Bir süre önce Belgrad’da yapılan “Birliğin Gücü 2025” askerî geçit töreninin provaları sırasında Sırp kamuflajına boyanmış İsrail üretimi PULS ÇRNA’nın görülmesi konuyla ilgilenen herkesin malumudur.

Yani bunda ne var diye soranlar elbette olacaktır. Elbette her ülke istediğiyle ticaret yapabilir fakat Avrupa ülkelerinin İsrail’le ticari ilişkilerini askıya almaya başladığı, Filistin’in Avrupa devletlerince arka arkaya tanınma hamleleri yapılırken ve İsrail’e karşı başta ekonomik ve siyasi alanlarda olmak üzere tam teşekküllü bir izolasyona hazırlandığı bir süreçte kendi de bir Avrupa ülkesi olan Sırbistan’ın bu tavrı elbette ki çok enteresan olarak karşılanacaktır.
Ama elbette ki Belgrad’la Tel-Aviv’in arasındaki ilişkilerin derinliğini incelediğimizde bütün bu olanların tesadüf olmadığını görebiliriz çünkü iki ülke arasında İsrail tarafından 2020’de alınan Kosova’yı tanıma kararının dahi sabote edemediği sağlamlığa ve derinliğe sahip bir İsrail-Sırbistan ilişkileri mevcut.
Şimdi hep birlikte iki tarafın arasındaki bu denli sarsılmaz bağların olduğu diplomatik ilişkilere mercek tutalım:
Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki Sırbistan’ın başkenti olan Belgrad’daki ilk Yahudi varlığıyla alakalı bilgilerin 13.yüzyıla kadar uzanmakta olup Yahudilerin Belgrad’a ilk defa İtalya’dan ve o süreçte çiçeği burnunda Osmanlı’nın himayesine yeni girmiş ve bu münasebetle Ahi Cumhuriyeti’nden sonra Türk devlet nizamının cumhuriyet idaresiyle ikinci defa temasını sağlayan ve Osmanlı himayesinde 1808’deki Napoleon işgaline kadar güvenle varlığını sürdürecek olan Ragusa Cumhuriyeti’nin başkenti Dubrovnik’ten göç ederek geldikleri tarihi kaynaklarca doğrulanmıştır. İtalya ve Dubrovnik’ten Belgrad’a göç eden Yahudilere zamanla yenileri eklenmiş, Belgrad’a yönelik ikinci Yahudi göçü dalgası Macaristan ve Yahudilere dönük bir soykırım politikasının yürütüldüğü İspanya’dan gerçekleşmiştir.
15. ve 16. yüzyıllarda başta Belgrad’da olmak üzere Balkanlar’daki Yahudi cemaati oldukça genişledi. Balkan Yahudilerinin bir kısmı din ve vicdan hürriyeti üzerine bir anlayış benimsemiş ve gayrimüslimlere karşı hoşgörülü politikalar izleyen Osmanlı topraklarında yaşarken bir kısmı da Habsburg Hanedanı’nın egemenliğinin arefesinde II. Joseph tarafından kendilerine inanç hürriyetinin tanınmasından ötürü Avusturya dolaylarında yaşıyordu.
Osmanlı ve Avusturya topraklarında sahip oldukları din ve inanç hürriyeti, Balkanlar’daki Yahudi cemaatinin gerek nüfus yoğunluğu gerekse pek çok stratejik başlıklarda Hristiyan ve Müslüman halklarla eşit bir ağırlığa erişmelerini, hatta bazı konularda Hristiyan ve Müslüman çevrelerden daha güçlü hale gelmelerini sağladı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kültürel özerklik kazanmayı başaran Yahudi cemaatinin nüfusu 1939 yılına gelindiğinde 10.000 civarındaydı.
Holokost sürecinin yaşanması ve buna ek olarak Holokost’tan dolayı gerek Yugoslav Halk Kurtuluş Ordusu’nda, gerekse diğer müttefik ordularında Nazilere karşı savaşırken hayatını kaybeden Yahudilerden dolayı Balkanlar’daki ve Sırp topraklarındaki Yahudi nüfusunda oldukça azalma yaşandı. Kâh Holokost sürecini, kâh Nazilere karşı savaştıkları müttefik ordularında gazi olarak savaşı sağ salim atlatabilen Yahudiler de 1947 itibariyle İsrail Devleti’nin kurulduğu Filistin topraklarına göç etti.
Sırp topraklarında hakimiyet kuran Yugoslavya ve İsrail arasında 1947’de ilk diplomatik temaslar kurulurken Yugoslav egemenliğinde yaşayan sekiz bine yakın Yahudi 1952’de halihazırda İsrail Devleti’nin kurulduğu Filistin topraklarına göç etti. Bu göçleri kolaylaştıran Yugoslavya, bu vesileyle Tel-Aviv’le iyi ilişkiler kurdu ve Arap-İsrail Savaşlarında kesin bir taraf tutmaktan kaçındı. Ama 1967 yılında gerçekleşen Altı Gün Savaşı’nda tavır değişikliğine giden Yugoslavya, İsrail’le tüm bağlarını kesmiş ve 1990’larda Yugoslavya dağılıncaya dek tarafların arasında diplomatik bir bağ olmamıştır.
Yugoslav Savaşı münasebetiyle Balkanlarda yaşanan iç karışıklıklar sürecinde Sırbistan, tıpkı İran ve Körfez Savaşlarından dolayı dünyadan izole edilen Irak’la aynı kaderi paylaştı ve Irak gibi krizlerle boğuştu. Bu durumu aşmak isteyen ve yalnızlıktan kurtulmayı amaçlayan Sırbistan, bunun için siyasi desteğe ihtiyaç duydu ve çareyi asırlar boyunca topraklarında hür yaşamalarından dolayı sıcak ilişkilerinin olduğu Yahudilere güvendi ve 1967’de Altı Gün Savaşlarını bahane ederek Yugoslavya Sosyalist Halk Cumhuriyeti’nin diplomatik ilişkilerini kopardığı İsrail’le diplomatik bağları geliştirmeye çalıştı.
1995’te Bosna’daki Sırplara ve Belgrad’daki Milosevic rejimine silah tedariği yapan İsrail, 1999’da Sırp başkenti Belgrad’a yapılan NATO bombardımanını da kınamıştır. ABD ve NATO Sırplara yönelik şahin tavırlar takınırken İsrail tam tersi bir tavır alarak burada ABD’den ve NATO’dan ayrışmıştır. Dönemin İsrail Dışişleri Bakanı Ariel Şaron Belgrad’a ve Sırp topraklarına yönelik NATO bombardımanını “acımasız bir müdahale” eylemi olarak eleştirmiş ve burada Sırp tezlerini savunmuştur. Nitekim Ariel Şaron 2014’te öldüğünde Sırp bakan Aleksandar Vulin tarafından “Sırp halkı Şaron’u 1999’da yapılan NATO bombardıman kampanyasına karşı çıkmasıyla, diğer ulusların egemenliğine saygı gösterilmesini ve iç işlerine karışmama politikasını savunmasıyla hatırlayacaktır” şeklinde açıklama yapılmıştır.
1999’daki NATO bombardımanı sürecinde İsrail tarafından yapılan Sırp yanlısı açıklamalar devlet seviyesiyle sınırlı kalmayacak, İsrail kamuoyundan da arka arkaya enteresan açıklamalar yapılacaktı. Yaşanan bombardıman sürecinde İsrail’in devlet radyosuna konuşan İsrailli avukat ve politikacı Elyakim Haetzni de Sırpların İsrail yardımını ilk alan taraf olması gerektiğini söyleyecekti.
Elbette ki Sırbistan, Yugoslavya döneminden beri genel olarak hem İsrail, hem de Filistin tarafıyla da iyi ilişkiler kurmuş olsa da 1947’de İsrail Devleti Filistin topraklarında kuruldu kurulalı tarihsel olarak İsrail’in Gazzeliler başta olmak üzere Filistinlilere dönük gerçekleştirdiği kitlesel imha sürecine dönük gaddarane tavrını eleştirmekten de ısrarla kaçınmıştır. Yani Sırp-Yahudi ilişkilerinde mütekabiliyet esastır ve iki taraf da birbirlerinin zulüm politikalarına karışmazken başta askeri mühimmat, teçhizat gibi malzemeler olmak üzere şakır şakır ticaret yapıyorlar ki Hamas’ın gerçekleştirdiği Aksa Tufanı’nı bahane ederek Gazze’yi taş devrine götüren İsrail’le ticari ilişkiler Avrupa devletleri tarafından birer birer kesilip diplomatik açıdan da İsrail’e karşı sert tavırlar alınırken, İsrail devlet erkanı için UCM’nin çıkardığı tutuklama kararları Avrupalı hükümetlerce kabul edilirken Sırbistan aynı tutumları takınmaktan kaçınıyor.
Yani bir tarafta Ortadoğu’nun tam kalbinde bir hançer olan Siyonist İsrail, diğer tarafta da Balkanlar’ın tam ortasında Avrupa’nın asi ve hırçın çocuğu radikal Ortodoks Hristiyan Sırbistan…
Bu vesileyle şunu da belirtmek isterim ki tarih kitaplarımız hep Osmanlı’ya karşı bağımsızlık için ilk isyan eden ulusun Sırplar olduğunu yazsa da Birinci Dünya Savaşı esnasında Siyonist Yahudilerin Mısır’daki işgalci İngiliz komutan General Maxwell’e müracaat edip Osmanlı’ya karşı İngiliz birlikleri arasında gönüllü olarak savaşabileceklerini bildirdiklerini, bunun üzerine “Katır Alayı” tesis eden Maxwell tarafından bu alayın Çanakkale’de cephe gerisinde İngilizler lehine askerî malzeme taşıyabileceğini söylemesinden bahsetmez. Hele resmi müfredatın es geçtiği hakikatlerden biri de Siyon Katır Alayı’nda İngiliz ve Siyon bayraklarının birlikte dalgalanmasıydı. Yine Filistin Cephesi’nin çöküşünde hep mason Şerif Hüseyin’le Müslüman görünümlü ajan Lawrence resmi tarih tarafından bahsedilse de, resmi müfredat sürekli “Arap ihaneti” derken, bu Siyonist ihanetten ve Siyon Katır Alayı’ndan bahsetmediği gibi Siyon Katır Alayı’nın Filistin Cephesi’nde daha büyütülerek “Kral Askerleri” adlı büyük bir lejyon birliğine dönüştürülmesinden hiç bahsetmez. Evet, Çanakkale’de İngiliz işbirlikçiliği yapan Siyon Katır Alayı, Filistin Cephesi’nde de İngiliz destekçiliği yapmış ve reorganize edilerek “Kral Askerleri” adını almıştır. İşin daha da berbat yönü İngilizler için Osmanlı aleyhineistihbarat faaliyetleri yapan Siyonist Nili Örgütü’nü resmi tarihin anlatmaması çok vahimdir.
Ezcümle Osmanlı’ya karşı bağımsızlık için ilk isyan eden Sırplar olurken Siyonist Yahudilerin kuyu kazmaları da Osmanlı’nın sonunu getirmiştir. Ve bu ihaneti yapanların torunları da bugün Sırbistan ve İsrail olarak devletleşmiş ve birlikte stratejik ortaklıklara imza atmaktadırlar.
Makaleye Yorum Yaz Rastgele Makale Getir