Bu, Ankara’da yaşadığım kaçıncı “Kızılca Gün”? Unuttum artık. Yaşamımın çoğu protokol içinde geçti ama içeriksiz programları hiç sevmedim. İnsan; duygu, düşünce, deneyim ve bilgi yüklüdür; bunun için de o kadar zaman harcamak gerekir ki sormayın gitsin.
Dün akşam ortaokul öğretmenim, bugün Antalya’da avukat olan Mahmut Akıncı Hocam aradı. Hal hatır sorduktan sonra, “Bu Kızılca Gün’de Anıtkabir’de olalım,” dedi. Öğleye doğru karlı bir Ankara gününde yollarda olacağız. Özellikle son yıllarda yurdum insanının geleceğe ilişkin umutları ve beklentileri öyle karartıldı ve köreltildi ki artık gençlerin çoğu bile geleceklerini, umutlarını ve hayallerini bu toprakların dışında, başka ülkelerde arar oldular. Bazı ülkelerin insanları ise bu ülkede ve bu topraklarda gelecek arar oldular. Bu ne yaman bir çelişkidir? Sormak gerekmez mi: Neye göre, kime göre ve niçin, kimin için?
Bugün 27 Aralık. Peki, neyin nesi bu “27 Aralık 1919”? Ankara’da bile çoğu kişi için yılbaşı öncesi telaşının son günleri; kimilerine göre ise yeni asgari ücrete üç dört gün var. Birçok yurtsever için masalımsı bir konuya gireyim:
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; develer tellal, pireler berber iken, ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir Osmanlı Devleti varmış. Bugün bile methedile methedile, övüle övüle bitirilemeyen, bütün dünyaya hükmeden padişahları, halifeleri varmış. Gel zaman git zaman; gelsin hareme savaş ganimeti cariyeler, şansı yaver gidenlerin bazıları da zamanla birer hanım sultan… Anadolu ve Rumeli’nin Türk kızları mı? Onlar tarlada çalışsın, sürü gütsün. Şaka değil; gerçekten şansı olanlar ise saraya değil; ağaya, şeyhülislama, kadıya kuma gitsin. Sevmek mi? Kader utansın!
Erkekler mi? Babalarının varsa tarlalarında, tokatlarında çalışsınlar ya da ağaya maraba olsunlar. Savaş mı çıktı? Ver elini gâvur ellerine, dönülmeyen yollara revan olmaya… Ülke için yarınlar planı mı? Ne gezer! Ye, iç, gez; ekmek elden su gölden… Dünya değişmiş, Sanayi Devrimi diye bir şeyler olmuş; makineler almış başını gitmiş. Feodalizm kapitalizme dönüşmüş, kapitalizm ise emperyalizm aşamasına gelmiş. Saray mı? Oooo, onun keyfi yerinde! Anadolu ve Rumeli’den toplanan vergiler ve savaşacak gönüllü askerler ile keyif çatılsın gitsin.
İmparatorluk toprak kaybediyor; saraya bir şey olmaz değil mi? Ülkede, Çanakkale’de 1915-16’larda düşmana “dur” denilmiş 57. Alaylar, Mustafa Kemaller var ama sarayın derdi kendi saltanatı ve hazinesi. Daha aradan üç yıl bile geçmemiş ki bir 13 Kasım 1918 sabahı, sarayın önüne demirleyivermiş İngiliz temsilciliğinde emperyalizmin donanması. Mustafalar, Kemaller, Mustafa Kemaller dertli, tasalı ama gel gör ki sarayın keyfi yerinde.
Günlerden 16 Mayıs 1919 Cuma’dır. Öğleden sonra İstanbul Galata Rıhtımı’ndan Mustafa Kemal Paşa ve birlikte oldukları; biraz da çetrefilli yollardan İngiliz validen alınan ama onları pek huzursuz eden “isyanları bastırmak” bahanesi ile Karadeniz’e, Samsun’a doğru yola çıkarlar. 19 Mayıs 1919’da artık Samsun’dadırlar. 1919’un Haziran ayında Amasya’dan haykırır Mustafa Kemal: “Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararlılığı kurtaracaktır!” (Amasya Genelgesi, 22 Haziran 1919).
Her ne olursa olsun; sarayın iş birlikçi saltanatından ve düşmanın işgalinden kurtarılacaktır bu vatan. Ver elini Erzurum: 23 Temmuz Erzurum Kongresi. Alınan kararlar uyarınca kurtuluş savaşını yapacak yerel cemiyetler kurulacak; sonra da merkezi olarak Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti çatısı altında örgütlenip Heyet-i Temsiliye seçimleri yapılacaktır. Durmak yok, yola devamdır; ama bu yol kurtuluşun yoludur.
Ver elini 4 Eylül 1919, Sivas Kongresi. Ulusal kurtuluş için Amasya Tamimi ile belirlenen hedefler, Erzurum Kongresi’nde oluşturulan cemiyetler aracılığı ile Anadolu ve Rumeli’de ulusal kurtuluş heyecanını başlatır ve bu cemiyetlerin temsilcileri ile Sivas Kongresi toplanır. Ulusal kurtuluş için kurulan tüm dernekler, Sivas Kongresi’nde Heyet-i Temsiliye haline dönüştürülür.
Bugüne kadar yapılan bütün çalışmaların sonuçlarının alınması ve ulusal kurtuluş savaşının örgütlenmesi, planlanması için; yurdun dört bir yanından seçilip gelen Heyet-i Temsiliye ile birlikte, haberleşme ve ulaşım araçları üzerinde güvenli bir yer olan Ankara yollarına düşme vakti gelmiştir Mustafa Kemal için. Mevsim kıştır, cepte para yoktur. Yine de düşülür yola; bir 18 Aralık 1919 sabahı Sivas’tan Ankara’ya…
27 Aralık 1919 Cumartesi öğleden sonra, Beynam Köyü üzerinden Dikmen sırtlarına gelinir. Mustafa Kemal ve arkadaşları kurtuluş için gelirler de Ankara’nın Seymenleri boş dururlar mı? Onlar da “Kızılca Gün”e hazırdırlar ve Mustafa Kemal’e söz verirler. Orta Asya Türk törelerinde Kızılca Gün; devletin buhran yaşadığı dönemlerde, devleti ve milleti bu buhrandan çıkaracak bir lider seçiminin yapılacağı gün demektir. Ankara Seymenlerinin “Kızılca Gün” ilan edip Mustafa Kemal’i de kurtarıcı gördükleri, Mustafa Kemal’in de kurtuluş sözü verdiği gündür bugün: 27 Aralık 1919.
Hamaset kokan nutuklar atılmaz, anlamsız ve içeriksiz törenler ile kutlanmaz bugün. “Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa / Askerin, milletin, bayrağınla çok yaşa!” Biz de Korkuteli Ortaokulundan Mahmut Hoca ve öğrencileri olarak çıkacağız Anıtkabir yollarına, bu karlı ve soğuk Ankara gününde; “Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa” diyerek.



