
Tarih, beşeriyetin huzuru için hayatını feda etmeyi göze almış, ömrünü insanlığa adamış nice şahsiyetleri barındırır bünyesinde. Tarihin tozlu sayfalarında karşılaştığımız bu “model” kişiler, çağlar boyunca bir anıt gibi yerleşirler yüreklere, zihinlere. Bir insan olarak negatif ve pozitif eğilimlerinin, davranış biçimlerinin olabileceği hakikati bir kenara bırakılır; tamamen güzel hasletlerle bezenirler, bu fenomenler. Koyulmuş bir kanun varmışçasına, bir tabu olur klişeler ve hiçbir şekilde toz kondurulmaz onlara. Tezlerin ispatı sadedinde deliller, rivayetler aranır ve bazen tarihî yalın hakikatler, süslü efsanelerle, menkıbelerle bezenir. Beşer üstü bir portreyle karşımıza çıkan şahsiyetin kimliği tarihî, edebî ve menkıbevî rivayetlerle karmaşık hâle gelir. Karmaşıklaşan kıymetli şahsiyetler böylece basit, derbeder bir vaziyete sokulur. Kaliteleri ve saygınlıkları yavanlaştırılarak bitirilir ve sıradan şahıslara dönüşerek unutulmaya yüz tutulur.
İşte tarihte birçok örneğini gördüğümüz bu mezkûr şahsiyetlerden birisi de Battal Gâzî’dir. Endülüs Emevîleri, Abbasîler ve Osmanlılar döneminde yaşadığına dair rivayetler bulunmasına rağmen kesin olan hususun Emevîler döneminde yaşadığı olan Battal Gazi, yaşadığı devirden günümüze kadar Türk – İslâm âleminde derin bir tesir icra eden tarihî bir şahsiyettir. Her ne kadar edebî eserlerde ve menkıbelerdeki kişiliğiyle ilgili verilen uç örneklerle yukarıda da belirttiğimiz bayağılaştırma, derbeder bir vaziyete sokulma gibi çabalara maruz kalmasına rağmen her Müslüman’ın gönlünde kurduğu sarsılmaz taht sayesinde onun tarihsel kişiliği yok edilemeyecek denli sağlamdır.
Malatya Serdarı Hüseyin Gazi’nin oğlu olan ve babası Hüseyin Gâzî’nin şehadetiyle mücadele hayatı başlamış olan Battal Gazi’nin annesi Saide Hatun peygamber soyundan gelmiş olup Hz. Muhammed’e ve dedesi İlyas’a, hatta Hz. Adem’e kadar uzanmaktadır. Battal Gazi’nin doğduğu ve yaşadığı evin yeri hâlen mevcut olup yıkıntı halinde korunmaktadır. Uzun yıllar halka yemek dağıtılan hayrat yeri olarak kullanılmıştır.
Malatya’da doğduğu yere kendi ismi verilen Battal Gazi’nin annesi Saide Hatun ile eşi Zeynep Hanım’ın ve iki oğlunun ve Torunu Vaiz Baba Türbeleri’de Malatya (Battalgazi) şehrindedir. Amcası Hasan Gazi’nin türbesi ise Malatya Darende’de bulunmaktadır.
Emevîler döneminde yaşadığını aktardığımız Battal Battal Gâzî’nin ismi, kahramanlığı ve Emeviler döneminde, Anadolu’da cereyan eden Emevî – Bizans savaşlarına katılan bir kahraman olmasıyla dillere destan olmuştur. O, imza attığı kahramanlıklar ve başarılar ile Anadolu’nun fethinin mimarı ve fethin sembolü olan bir yiğit idi…
O, Battal Gazi idi…
O, “…çok merhametli Müslümanlardan olmadınız da cengaver, cevval oldunuz?” sorusuna: “Ben Hz. Hüseyin’in şehit edildiği, İslâmiyet’in içinde ekilen fitnenin yetişip biçildiği sene dünyaya geldim. O havayı teneffüs ettiğim için hak namına neyi görürsem tahammül edemiyorum, derhal hakkın müdafiinin ben olduğumu, adaletin olmadığı yerde de benim olmayacağımı (düşünüyorum)” cevabını veren hak ve adalet aşığı, hak ve adalet müdafii, hak ve adalet savaşçısı olan bir alperen idi…
122/740 yılında III. Leon’la yapılan savaşta yaralanınca tarihe hak yol için gâzi olan bir serdengeçti olarak mal oldu ve adı dillere destan bir hale geldi…
Emevîler döneminden itibaren Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav.)’in “İstanbul’un fethine” yönelik müjdesine nail olma; bu uğurda “şehit veya “gâzî” olma ideali şüphesiz Battal Gâzî’nin de ideallerinin esasını oluşturmakta idi…
Neticede Mesleme b. Abdülmelik, yukarıda zikrettiğimiz müjdeyi verdiği hadisin ravisi Bişr b. el-Ğanevî’den, Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav.)’in müjdesini işitince fetih hazırlıklarına başlayınca Battal Gazi, Mesleme b. Abdülmelik’in İstanbul’a yaptığı sefere katılmış ve kuşatmada çarpışarak kendini gösterme imkanına sahip olmuştur. Aynı müjdeye nail olmak maksadıyla daha önce Hz. Peygamberimiz (sav.)’in güzide sahabesi Ebû Eyyûb el-Ensârî’yi -ilerlemiş yaşına rağmen- mücahitler arasına dahil eden “ideal”, daha sonraki kuşatmada da başta ordu komutanı Mesleme b. Abdülmelik olmak üzere, Battal Gazi’nin de içinde olduğu diğer mücahitleri etkilemiştir.
Güneydoğu Anadolu ve Suriye yöresinde, Hıristiyanların çok korktuğu bir cengaver olarak nam salan Battal Gazi, annelerin yaramazlık yapan çocuklarını korkutmak için nesne olarak kullandığı, çocuklarına onun kim olduğunu öğretmek için kiliselerinde portresini bulundurduğu bir şahsiyete dönüşmüştü. Battal Gazi ele geçirmek istediği şehirleri bazen kılıç kuvvetiyle, bazen zekâsıyla kendine bağlamıştı.
Bu arada bilge kişiliğiyle de bilinen Battal Gazi, 13 yaşına geldiğinde tefsir ilmi başta olmak üzere dinî ilimlerde kendisini yetiştirmiştir. Battal Gazî, Kur’ân-ı Kerîm’i çocukluk hayatında hıfzetmiş, güzel eda ve sedası ile Kur’ân’ı okuyan bir hafız olmuştur. Kuvvetli bir hafız olduktan sonra Kur’ân-ı Kerîm’in manasını anlayabilmek için Arapça kavaid ve usul kitaplarını tedrise başladı. Çok zeki ve faal olan bu büyük insan çok çabuk ve çok az bir zamanda bu nüshaların okunmasını da sağlayarak ehl-i sünnetin dışına çıkmamak kaydıyla zamanının içtihat sahipleri arasına girdi.
O, İslâm dininin yanı sıra ehl-i kitap ve dinleri hakkında da geniş bilgiye sahip olup Tevrat, Zebur ve İncil’i de çok iyi bilen ve bu kitapların dillerine vâkıf olan âlim bir kişilik idi… O, özellikle Tevrat kitabını; yani Musa ve Harun peygamberlere Allah tarafından gönderilen kitabı çok iyi tetkik etmiştir. İsrailoğulları zamanında yaşamış olsaydı ancak bu kadar vukufiyet elde edebilirdi. Battal Gâzî, Tevrat kitabının aslını öğrenebilmesi için İbrânî lisanının en nadir kullanılan kelime ve terimlerini dahi öğrenmek suretiyle Musevî hahamlarına taş çıkartacak kadar bilgi sahibi olmuş, hahamlar Battal Gazi ile Musevîlik hakkında münakaşa dahi yapılmaması için dilden dile birbirlerine haberler göndermeye başlamışlardı. İşte Tevrat ilmine derin vukufiyetin meyvesi olarak Hz. Ömer’in fethettiği sıralarda bazı İsrailoğullarına ait küçük köyler ve küçük kasabalar fethedilmemiş, bu gibi yerlere İslâmiyet nüfuz etmemişken; Battal Gâzî hazretlerinin zeki, faal, cevval hareketleri sayesinde bu güzel ülkeler de İslâmiyet çemberi içine girmiş ve fethedilmiş oldu. Battal Gâzî, Tevrat kitabının tamamen hafızı idi. Yahudilerin resmî lisanları olan İbrânî lisanını, sırf bu kitabın sırrına agâh olabilmek için öğrenmişti…
Ayrıca Zebur konusunda da tam bir üstad olan Battal Gâzî Hazretleri Süryaniceye vakıf olduğundan bu lisanı da sırf Allah’ın kitabı olan Zebur’un ifade etmek istediği mev’ıza, ilâhiyat, münacatları çok iyi anlamış, Dâvûd Peygamberin peygamber olarak gönderildiği beldeleri de İslâm beldelerine katmak için gayretler sarf etmiştir… O, bu kitabın da hafızı idi… O, İslâm dininde hak kitaplar olan ve inanılması zarurî hükümler bulunan kitaplardan İncil’i iyice anlayabilmek için Grekçe’yi çok iyi bilmesi gerektiğinden; bu lisanı o zamanın telaffuz, terim ve lehçesi üzerine bilen; İncil’in tam hafızı olan bir insandı… Hristiyanlık dininin bütün umdelerini Hristiyan ruhanî meclislerini idare eden papalardan daha bilgili, gayelerinin, hangi hedefte toplandığını vazıh bir şekilde bilen bir âlim olarak o zaman ki, heyet-i ihtişamıyla Bizans’ın en büyük mabetle-rinden olan Ayasofya Katedrali’ni ve diğer birçok mahallî kiliseleri gezmiş, onların rahip ve rahibeleri ile görüşmüş ve konuşmuştur…
Ayrıca Battal Gazi tarafından bu kitapların müntesiplerine İslâm’ın tebliğini ayrıntılı bir şekilde yaptığını da aktarmak icap eder.
Battal Gazi, bugün Eskişehir’in güneybatısında yer alan Seyitgazi kasabasının bulunduğu antik Akroinon mevkiindeki bir muharebe sırasında şehit olmuş ve Hakk’a yürümüştür. Kalbi pûr-nûr, mekânı cennet, makâmı âli olsun…
Ve sözümü şu dua ve temennilerle noktalamak istiyorum:
Allah, Hazret-i Ömer gibi, Halid Bin Velid (r.a.) gibi, Tarık bin Ziyad gibi, Selahaddin Eyyubi gibi, Atsız bin Uvak gibi, Nureddin Zengi gibi, Rüknüddîn Baybars gibi, Battal Gazi gibi korkusuz İslâm zabidlerinin, mücahidlerinin heybetini, yolumuza tuttukları ışığı bizlerden eksik etmesin!
Kurban olduğum Kadir Yaradan Gazze’nin, Kudüs’ün, Arakan’ın, Keşmir’in, Bosna’nın, Moro’nun, Kerkük’ün, Yemen’in, Urumçi’nin, Lübnan’ın, Patani’nin, Kosova’nın, Belucistan’ın, Kırım’ın ve daha pek çok mümin ve mazlum coğrafyanın adalet ve hürriyet beklediği şu günlerde içimizden yeni Ömer’ler, Halid’ler, Tarık’lar, Selahaddin’ler, Uvak’lar, Nureddin’ler, Baybars’lar, Battal’lar çıkarsın inşAllah…
Selâm ve duâ ile…
Makaleye Yorum Yaz Rastgele Makale Getir
Makale Arşivi sitesinden daha fazla şey keşfedin
En son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için ücretsiz abone olun.