Bugüne kadar Türklerin Anadolu’ya adım atışı noktasında bitmeyen tartışmalar yapılmıştır. Türklerin Anadolu’ya adım atışında 1071 Malazgirt Zaferi’ni baz alan çevreler olduğu gibi keşif amaçlı gerçekleştirilen 1048 Pasinler Savaşı’nı Türklerin Anadolu’ya adım atışı bakımından milat sayanlar olmuştur.
Hatta Abbâsîler döneminde hilâfet ordusunda görev alan Türk asıllı savaşçılar için yaptırılan ve önemli bir kısmı Bizans sınırlarında yer alan Samarra adlı askerî kentlerle birlikte Türklerin Anadolu’da bulunmaya başladıklarını söyleyenler bile mevcut durumdadır.
Bu farklı görüşleri savunan kim varsa galiba Battal Gazi Destanı olsun, Battalname olsun hiç haberdar olmasa gerek.
Öyle ya, asıl adı Abdullah Battal olan bu Müslüman komutanın emrinde savaşan Türk kökenli askerler olmasaydı, her ne kadar Müslüman bir kumandan da olsa tarihimizde bu denli yer edinmiş olur muydu? Mesela Kuteybe bin Müslim, Haccac bin Yusuf gibi isimlerle Battal Gazi olsun, Endülüs fatihi Tarık bin Ziyad olsun, Haçlılardan Kudüs’ü Hz. Ömer’le birlikte fetheden Halid bin Velid olsun bu tür şahsiyetlerin Türk milletinin gözünde imajı bir olur mu? Elbette olmaz. Evet, olmaz diyorum çünkü Maveraünnehir fetihleri ve sonrasındaki süreçler esnasında Kuteybe bin Müslim, Haccac bin Yusuf gibi Horasan valilerinin icraatları çoğu çevrelerce eleştirilir. Ancak Haccac bin Yusuf gibi Kuteybe bin Müslim gibi isimleri eleştiren, bu isimlere ateş püsküren hiç kimsenin aynı şekilde Battal Gazi aleyhine, Tarık bin Ziyad aleyhine, Halid bin Velid aleyhine konuştukları çok nadir olmaktadır. Yani Haccac bin Yusuf gibi Kuteybe bin Müslim gibi isimlere gösterilen tavır ve tutumla Halid bin Velid, Battal Gazi, Tarık bin Ziyad gibi isimlere olan yaklaşım birbirlerinden çok farklıdır. Bundan ötürüdür ki Battal Gazi, Halid bin Velid, Tarık bin Ziyad, bizim tarihimizde en az Aydınoğlu Umur Bey kadar, Çaka Bey kadar, Barbaros Hayreddin Paşa kadar, Afşin Bey kadar, Oruç Reis kadar, Çağrı Bey kadar, 40 çerisiyle birlikte Çin sarayını basan Kürşad kadar göğsümüzü kabartan ve saygıyla yad ettiğimiz şahsiyetler olmuştur.
O bakımdan özetle şunu söyleyebiliriz ki; halkının yüzde 90’ı Müslüman olan ve bundan dolayı Peygamber Efendimizin yaşadığı Mi’rac hadisesini de göz önünde bulundurarak Kudüs’ü bir İslâm beldesi gören halkımızın Kudüs fatihleri olan Hz. Ömer’i ve Halid bin Velid’i Haçlı karşıtlığından ötürü saygıyla yad etmesi, hakeza Hristiyan memleketi İspanya’yı fethetmesinden dolayı bir İslâm kumandanı olarak Tarık bin Ziyad’ı saygıyla yad etmesi bilinen bir hakikat iken burada Battal Gazi’nin yerinin Türk milleti açısından yeri çok daha başkadır ki, bunun sebebi ise bu Müslüman kumandanın emrinde savaşan Türk kökenli askerlerdir.
Şimdi illa merak edenler olacaktır. Müslüman Arap ordularının emrinde Türk askerinin ne işi var diye meraklanıp soranlar ille de olacaktır. Türklerin Müslüman oluşunu olarak kâh Talas Savaşı’na kâh Emevîlerin Maveraünnehir’i fethettiği 70 yıllık sürece bağlayan çok farklı çevreler olmasından ötürü Türklerin Orta Asya’da İslâm’ı benimsediği tezine sabitlenme durumundan ötürü Anadolu’daki Emevî fetihlerinde hem de Maveraünnehir’de Emevîlerin savaş halinde olduğu bir milletin neferleriyle nasıl beraber olabileceğini soranlar, sorgulayanlar olacaktır. İşte bu sorulara cevap vermek için ve dolayısıyla yazımın başında da belirttiğim Türklerin Anadolu’ya gelişiyle ilgili tartışmalara yönelik de bir nevi cevap olması için aslında Emevîlerin Maveraünnehir’e dönük gerçekleştirdikleri ilk askerî sefere gitmek icap eder.
Şöyle ki, Anadolu’ya yönelik Türk ilerleyişi aslında Malazgirt’ten de, Pasinler’den de asırlar öncesine dayanmaktadır. Anadolu’da Türklerin ilk kez varlık gösterdiği sürece bizi götürecek olan yol, aslında Emevîlerin Maveraünnehir’e dönük gerçekleştirdikleri ilk askerî seferden geçiyor.
Emevîlerin Maveraünnehir’e yönelik ilk askerî seferi ilk Emevî Hâlifesi Muaviye bin Ebû Süfyan’ın emriyle görev yaptığı Irak’tan Horasan’a vali olarak tayin edilen Ubeydullah bin Ziyad’ın 674 yılında komuta ettiği Buhara Seferi’dir. Bu seferde istediği başarıya ulaşamamasına rağmen sulh talebinde bulunan Buhara Hâkimi Kabac Hatun’la imzalanan mukabele kapsamında Emevîler, Buhara kuşatmasının kaldırılması karşılığında eli silah tutan 2000 Türk’ü alacak ve ayrıca Buhara Hâkimi Kabac Hatun Emevîlere 1 milyon dirhem ödeyecekti. Sayısı 2000 olan Türk asıllı muharip savaşçıyı da yanına alıp Horasan’dan ayrılan Emevî ordusu, yanındaki Türk asıllı 2000 adet muharip savaşçıyı Irak’a getirmiş ve Basra’da bu Türk kökenli askerler için Buharalılar Sokağı kurulmuştur. 674’ten sonra Emevîler yine Maveraünnehir’e askerî seferler düzenlemiş ve bu seferler ister fetihle sonuçlansın ister başarısızlıkla sonuçlansın günün sonunda mutlaka Emevîler Horasan’dan ne kadar eli silah tutan Türk varsa getirerek Ortadoğu’ya yerleştiriyor ve ordu hizmetine alıyordu.
Türk asıllı muharip savaşçıların Emevî ordusunda ortaya koydukları askerî başarılar, bu askerleri Emevîler için âdeta “bulunmaz Hint kumaşı” haline getirmiş ve her türlü askerî sefere bu Horasan kökenli askerler de götürülmeye başlanmıştır. İşte bu Türk kökenli askerlerin Emevîler için âdeta “bulunmaz Hint kumaşı” haline gelmesi, aynı zamanda Türklerin Anadolu’ya ilk defa geliş sürecini de başlatmıştır. Zira Emevî Hâlifesi Abdülmelik bin Mervân döneminde İslâm orduları Bizans’ın hâkimiyetindeki Anadolu’ya yönelik fetih amaçlı düzenlenen askerî seferlerde Bizans ordusuna indirilen ağır darbelerde Türk asıllı savaşçıların payı tartışılmaz derecede büyük olmuş, Anadolu’da İslâm ordularının fethettiği yerlerde başarılar elde eden Emevî serdarlarının başında da asıl adı Abdullah Battal olan Battal Gazi geliyordu. Battal Gazi’nin komutasındaki askerî birliklerin içinde Türk asıllı savaşçılar, ortaya koydukları başarılı performansla orduda hep ön planda olmuştur. İşte Battal Gazi’nin Türk savaşçılarla birlikte mücadele etmesi, Türklerle birlikte aynı dava uğruna kılıç sallaması Türk milletinin Battal Gazi’ye duyduğu saygı ve hayranlığın en temel sebebidir.
Emevîlerin başlattığı Horasan kökenli savaşçıları İslâm ordusunda görevlendirme geleneğini Abbâsîler de sürdürmüş, hatta Horasan kökenli bu savaşçılar İslâm ordusunda terfi etmeye başlamış, hatta aralarında ordu komutanı olanlar ve zamanla devlet adamlığına geçenler bile olmuştur. Abbâsîler de Türk asıllı savaşçılar için Anadolu’da fethedilen ve Bizans’la sınırın olduğu yerler de dâhil olmak üzere hem hudut güvenliğini sağlamaları hem de barınmaları için Samarra adında askerî kentler inşa etmişlerdir.

Bu askerî kentlerle birlikte Türkler ilk defa Anadolu’nun doğu yakasında kendine kalıcı yerleşim yerleri elde etmiştir ki daha Pasinler’in, Malazgirt’in olmasına yıllar, asırlar vardı.

Emevîler dönemindeki askerî seferler münasebetiyle Anadolu’nun doğusunda Bizans hudutları önünde İslâm ordularının neferleri olarak görülen Türk asıllı muharip savaşçılarla başlayan bu süreç, Abbâsîler döneminde daha da hızlanmış, Emevîler döneminde askerî seferler yapan Türk kökenli savaşçılar, Abbâsîler döneminde Anadolu’nun doğusunda Bizans hudutları önünde kurulan askerî kentler münasebetiyle ilk kez Anadolu’da kendilerine yerleşme imkânı bulmuşlardır. Selçuklular döneminde 1048’de gerçekleşen Pasinler Savaşı bir keşif amaçlı yapılan savaşken 1071 Malazgirt Savaşı ile birlikte artık Anadolu’ya yönelik Türk göçü deyim yerindeyse çığ gibi önü alınamayacak bir hale dönüşmüş, gittikçe yoğunlaşan Türk göçünün Anadolu’yu tamamen bir Türk diyarı haline getirme süreci XI. asrın son çeyreğinde başarıya ulaşmıştır.
Yani bu gerçeklerden hareketle dünya Türklüğünün en az üçte birinin birkaç asır içinde Anadolu’ya göçtüğünü söylemek mümkündür. Dandanakan Savaşı galibiyetiyle 23 Mayıs 1040 tarihinde Horasan’da Türkiye Devleti’ni kuran muzaffer serdarlar Tuğrul ve Çağrı Gazilerin liderlik ettiği Selçukoğulları ve onlardan Türkiye’nin iktidarını devralan ve bir nevi vâris iktidar olan Osmanoğulları, çok akıllıca bir siyasetle konargöçer Türk boylarını iskâna tâbi tutmuşlar, meselâ aynı Oğuz boylarının belirli sahalarda birikmesine izin vermemişlerdir. Aynı boyun oymaklarını büyük mesafelerle dağıtmışlar, aralarına başka Oğuz boylarından oymaklar yerleştirmişlerdir. Bu suretle Oğuzlar’ın yüzlerce yıldır asabiyetle muhafaza ettikleri 24 boy teşkilatı Anadolu’da inhilâl etmiş yani parçalanmış, fakat Anadolu Türk milliyeti teşekkül eylemiştir. Böylesine şapka çıkarılacak denli başarılı bir iskân siyaseti izleyen Osmanlılar, Anadolu’nun daimî Türk yurdu olmasına katkı sundular. Ama elbette ki Selçuklulardan Osmanlılara geçiş sürecinde Moğol istilası vesilesiyle Anadolu’nun ve Türkiye Devleti’nin idaresi geçici de olsa Anadolu ahalisine dönük demir yumruklu yönetimiyle sivil halkın yaka silkmesine sebep olan Büyük Cengiz İmparatorluğu’nun batı kolu İlhanlıların elinde olmuş, ağırlık merkezleri Azerbaycan’da olduğu halde Türkiye’yi yönetmişlerdir.
Her ne kadar Anadolu’daki yönetim tarzlarıyla kötü bir şöhrete sahip olsalar da Anadolu’da Türk olmayan unsurlara dönük sürme politikasını sürdürmeleri ve buna ek olarak Anadolu’ya yeni Türk yerleşimciler getirmeleri İlhanlıların Anadolu’daki Türk varlığının kalıcı kılınmasına sundukları katkıdan dolayı anlamlıdır ve yaptıkları en büyük hizmet de Anadolu’daki Türk varlığının ve Anadolu’ya hakim Türkiye Devleti’nin varlığını demografik açıdan üstünlüğünü koruyarak bugünlere ulaşabilmesini sağlamak olmuştur. Zira o süreçte Anadolu’daki Türkmen nüfusu çok azalmıştı. Öyle ki XI. Yüzyıl başlarında en iyimser hesapla bir buçuk milyon tahmin edilen Türkmenlerin Anadolu’ya yerleşenleri yarım milyondan fazla değildi ve bu nüfus yüzyıl kadar da Lâtin ve German Avrupasına karşı amansız savunma savaşları yapmak mecburiyetinde kalmıştı. I. Kılıç Arslan’ın haçlı sürülerine karşı toplayabildiği Türk kuvveti elli bin kişiyi ancak buluyordu. İşte bu kadar az olan Anadolu Türklerinin tarihte Hindistan, Çin ve Mısır’daki hâkim Türklerin başına gelen «erime» felaketine uğramamaları, İlhanlıların Anadolu’ya getirdikleri yeni Türk unsurları ve Anadolu ile Azerbaycan’daki yabancıları büyük ölçüde sürmeleriyle mümkün olabilmiştir. Bu sayede Anadolu’daki Türk varlığı ve Türkiye Devleti’nin bekası tehdit altına girmemiştir.
Kısaca eğer İlhanlılar Anadolu topraklarına yeni Türk unsurlar getirmeseydi ve kâh Anadolu’daki, kâh Azerbaycan’daki Türk olmayan unsurları sürmeseydi Anadolu’daki Türk varlığı bugünlere ulaşamayacağı gibi bugünkü anlamda Türkiye Devleti de olmazdı ve 1040’ta kurulan Türkiye Devleti bugünlere gelemezdi.
Ezcümle Anadolu’nun Türk yurdu haline gelmesinin başlangıcı Emevî ordusunda görev alan Türk savaşçıların Anadolu’ya dönük İslâm fetihlerinde en ön saflarda olmalarıyla başlar, Abbâsî idaresince Bizans sınırında Anadolu’nun doğu kıyısında inşa edilen askerî şehirlerle kısmî olarak yerleşik bir hale kavuşur. Selçuklu iktidarıyla birlikte artık Anadolu’ya Türklerin gelişinin ve iskân oluşunun kitlesellik kazandığı görülürken Haçlı seferleriyle bu durumda zafiyet olmuş, ancak İlhanlı yönetimi Anadolu’ya yeni Türk yerleşimciler getirip Türk olmayan unsurların Anadolu’dan sürülmesi politikasını yürütmesiyle Anadolu’daki Türk varlığı büyük bir badire atlatarak bugünlere ulaşmıştır. Osmanlı’nın çöküşü ve Anadolu’nun Haçlı İtilaf Blokunca işgali karşısında Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının halk desteğiyle yaptıkları Millî Mücadele ile Türklerin Anadolu’dan atılmasının imkansız olduğu tüm dünyaya ilan edilmiştir.