiş. Biz de dediklerine katılıyor: “Bir iken ayrılmayalım / Gel gidelim dosta gönül” diyoruz.

Gönül bizim insanımızla iç içe olan bir kavramdır demiştik. Hacı Bayram Veli’de bakın bu iç içe oluş ne güzel dile gelmiş:

“Noldu bu gönlüm / Noldu bu gönlüm
Derdi gamınla / Doldu bu gönlüm

Yandı bu gönlüm / Yandı bu gönlüm
Yanmada derman / Buldu bu gönlüm”

Şimdi de Gönül üstüne küçük bir anekdotu Sadi’nin Bostan kitabından aktaralım. “Sadi gibi saf bir adam vardı. Gönlünü bir güzele kaptırmıştı. Katı sözlü düşmanların cefalarını çekiyor, ıstırap çevgânından top gibi sıçrayıp kurtulamıyordu. Bununla birlikte kimseye kaş çatmaz yapılan şakalara dahi öfkelenmezdi. Adamın biri çıkıştı. “Yahu sende utanma yok mu, bu kadar taş tokat yiyorsun da hâlâ farkın-da değil misin? Kendilerini acz içinde bırakanlar alçaklardır. Düşmana ancak zayıf-lar katlanır. Onun suçunu bağışlamak olmaz. Sonra adama yüreksiz derler, er değil “ derler.

Fakat bu çılgın, başı dönmüş âşık, ona okkalı bir cevap verir. Ve şöyle dedi: “Benim gönlüm yalnızca onun sevgisiyle dolu. Oraya başkasının kini sığmıyor.

Gönülde güzel kavramı da değişiktir. Onun için: Gönül kimi severse güzel odur özdeyişi çıkmıştır karşımıza. Âşık Veysel bu özdeyişi:

“Güzelliğin on para etmez / Bu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulaman / Gönlümdeki köşk olmasa”

diyerek dile getirmiş. Âşıkların dilinde, telinde gönül, sadece sevgililerin sevgi için çırpındığı bir yer değildir. Yunus Emre, Pir Sultan, Kaygusuz Abdal ve daha nicelerinin gönlü Tanrı aşkıyla doludur. Bu aşk Yunus Emre de:

“Âlimler kitap düzer / Karayı aka yazar
Gönüllerde yazılır / Bu kitabın suresi

Giderdim gönlümden kini / Kin tutanın yoktur dini 
Ey yarenler ben bu sözü / Uludan işittim ahi”

Kaygusuz Abdal’da         :

“Zira sultanın evidir bu gönül / İşit oldur ki gönül bula kabul”

diyerek dile gelmiş.

Gönül’ü işlemeyen halk ozanı yok gibidir.

Zileli Talibi                           : “Deli gönül gel varlığa güvenme Uçar imaretler şan elden gider”.

Beyhani                               : “Yolumuz gurbete düştü Hazin hazin ağlar gönül.”

Yoksul Derviş                    : “Bir tek gönül yıktın ise Belasını bulur gider”.

Karacaoğlan                       : “Evvel sen de yücelerden uçardın Şimdi enginlere uydun mu gönül.

hoşgörü içinde gönül pasını silenler Tanrı’nın öz kulları ve bir anlamda ermişlerdir. Yunus Emre hoşgörü içinde kinden ayrılmanın gerektiğini söyler. Şeriat, tarikat, marifet ve hakikati anlatmak için: Can, gönül ve aşk arasındaki bağlantıyı dile getirir. İlk kapı şeriattır. Ondan sonra can yoldaşı dediği tarikat gelir, marifet ise gönül evidir. Aşk da onun içindeki hakikattir.

“Mevlâna’ya göre gönül, insana aşkı öğreten mürşidin gönlüdür. Bu gönlün en önemli özelliği oraya gireni değiştirip dönüştürmesidir. Bu yüzden bir mürşidin gönlüne giren kimse, su ve toprak kaydından kurtulup can ve gönül sohbetine erer. Hz. Mevlâna; marifet, ahlâk ve fazilet gibi tecrübeye dayalı konuların ve kelimelerle ifade edilemeyen hal ve zevklerin ancak kâmil bir mürşit marifetiyle öğrenilebileceğine dikkat çeker ve “gönül fırını” diye tanımladığı mürşitlerin gönüllerini, oraya girenleri pişirerek olgunlaştıran bir ocağa benzetir.

Alçak kelimesini bilirsiniz. Düşündünüz mü hiç… Alçak sözcüğü hep olumsuzluk arz eder.  Kişiye alçak derseniz, alçak adam dersiniz kızar. Bu kadar olumsuzluk arz eden sözcük sadece gönülle birleştiği zaman ulvilik kazanır ve alçak gönüllülüğü çıkarır karşımıza… O da alçak gönüllü olur.  Alçak gönüllülük fazilettir, sevgidir, aşktır, barıştır. Ne demiş cenap Şahabettin: Sevgisiz, gönülsüz yürek petrolsüz lambaya benzer. Elbette öyledir. Gönülsüz yürek petrolsüz lamba gibidir. Gönüle girmek ise ayrı bir marifet, ayrı bir fazilettir.

“Yunus der ki ey hoca
İstersen var bin hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir”.

Yazar


Makale Arşivi sitesinden daha fazla şey keşfedin

En son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için ücretsiz abone olun.

Bir Yorum Yazın

Başa dön tuşu