Eskiler ne güzel söylemişler, “kol kırılır, yen içinde kalır”, “yaranı, yaranlar değil, yarenler sarar”, gibisinden onlarca sözü söylemişler ve bizlere de bırakmışlar, tabi anlayana ve adabı ile anlatanlara.
Ya şimdi öyle mi, kimisi yediğini, içtiğini, s….., ne var ise sanal ortamdan ortalığa savrulup gidiyor, nereye giderse, ne anlamı var ise. Hele hele bir de paparazziler var ki, tutabilene aşkolsun. Peki içerik ne. Kocaman bir HİÇ!.. Bu hiçlik nereye varacak!..
İşte “dün” ile “bugün” denilen kavramların kargaşası, anlamı ve değerleri böylelikle ortaya çıkıyor.
Hani toplumlarda yöreye, kültüre göre gelenek ve görenekler vardır. Bunlar bir dağın öteki yamacında yaşayanlarca bilinmese de, o öteki dağın yamacındakilerin yaşam biçimleri ve geleceğe yol haritalarıdır. Yaşlısı, genci, çoluğu, çocuğu hepsi buna uyarlar.
Denilebilir ki, ne var bunda. Herkes, her şeyi görsün, bilsin ve öğrensin. Bence de bir sakıncası yok da, ortada bir sorun var.
Sorun ne mi? Sorun, ne dağın öteki yamacı, ne de beriki yamacı. Her şey, herkesce alani, görünür, gösterilir oldu da, hafızaları gitti, kayboldu; onları yaşatacak, anlayacak ve anlatacaklar da yok artık.
Yine atalar der ki, “Yazın yediğin hurmalar, kışın kıçını tırmalar”. Haydi, bir abukluk daha mı? Üzgünüm ki, değil.
Sorun yaz ya da kış değil, hele yenilen hurma, murma hiç değil.
O günden bu yana hep efsanelerle anlatılan ve anlaşıldığı kadarıyla Bolu Beyi’nin haksızlıklarına karşı direnen yiğit insan Köroğlu’nun Bolu Dağlarında, Bolu Beyine karşı verdiği mücadele, herkesce bilinir.
Ne yazık ki, en sonunda o da gelir bir noktada tıkanır, onu tıkayan ise, ne Bolu Beyi, ne adamlarıdır, onu tıkayan teknolojidir. Hani “Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu” dediği, delikli demirdir.
Türkler, ya da en azından bu topraklarda yaşayanlar neden sormazlar, sorgulamazlar, “bizler, o aile, bu aile, o halk, bu halk, o millet, bu millet ve de o devlet, bu devlet, kaç tane devlet, beylik kurduk, yıktık da, en son bu Türkiye Cumhuriyeti var.
O da, her gün bir yerinden darbe alıp, ağrıdan, sızıdan kavrulup duruyor. Güneydoğusu bir ayrı ağlıyor, Egesi, Ak denizi bir ayrı. Hele hele köyler, kırsal kesimin sesi bir acı, şehir ve kasabadakilerin sesi ise bir başka acı çıkıyor.
Cumhuriyet kurulmuş, ne güzel. Herkes padişahın kulu iken, birey, yurttaş olmuşlar ve ekmeden, dikmeye, orada yaşamaktan burada yaşamaya kadar özgür olmuşlar.
Bundan sonra öyle bir sorun başlıyor ki; düşünüp, aklımızı başımıza almazsak, geçmişte atalarımızın verdiği onca emeğe de yazık olacak, son kalıntılar olduğumuz bu güzel yurdun insanları olarak, bizler de son dönemlerizi acılar içinde geçirirken, bizden sonraki nesil ise hem bizlerin, hem de kendilerinin günahlarını kederli bir yaşam ile ödeyeceklerdir.
Ah be Oktay Akbal, keşke sadece “önce ekmekler bozulsaydı”, önce bu yurdun insanını, ailesini, töresini bozdular, ardından da eğitiminden tutun da taşına toprağına kadar ne varsa.
Çağımızın aç gözlü canavarı Kapitalizm, yetmedi Emperyalizm her şeyi kendisi için, kim ne anlarsa anlasın hem bozuyor, hem de düzüyor, sonra da kurduğu oyuna göre eğittiği, yetiştirdiği oyuncular ile çalıp, oyununu oynayıp, geçiyor.
Bütün bunlar görünmüyor mu. Körebe bir oyundur, gözü açık olan da eğlenir, gözü kapalı olan da ama yorulan gözü açık olanlardır, gözü kapalının tek derdi vardır, herkes avına düşsün.
İşte ülkemiz de, insanı da 1945’lerden sonra böyle bir oyunun içine itildi. Önce, Cumhuriyetin binbir emek ile kurduğu ekonomi bozuldu, ardından eğitim, yetmedi aileler ve terbiye, gelenek, görenekler.
Herkes, “geçmişi olmayanın (unutanın), geleceği de olmayacağını” tez unuttu. Büyük aileler, çekirdek aileler dönüştü, ekonomik sebeplerden dolayı kırsaldan kentlere göçler hızlandı. Ailelerin verdiği geleneksel aile terbiyesi unutuldu, yok oldu. Çağın eğitimini de, iktidarı elinde bulunduranlar da, Cumhuriyet değerleri ile inanç değerlerini çatışmaya soktular.
Çağdaş Cumhuriyetin kurduğu din ile ilgili bir kurum bile, kendini var eden sisteme ve kurumlara savaş açtı. Dahası ne olabilir!
Bu yüzden bu ülke hepimizin. Yakıntarihte balkanlarda da, Ortadoğu’da da bir çok devlet öyküsü gördük; Osmanlının parçalanması için İtilaf Devletleri arasında yapılan Sykes-Picot Anlaşması, Sevr Antlaşması ve şartları unutulmamalıdır.
Bilim ve teknoloji sayesinde yaratılan ahlaksız bilgi kirliliği o kadar ileri gitmiştir ki; İtalya Krallığı ile Osmanlı İmparatorluğu arasında Trablusgarp Savaşı sonunda, LOZAN Şehrinin Ouchy/Uşi (18 Ekim 1912) semtinde, Ege adalarının İtalya’ya verildiği antlaşma yerine, Cumhuriyetin TAPU SENEDİ olan LOZAN ANTLAŞMASINI (24 Temmuz 1923) laf kalabalığına getirilerek, yurttaşlara yutturulmaya kalkmaya kadar, aşağılık işlere malzeme etmektedirler.
Bu yüzden bu ülkede yaşayan yurttaşlar, insanlar geçmişte yaşananların bir kez daha farkına vararak, Cumhuriyetin kurucu değerlerinin, geleneksel diye hor görülen aile yapısının ve terbiyesinin önemini kavrasalar iyi olur.
İnsanlar, milletler için her zaman ayrışmak için bir sebep vardır, ama unutmamak gerekir ki, dostluk, mesafeye rağmen kalpte yakınlık hissetmektir; bazen en yakın dostlarınız, en uzak mesafede olanlar olabilir, gerçek dostluk, mesafe tanımaz!…
Bu Ülke ve İnsanı için öğrenilmesi ve unutulmaması gereken o kadar çok şey var ki!..