Köşe YazılarıSağlıkTarih

Tarihimizdeki İlginç Sağlık Gelenekleri

İnsanlık kendine has tarihi boyunca yüzlerce hastalıkla karşılaşmıştır. Kimisi bu hastalıklara çözüm aramış, kimi âdetlerini ve dinini bırakamadığı için ölmüş, kimi de “cennetten arsa satma” işini yapan papaz takımının emirlerini dinleyerek hastalığın aslî yayılımına sebebiyet vermiştir.

Şöyle geriye dönüp baktığımızda; Orta Asya’dan, Batı Avrupa’nın en ücra sahillerine kadar etkisini gösteren “Kara Veba” 200 milyondan fazla insanın canını almıştı. Cihan Harbi’nin son bulduğu 1918 yılında ise insan hayatını tehlikeye atacak ateşsiz bir silah ortaya çıkmıştı. Meşhur “İspanyol Nezlesi” denen bu mel’ûn hastalık 50 milyondan fazla insanın ölümüne sebep olmuştu. Şimdi ise 21. asrın yeni gözdesi, “COVİD-19” (Koronavirüs) sahnede. Bereket versin ki, gelişen bilim sayesinde can kayıpları eski salgınlara nazaran azaldı.

Yazımın girizgâhında anlattığım bu salgınların zaman dilimleri, can kayıpları, etkileri ve coğrafi konumları farklı olsa bile müşterek bir konuda uzlaşırlar; tedbirler. Her salgın için çeşitli tedbirler alınıyordu. Bunu ya hükûmet tasdik ediyordu ya da halk arasında yayılan ve yazılı olmayan bir kural biçimindeydi.

İlginizi Çekebilir

Halk nazarında sağlık tedbirleri yazılı olmayan bir kural gibiydi…

Osmanlı İmparatorluğu kozmopolit yapıyı besleyebiliyordu. Bu sebeple imparatorluk, renkli bir bahçe gibi her türlü millete ve inanca ev sahipliği yapıyordu. Veba ve İspanyol nezlesi gibi türlü hastalıklara ise insanlar kendi buldukları, yazılı olmayan uygulamaları müşterek şekilde uyguluyordu.

Bize bu konu hakkında en doğru bilgiyi sunan kişi müthiş güfteleriyle tanınan Pertev Mehmed Said Paşa’nın torunu Abdülaziz Bey’dir. Kendisi fevkalâde bir hafızaya sahipti, bununla birlikte döneminin en iyi sosyologlarını beşe katlayacak mülâhaza yeteneğine sahipti. Abdülaziz Bey döneminin büyük entelektüel simalarından biriydi; Âdât ve Merâsim-i Kadîme ile Ta‘bîrât ve Muâmelât-ı Kavmiyye-i Osmâniyye eserlerini çeşitli defterlere not etmişti. Ne yazık ki böylesine büyük bir aydın, eserlerini tâb ettiremeden vefat etti (1918).

Osmanlı toplumu, bir hastalık geldiği vakit evvelâ meseleyi kendi aralarında halletmek isterdi. Yani doğrudan hekime başvurmak yerine komşulardan tarifler almak, birbirine çeşitli otlardan hazır edilmiş karışımlar ısmarlamak gibi. İşte bu ilaçlara toplum arasında “Kocakarı ilacı” denirdi. Kocakarı ilaçları denilen bu ilaçlar, dönemsel olarak eski tıp kitaplarına bakara hazırlanmıştır.

Toplum arasında en dikkate değer kural, Mayıs ayında herkesin kan vermesi yahut “hacamat” yaptırmasıydı. Bu konuda toplumun inanışı, bir yıldır biriken fazla kanı vücuttan atmak ve vücudu rahatlamaktı. Hacamatta ise vücutta biriken kirli kanın atıldığına inanılıyordu. Bu işi yapanlar genellikle berberler olurdu, yaz aylarında berberlik hâricinde hacamat ve kan alma gibi işlere de girişirlerdi.

Bu işi genellikle Ermeniler yapardı. Kan almayı berberler yapsa bile bunların tümü hekimlerden yahut hekimlere yakın insanlardan kan almayı öğrenmiş heriflerdi. Evvela kan aldırmak isteyen kişinin sağ kolu bir pamuk ve su ile temizlenirdi. Ardından sağ dirseğin üst kısmı bir kumaş parçası ile boğulur ve dirsek altında kanın birikmesi sağlanırdı. Ardından “neşter” yardımı ile koldaki damara yakın bir noktaya kesik atılır, genellikle 0,32 litre kan alınırdı. İşlem tamamlandıktan sonra berber, bir pamuğu yakarak kesiğin açıldığı yere bırakırdı. Kan aldırmanın bir diğer işlemi ise dinî bir ihtiyaç gibi görünen “hacamat” işleminin yaptırılmasıydı. Bu işlem için evvela iki ana bölge tercih edilirdi; sırt ve kafa. Sırta yapılacak hacamat işlemi, kafaya yapılandan daha çok tercih edilirdi. Kafaya yapılacak hacamat için saçların ustura ile kazınması icap ederdi. Ardından dana boynuzunu özel bir biçimle külah şekline sokan berberler, hacamat yapılacak kişinin sırtına veyahut kafasına bu boynuzları yerleştirir ve derinin şişmesi beklenirdi. Bilâhare “zemberek” adı verilen ufak jiletlerden hâsıl bıçakla şişen deri üzerinde ufak ve hızlı şekilde kesikler açılırdı. Kesikler açıldıktan sonra tekrar dana boynuzları yerleştirilir ve boynuzun tepesine ufak bir meşin geçirilerek kesik açılan yerdeki kanın vakumlanması sağlanırdı. Bu sayede daha fazla kan alınırdı. Abdülaziz Bey, berberlerin eski toplumda mühim bir yere sahip olduğunu da belirtmiştir. Müslüman olan berberler bu işlemleri pek az yapar, bunun yerine sünnet ve tıraş etmeyi tercih ederlerdi. Yani Osmanlı toplumunun cerrahlık görevini bir dönem berberler idare etmişti.

Diğer bir tedavi yöntemi ise epey ilginçtir. Bunu Abdülaziz Bey’in ağzından dinleyelim.

“Bunlardan biri kaplumbağa kanıdır. Çoğu mahallelerde “tosbağacı” denen kadınlar vardı. Bunlar evlerinin bahçelerinde kış boyunca kaplumbağa beslerlerdi. Mayıs ayı gelince, başvuranlarla en az ayda dört defa için pazarlık yapılırdı. Her hafta bir kaplumbağa alır, onun evine gider, hayvanı su ile güzelce yıkar, temiz kalaylı bir tepsi üzerine koyar, hayvanın arkasından iğne ile dokunur, hayvan acı ile başını çıkarınca kafesini tutar keser, akan kam bir başka kaba koyar, sonra kaplumbağayı bir balta ile karnından ikiye ayırır, bir parçasını külbastı gibi pişirerek, yedirir, kanını da içirirdi. Bu işlem anlaşmaya uygun olarak tekrarlanırdı.”

Cinsel kuvvet bulmak isteyenler, macunlara ve çeşitli tariflere yöneliyordu

Osmanlı toplumunda yukarıda verdiğim âdetler sadece vücut sıhhati için değil, cinsel sıhhat için de pek önemliydi. Ümerâ ve padişahlar için cinsel sıhhati sağlamak, böyle halk içine kadar düşen macuncularla olmuyordu. Padişahlara özel yazılan bahnâmeler (Seks kitabı), toplumun bilgi kapasitesinden her zaman yukarıdaydı.

Örneğin; kara halile bitkisi her gece iki kahve kaşığı kadar dövülür ve suya karıştırılarak içilirdi. Halk arasında bu karışımın yararı, “İnsanı kuvvetten düşürmez, hatta alanların sakalı bile erken ağarmaz” diye belirtiliyordu. Bir diğer örnek; Yeniçeri Ocağı’ndan Sultan I. Süleyman döneminde kovulmuş olan Yusuf Sinan Rahıkî Efendi’dir. Ümerânın kullandığı kuvvet tariflerini açtığı kahvehanede topluma sunmuş ve “berş macunu” adında bir karışım icat etmiştir. Bu macun haşhaş bitkisine atılan ufak bir kesik sonucu akan süte denilen “Afyon şurubu” ile keten yaprağının öğütülerek macun haline getirilmesiyle oluşturulmuştur. Bu macun cinsel sağlıkla birlikte keyif veren bir özelliğiyle de dönemin tiryakilerini çekiyordu. Bir başka ilâve ise sakız ağacının meyvesini havanda dövüp, zeytinyağı ve balla karıştırmaktır. Bu sayede cinsel sıhhatin artacağına inanılmıştır.

Toplumun büyük bir oranda “alternatif tıp” denilen sisteme yönelmesinin ana unsurları açıktır. Sosyal yaşamın bir getirisi olan dert kavramı ve dertlerini komşularına anlatan insanların yine toplum içerisinden deva bulmaları. Bunlara ilâveten yetersiz iktisadî düzenin bir parçası olarak, hekim olmayan kişilere başvurmak zorunda kalmalarıdır. Ancak sistem sadece bununla ilerlemiyordu elbette. Dinsel, geleneksel, âdet vb. kavramlar bu uygulamaların başını çekiyordu.

*Bu yazıyı hazırladığım sırada istifade ettiğim Abdülaziz Bey’in “Âdât ve Merâsim-i Kadîme (عدات ومراسيم كديم)” eserini günümüze tercüme eden allâme-i cihan Kâzım Arısan ve Duygu Arısan Günay’a büyük minnettarlığımı sunuyorum. Eser, Tarih Vakfı Yurt Yayınları tarafından basılmıştı. 2023 yılında Ötüken Neşriyat yeniden yayımladı. 

Yazar

Bir Yorum Yazın

İlginizi Çekebilir

Başa dön tuşu