“Belki yağmur başlar, limon ağacı mutfak penceremin önündeymiş gibi mutlu olur, yaşama sevinciyle dolarım. Bu kadarı bana yeter.”
Şebnem İşigüzel’ in bu cümleleri tam da benim duygularımı ifade ediyor ve beni asla terk etmeyen, terk etmeyecek bu duygular içinde olacağım ölene dek…
Bir limon ağacı vardı bahçemizde, babamın kocaman bir varilin içinde ektiği. İyi bir botanikçiydi babam; harika çiçekler ve bitkiler yetiştirirdi. Eğitim aldığı Köy Enstitüsü, Arifiye öğretmen okulunda botaniği seçmişti ve bu konuda uzmanlaşmıştı. Evimizde bahçe dediğimiz aslında çok da bahçe sayılamayacak avlumuzda ve sonradan yapılan balkonumuzda kendi elleriyle diktiği asma ağaçları, fesleğenler, günde bir kaz yalnızca akşamüstleri açan akşam sefası çiçekleri, küstüm çiçekleri, küpeliler en sağlıklı ve en güzel duruşlarıyla herkesi hayran bırakırdı. Ama o en çok limon ağacını severdi. Bizim sokakta evimizle aynı sırada oturan ‘’Leblebi Şakir’’ lakaplı Şakir amca ile çiçek yetiştirme konusunda yarış halinde, kimin çiçekleri daha güzel rekabet ederlerdi. .
İnegöl’ de Doğup büyüdüğüm evimizin çokta büyük olmayan avlu sayılabilecek bahçesinde köşede bütün ihtişamı ile duran limon ağacımız, o kocaman varilde ekili limon ağacı. Ta ki annem o avluya bir oda yaptırıp üstü balkon oluncaya kadar bahçemizin bir köşesinde parlak, mis gibi kokan yeşil yaprakları ile güzellik yarışmasındaki bir genç kız gibi süzülen limon ağacı. İşte o kocaman varilde ki limon ağacı, ustaların yardımı ile bahçenin yarısından bölünen odanın üstünde bir oda büyüklüğünde ki balkona ahşap merdivenlerden yukarı kata zar zor taşınmıştı. Zaten çok da büyük olmayan avlu daha da küçüldü, üçgen ve küçücük bir avlu değil, giriş alanı şekline büründü. Artık sokak kapısından girince sağ tarafta avludan bölünmüş yeni yapılan odanın penceresini ve perdelerini görüyorduk ancak evde bir balkon olması muhteşem olmuştu hepimiz için, yalnız yaz aylarında balkonda yenen yemeklerin yukarıya taşınması, yemekten sonra da boş kapların ve tencerelerin aşağıda bulunan mutfağımıza indirilmesi sıkıntı yaratıyordu. Annem buna bir çözüm buldu, boş kap kacak inecekse tertemiz inmeliydi tabi, çeşmeci çağırıp balkona bir de çeşme yaptırdı, çeşmeye taktığı hortum ile, ucuna kurna takılmış ağzına kadar su doldurduğu kocaman bir bidon ve altına bir plastik leğen ile idare ederken, bir süre sonra mutfak tezgâhı falan koydurmaya kalktı ki, babam ‘’ abartma hanım ‘’ deyince mutfak tezgahı konması başka bir zamana ertelendi. Tel dolabımızı da balkona çıkarttırmıştı annem. Eskiden yiyecek koyulan üstten kapaklı ambarların dışında bir de tel dolap olurdu evlerde. Ne mutlu ki bir balkona kavuşmuştuk ve ne yazık ki yeni yapılan balkona benim ve kardeşimin birlikte ders çalıştığımız ve uyuduğumuz bizim odamızdan geçiliyordu. Odamızı sürekli derli toplu tutmak zorundaydık, kardeşimin oda toplama meselesinde bana hiçbir yararı olmuyordu zaten bunu da çok iyi biliyordum, yoksa dominant annem ikimizi de terlikle terbiye etmesini bilirdi. Toparlamak her zaman bana kalıyor, kardeşimde bende terlik seansından kurtarıyorduk paçayı. Karşılıklı iki tek kişilik divan, kitap, defterlerimizi koymak için tek çekmeceli küçük bir kitaplık ve ders yaptığımız kırma masamız ve iki sandalyemiz bulunuyordu odamızda. Kardeşimin yatağının baş ucunda küçük yaştan beri kendi kendine çalmayı öğrendiği mandolin ve hemen yanında uzun sap bağlaması asılıydı ve yatağının yan tarafındaki duvarın büyük bir bölümünde de Galatasaray futbol takımı posterleri, dövüş sanatları ile popülerleşmiş Bruce Lee posterleri, gazetelerden kesilmiş araba resimleri, benim duvarımda ise o dönemin en popüler film karakterleri ve müzik toplulukları ve şarkıcılarının resimleri ve posterleri bulunmaktaydı. Babam ayağının altına bir tabure koyarak istediğimiz ne kadar poster ve resim varsa duvarlarımıza yapıştırmıştı. Babamız biz ne istersek onu mutlaka yerine getiren bir baba olduğu için kendisine nazımız fazlası ile geçerdi, annemizden pek yüz bulamazdık, buna rağmen mutaassıp ve muhafazakar annemiz bizim odamıza hiç karışmazdı. Evdeki pikabımızı ve plaklarımızı bazen odamıza çıkarır müzik dinlerdik. Ben her türlü müziği dinlerdim, yabancı müzik plaklarım vardı. Kardeşim bana ‘’ne anlıyorsun şunları dinlemekten’’ derdi bazen ve gülüşürdük. Ablamızın odası da yukarıda bizim odamızın karşısında idi. Nişanlısı hafta sonları ona çiçek ve kadife kutulara veya çok zarif sepetlere konmuş çikolatalar getiriyordu. Çikolata kutularından çikolata araklar yerdik. Çikolataların azaldığını fark eden ablam çikolata kutusunu veya sepetini baş ucunda ki büyük komodinin kapağını açarak ikinci rafına koyup kilitlerdi, kapağın üzerinde tek çekmecesi vardı komodinin. Biz ise çikolata çalmanın bir yolunu çoktan keşfetmiştik bile, bizim için dolabın kilitli olması sorun değildi çünkü dolabın çekmecesini çekip çıkarıp yere koyuyor ve kolumuzu içeri sokup elimizi daldırdığımızda kolayca erişebiliyorduk ve birkaç tane çikolata alıp çekmeceyi yeniden yerine yerleştiriyorduk. Ablam bizim çikolata çalma yöntemimizi anlamış olmalı ki çikolatalarını en alt rafa koymaya başlayınca ve bizimde elimiz kolumuz ermediği için çikolata çalma serüvenimiz böylelikle sona erdi.
Annem kafasına bir şeyi koyduğu zaman onu mutlaka yapardı, bu avluyu bölüp bir oda yapmak ve odanın üstünü de balkon yapma fikir kafasına takılınca kimseye haber vermeden, ayağına terlikleri takıp, mantosunu üstüne geçirip, eşarbını da çenesinin altında sıkıca bağlayarak koşturarak heyecanlı bir şekilde yakın komşularımız olan ustaları çağırmış ve duvar örecek ustalara, kapı çerçeve yapacak doğramacılara ne kadar giderimiz olur hesaplatmıştı. Akşam da babama fikrini söylese de, babam kabul etmese dahi yapacağından geri kalmıyordu. Bakkal Halil amcanın bakkal dükkanının sırasında yüz metre ilerde biriketçilerden inşaat malzemeleri alıp getirtiyor ve yıktırıyordu kapımızın önüne. Annemizin, kimseye sormadan danışmadan gerçekleştirdiği canı nasıl istiyorsa çeşitli değişiklikler yapılıyordu evimizde. Duvar yıktırdı, kapı açtırdı, duvar ördürdü, pencere koydurdu ta ki Bursa’ ya taşınıncaya kadar evimizde birçok devrim gerçekleşti inşaat adına. İnegöl küçük yerdi o zaman herkes birbirini tanıyor ve veresiye alışveriş ediliyordu ‘’Allah kerim ‘’ maaşta taksit ile ödemek üzere, deftere yazılırdı. Eskiden her iş yerinde veresiye defteri vardı.
Annem mevlitlerin özelliklede lohusa mevlitlerinin aranan en gözde hafızlarından bir tanesi idi. ‘’Allah rızası’’ için okuduğu mevlitlerden kendisi istemese bile Kuranının arasına ‘’ölümü gör hafız hanım’’ diyerek kadınlar tarafından sıkıştırılan paralardan kendi harçlığını fazlası ile çıkartıyordu zaten. Ev ve bizim için yaptığı harcamalara parası yetmez ise veresiye yazdırıyordu. Çok sevilen, sayılan, güvenilir insanlar oldukları için alış veriş yapma anlamında hiç sıkıntı çekmezlerdi annemde babamda.
Uzun süre oturduğumuz doğduğum evden sonra annem ve babamın taşındığı eve götürdüğümüz çiçeklerimizin içinde babamın en kıymetli gözdesi o kocaman gövdeli varilin içinde, diğer çiçeklere haşmetiyle gösteriş ve nispet yapar gibi, kamyonetin kasasının başköşesinde, dallarına zarar gelmeyecek şekilde korunarak yolculuk ediyordu Limon ağacımız.
Çocukluk yıllarımız, ergenlik çağlarımız çoktan sona ermişti artık büyümüş birer genç olmuştuk. Ben 1981 de evlendim, kardeşim askere gitti geldi, bir süre sonra kardeşimin Bursa’da ‘’Devlet Su İşleri’’nde işe başlayacak olması nedeniyle annem, babam, kardeşim İnegöl’den Bursa’ya taşındılar. Yeşilyayla semtinde, pek de çiçek koymaya müsait olmayan küçük bir apartman dairesi idi. Ablam ve ben onların yeni taşındıkları eve yerleşmelerine yardım etmek için yanlarına gittiğimizde ilk olarak farkına vardığımız şey babamızın keyfinin pekte yerinde olmadığı idi. Babam elini çenesine koymuş çiçekleri nereye koyacaklarını düşünüyordu. Çiçek saksılarının küçük bir bölümünü arka odaya açılan küçük bir balkona, geri kalanını da evin arka odasına koydular.
Birkaç yıl sonra ben, eşim ve iki çocuğumuz ile bizde Bursa’ya taşındık. Hürriyet semtinde, Soğukkuyu mahallesinde harika bir ev bulduk kendimize. Şansımıza, iki katlı, arka bahçesinde vişne ve ceviz ağaçlarının bulunan, ön bahçesinde mermerden çiçeklikleri olan, demir kapısının üzerinden hanımellerinin nefis kokular yayarak sarktığı o harika eve taşındık. Bizimde hem Bursa’ya taşınmamız hem de önünde ve arkasında kocaman bakımlı bahçeleri olan ev olması, babamın kaybolan sevincinin yerine gelmesine neden oldu. Çünkü bu ev, onunda hayallerindeki evdi. Evin arka kısmından mutfaktan geçilen arka bahçemiz babama İnegöl’deki evimizi unutturamasa da çok sevindirmişti. Çok çok mutlu oldu; kendi oturdukları apartman dairesindeki nereye koyacağını bilemediği, yer bulamadığı çiçeklerinin bir oğunu birkaç gün sonra kamyonet tutarak bizim taşındığımız evin bahçesine taşıdı. Zaten çok güzel olan o ev şimdi gerçekten çiçek açmıştı. Limon ağacının içinde bulunduğu varili de ön bahçenin köşesine koydurdu. Çocuklarım küçüktüler, iki erkek çocuktan sonra birde kız çocuğumuz olmuştu. Annem ve babam çocuklar konusunda bana yardım etmek için sık aralıklar ile bize gelirlerdi ve yaz gecelerinde hep birlikte çaylarımızı yudumladığımız, arka bahçesinde mangal keyifleri yaptığımız harika zamanlar geçiriyorduk. Günlerden bir gün çiçekleri sularken aklıma bir fikir gelmişti ve bir an önce hayata geçirmek isteği beni heyecanlandırmıştı. Babamı daha çok mutlu etmek adına ona sürpriz olsun diye limonu varilinden çıkarttırıp toprağa ektirmeyi, bahçemizin en güzel yerinde daha çok büyüyeceğini, serpileceğini, sarı sarı limonlarını sarkıtacağını düşündüm ve bir an önce bu fikrimi hayata geçirmek için heyecan ile annemi aradım. Limon ağacını varilinden çıkarıp ön bahçeye toprağa dikme fikrimi, söylediğimde annem ‘’ ya yeni yerini sevmez yadırgar ise? ‘’ demişti. Ev işlerimi bitirdikten sonra sokağımızın cadde ile birleşen köşesinde bulunan bir demirci atölyesinden bir usta çağırarak büyük bir coşku ile limon ağacının varilini kestirip bahçe toprağına diktirdim. Limon varilin içinde öylesine kök salmıştı ki oysa. Aradan geçen birkaç gün zarfında limonun yeni yerini sevmediği duruşundan, yapraklarından anlaşılmaya başladı buda bende babam çok üzülecek endişesi oluşturuyordu. Birkaç gün sonra babam ve annem bize geldiklerinde bahçe kapısından içeri girip limon ağacını yerde, bahçe toprağında varilinden çıkarılmış ve toprağa gömülmüş olduğunu görmeleriyle birlikte babamın gürlemesi bir oldu: “Emellll…” Normalde sakin bir adamdı babam; öyle bağırıp çağırması çok nadir olurdu. Koşarak bahçeye çıktım, yanlarına gittim. “Kızım,” dedi. Ben başımı öne eğdim. “Bu limon ağacı yerini sevmezse şimdi, ne olacak?” Hiç cevap veremedim… Annem de “Ben sana demedim mi?” bakışlarıyla bakıyordu yüzüme. İlerleyen günlerde babacığımın endişesinin boşuna olmadığını bir kanıtı olarak, zamanla limon ağacımız ışıltısını yitirdi ve yapraklarını dökmeye başladı. O güzelim, görkemli, ışıl ışıl koca bir bitki ışıltısını yitirmiş, sararmıştı ve bir ot yığınına dönüşmesine hep birlikte şahit olduk ne yazık ki. Artık bir moloz yığını haline gelen ağacı çöpe atmak için kökünden sökerken babam, ben kollarımı göğsümde kavuşturmuş, pişmanlık ve kederle başında dikiyordum. Babamın “Canın sağ olsun kızım,” cümleleri döküldü ağzından, bu söz beni çok etkiledi, hiçbir zaman kalbimi kıramayışı, onu en çok üzdüğüm zamanlarda bile benimle böyle sevgi dolu diyaloglar kurması, onun o güzel şevkati, ailesinin her ferdine büyük küçük demeden gösterdiği saygı. Doğunca erkek oldu diye sevincinden kurbanlar kestirdiği erkek kardeşime karşı kardeşimin yaptığı yaramazlıklardan dolayı bazen sert tavırları oluyordu. Kardeşim henüz on yaşında iken babamın henüz bankadan yeni çektiği maaşının hatırı sayılır bir bölümünü babamdan gizli cebinden alarak ve arkadaşlarını toplayarak bir günde harcamasıdır oda.
Şimdi nerede bir limon ağacı görsem babamı ve o günleri hatırlıyorum. İşte bu gece beni anılarıma geri döndüren o limon ağacımızın bir benzerinin fotoğraflarını bir arkadaşımın sayfasında gördüğümde duygularımı sizlere aktarmak istedim…
Ve mutlaka bir limon ağacım olacak; hatta annemle babamın yan yana mezarlarının başucuna dikeceğim aynı büyüklükte bir varile ve Tanrım bakacak onlara… Yazlıkta ki evimizin balkonunda asla yok olmayan iki büyük dikdörtgen Crassula Ovata çiçeklerime baktığı gibi, yaz-kış hiç açmayan ama yemyeşil ve dipdiri, çok güneş seven para çiçekleri. Hiç bilmiyordum bu çiçeklerin para çiçeği olduğunu; meğer ev içerisinde, pencere önüne, kapıdan girişte sağ tarafa konulup toprağına da bozuk para gömülürmüş. Babamdan sonra çiçeklere merak sarıp çiçek bakımı için araştırma yaparken öğrenmiş oldum ismini o çiçeğin. Ağaçların çiçeklerin, bitkilerin, insan ömrü için, hayat için, toplum için ne kadar değerli ve ne kadar önemli olduğunu ve de sanırım ben de anasının kızı olarak kimseye sormadan danışmadan, danışsam bile yine beni yönlendiren aklımın peşine takılarak yaptığım bu değişimden zararlı çıkışım ömür boyu ders alınacak bir mirastır. Sevgiyle kalın.
‘’Belki yağmur başlar, limon ağacı mutfak penceremin önündeymiş gibi mutlu olur, yaşama sevinciyle dolarım. Bu kadarı bana yeter.’’ Şebnem İşigüzel (Kafa Dergisi)
Makaleye Yorum Yaz Rastgele Makale Getir
Güzel bir öykü…
🙏 Çok teşekkür ederim