Tevbe etmek, hidayet bulmak, istikamet etmek; itirafçılık değildir. Pişman olan, nadim biri,
işlediği kusurundan rücu eder, bir daha ne yapmak ister, ne anmak ister ne de o kabahati ile anılmak
ister. İtirafçı herhangi bir şeyden pişman olduğundan değil, aldığı mevzi yeteri kadar rantabl değil,
yanlış safta, yanlış mahallede bulunduğuna hayıflanır, fırsatını bulunca da daha kârlı gördüğü cenaha
kapağı atarak vasfı farklı gibi görünse de aynı şeyleri yapmaya devam eder.
Haddizatında insan her daim ya tekamül eder, ya tefessüh eder, değişmez illa maşaAllah
(sadece “sadaka” ile değişebilirmiş, kader bile. Büyüklerimden duydum).
İtirafçılığın iki tarzına çok rastladım kısa ömrümde,
- “Ben çok alçak idim, ayyaş idim, kumarbaz idim, müşrik idim, çok iffetsiz idim; bir şey sebeb oldu da hidayet buldum” gibi sözlerle sürekli kendi hikayelerini anlatan, ve her onu tanıyan tarafından mühtedi diye tanınacak kadar çok propagandasını yapan kişiler.
- “Bizim imam-hatip, bizim dindarlar, bizim cemaat, cemaatler, İslamcı kesim şöyle bozukmuş böyle bozukmuş, bu tür numaraları gördükten sonra oralardan uzaklaştım. Sizin mahalleye geldim ama geldiğim mahallenin türlü türlü numaralarını en iyi ben bilirim (beni kullanın, canlarına okumayı becerebilirim)” türünden sürekli eski mahallesine giydiren prematüre laik tipler.
Bu iki tarzı sergileyen de aynı şahıslar genellikle, garip bir tecelli. Bir gün öyle bir gün böyle.
Güneşin hareketine göre gölgeye geçerler. Duruşları gölge içindir, mekana bir bağları yok.
Misal; İsmet Özel (Allah uzun ömürler versin) bizim mahalleye başka bir mahalleden geldiğini ne
biz fark ettik ne de eski mahallesi, eğer ki Milli Gazete’de yazmayaydı. Milli Gazete’de yazmaktan vaz
geçmeseydi de kimse fark edemeyecekti, bizim mahallemizde de durmadığını, hikmet içre bir hayatı
oldu, beğen beğenme. Kimse “ben eskiden cahiliyye dönemindeyken,,…” tarzı bir maval duymadı
işitmedi kendilerinden. Hayatı boyunca ne yazdı ise onları ikmal etmekle meşgul olduğuna şahid
olduk. Tevbe sıfatı acaip yakışıklı duruyor zat-ı muhteremlerine ki; kendi “tevbe ettim” diye beyanları
olmadığı halde biz ona “tevbekâr” dedik. Yakışıyor ki Allah vermiş adama. Derin bir hürmete mecbur
ediyor dost-düşman, her kim adamsa.
Misale devam ediyorum girizgâh idi evvelki paragraf.
İsim vermeye gerek yok it sürüsü kadar çok sayıda şahıs tanırız ki, ağzını açar “Ben müşrik
iken…, Ben içerken.., ben pavyonlardan çıkmaz iken.., cahiliye dönemimde..” diye eski hayatını bize
pazarlayan. Güya hidayete nasıl erdiğini anlatıp başkasını hidayete teşvik ediyor diye anlıyoruz biz de
aptal gibi.. Düşünsenize adam bize anlatıyor, o ahlak üzre olan adamlara anlatmıyor.. Meyhanedeki
sarhoşa değil, tekkede, camideki hacı abilere, genç mü’minlere anlatıyor pavyonlardaki hayatını.
Huzur sokağı kitabını yazıp huzursuz sokakta müşteri aramıyor, o huzurlu dediği sokağın mukimleridir
müşteri. Bunlardan örnek isim vermek istemiyorum..zibil gibi çok misallerini tanıdık, bizim mahalle
para ediyorken.
Şimdi neden duymuyoruz fazlaca, para huzursuz sokağa kaydı, onlar tekrar orada. Bu sefer
bizim “mallığımızı!”, “sefilliğimizi!”, “ırz düşmanlığımızı!” vs.. anlatmakla meşguller öbür sokak
sakinlerine. Bizde iken o sokaktakilere de iftira atmışlar hissiyatım oluştu. Çün bize iftiralar atıyorlar
hayasızca.
Hiç değil biraz temizlerinden bir örnek vermemi ısrarla istediniz madem; Dücane nam bir
arkadaşımız, bize gelip “ben cahiliye fikrini bırakıp hidayet buldum.. “ gibi bişeyler dedi ve baş
köşemize buyur ettik, şimdilerde de başka bir mahalleye gidip “ben asıl şimdi hidayet buldum” tarzlı
bişeyler diyerek orada da baş köşeye geçme azminde. Saygısızlık etmek istemem ama saygı da
duymuyorum. En mahcup anlatabileceğim misal bu idi. Belki Hüseyin Gülerceyi de anabilirdim bu
minvalde, ama gerek yok.
İnsan pekala pişman olabilir yaptığı bir işten dolayı, ve tevbe eder. Mahcub olur. Kenara
çekilir. Hatta ki unutulsun. İnsan kazara bir cemaatte yellense, o cemaat o olayı unutuncaya kadar
uzun bir müddet ortalıkta görünmez, haya perdesi yırtık değilse. Gidip başka bir cemaat bulup “ben
eski cemaatimde böyle yellendim, şöyle ettim, Allah beni kahretsin. Ben çok pişmanım” diye sürekli
gündem yapar mı yahu!
Cenab-ı Hakk, tevvab-ı Mutlak’tır. Kabil-it-Tevbi ve Ğafir-iz-Zenb’dir. Kendi unutur, o günahını
bir şekilde duyana da bilene de unutturur, hatta senin kendine bile unutturur. Eski günahın
unutulmasın diye yırtınırsan bu nasıl tevbedir birader demezler mi? Günahını verdin Kereminden
İstiğfarı satın aldıysan, o artık senin malın değil, satamazsın.
Hasılı kelam, eski mahallesini kendine satacak sermaye yapıp tezgah açanı görürseniz, baş
köşeye buyur etmek bir yana ıslak sopa ile dövünüz. Zira o terez sizi de satacak başka bir mahalle
arıyordur aynı zamanda, sizi sermaye yapmasına müsaade etmeyin. Simsar ahlakı hiç değişmez.
Makale Arşivi sitesinden daha fazla şey keşfedin
En son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için ücretsiz abone olun.