Köşe YazılarıSiyasi

Demokrasi Nedir, Ne Değildir?

               

Demokrasi Nedir, Ne Değildir?

Bildiğiniz gibi bugün Yerel Seçim günü. Türkiye bugün sandığa gitti. Umarım bu seçim ülkemize hayır getirir. Bir dahaki seçimin, siyasi parti yardımlarının emeklilere dağıtıldığı, yandaşlara verilen yemeklerin karınları şişirmediği, parti bayraklarının bayrağımızın önüne geçmediği, bangır bangır çalan müziklerin hasta ve küçük çocukları rahatsız etmediği bir seçim olmasını dilerim…

            Bugünkü konumuzu bundan dolayı demokrasi üzerine yapmaya karar verdim. Türkiye Cumhuriyeti bildiğimiz gibi demokrasi temellerine dayalı olarak yaşayan bir sosyal hukuk devletidir. Bundan dolayı bu devlette demokrasi vazgeçilmezdir. Demokrasinin önemini vurgulamak için tarihten birkaç örnek vermek isterim. 

İlginizi Çekebilir

                İstanbul’un işgali sonrasında 16 Mart 1920’de Padişah Vahdettin: “Bir millet var, koyun sürüsü ona bir çoban lazım o da benim.” demiştir.[1] Vahdettin’in bunu söylemesi çok şaşırılacak bir durum değildir. Osmanlı’da durum bu şekildedir. Yani halk “sürü” dür. Kendilerine “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” dedirten padişahların sürü olarak gördükleri halkın yönetimini ve egemenliklerini ele alırlar. Atatürk böyle değildi. Daha Cumhuriyet kurulmadan önce Lozan görüşmeleri sırasında: “Emperyalizm ölüme mahkûmdur. Demokrasi, insan ırkının ümididir.” Demiş ve saltanatı kaldırıp egemenliği halka vermiştir. 

Demokrasiyi Kurmak
 


                Bugünün Türkiye’si iyice Meşrutiyete kaymıştır. Bundan dolayı demokrasiyi tanımayan gençlerimiz demokrasinin can alıcı ve boş bir şey olduğunu savunurlar. Elbette yanılıyorlar! İlerleyen bölümde anlatacağım. Atatürk’ün cumhuriyeti kurması sayısız devrim yapması şüphesiz demokrasi içindi. Demokrasi ancak bağımsızlıkla olacaktır. Fırsat eşitliğinin olmadığı; azınlıkların, yabancıların sarayın üst sırada halkın ikinci sırada olduğu yerde demokrasi söz konusu değildir. Demokrasi ne ister?

1-     Ağalık ve şeyhlik düzenine son vermek ister,

2-     Kadınlara sosyal ve siyasî haklar ister,

3-     Laiklik ister,

4-     Ordunun siyasetten ayrılmasını ister,

5-     Gençleri okutmak ve bilgin yapmak ister,

6-     Aklı hür, vicdanı hür nesiller ister,

7-     Kuldan birey, ümmetten millet ister,

8-     Saltanat rejimini yıkıp halkın egemen olmasını ister.

          Padişahın “davar sürüsü” yani “reaya” dediği halkı ancak demokrasiyle kurtarabilirdi. Bugünkü demokrasi düşmanları birilerinin gölgesi altına girmek istiyor herhalde!

        Atatürk demokrasi hakkında Sabiha Gökçen’e şöyle söylemiştir:

        “Ülkemiz, teokrasi ve monarşi geriliğinden kurtularak cumhuriyet rejimini benimsemekle demokrasiye doğru bir adım atmıştır. Çünkü Türk ulusunun karakterinde özgürlük vardır, demokrasi vardır, eşitlik inancı vardır. Ancak ben, gerçek demokrasiye daha kısa bir zaman dilimi içinde geçebileceğimizi ummuştum. Beni az çok tanırsınız tahminlerimde pek aldanmam. Fakat bu tahminimde yanıldığımı söylemek mecburiyetindeyim. Elbette Serbest Fırka denemesinden bahsetmekte olduğumu anlamış olacaksınız. Cumhuriyet Halk Partisi’nin karşısında muhalefet görevi yapması gayesi ile kurulmasına önayak olduğum bu partinin başına ve kurucuları arasına en yakınlarımı, en güvendiğim kişileri yerleştirdim. Biliyorsunuz, ideal demokrasi idarelerinde, biri birilerine rakip durumda en azından iki kuvvetli parti bulunur. Halk, oyları ile bunlardan birini iktidara getirince öbürü onun çalışmalarını denetler. Partilerin programları, ülkenin genel çıkarları bakımından birbirinden pek farklı olmaz. Ve bu partiler gene halkın oyları ile zaman zaman yer değiştirirler. Böylece bir denge, böylece bir ülkeye daha iyi hizmet etme yarışı başlar. İşte demokrasi budur. Ama bizde ne oldu? Ne kadar rejim düşmanı ne kadar hilafet ve saltanat özlemi çekenler, yeni kurduğumuz cumhuriyet rejimini devirmek isteyen ne kadar kişi varsa bu partinin yanına koştular. Zavallı Fethi Bey, şaşırdı kaldı. Bu partiyi kapatma kararını bana bildirirken ikimizde bir yakınımızı kaybetmiş kadar üzgündük. Bu olay bana, yurtta demokrasi kurabilmek ortamının henüz olgunluğa kavuşmuş olmaktan ne kadar uzak olduğunu gösterdi. Evet, demokrasi benim yaradılışıma en uygun olan rejimdir. Çünkü bu rejim ne kadar geniş halk kitlesine dayanırsa o ülke için o derece sağlam ve yararlı olur. Bir yapıyı tasavvur ediniz: Önce ne yapılır? Temel kazılır değil mi? Temeli yapılır! Sağlam olması, kurallara uygun olması için bu ana koşuldur. Yapısına çatısından başlanan bir bina tasavvur edilebilir mi? Böyle bir bina gerçekleştirilebilse bile sağlam olabilir mi? Bir binayı ayakta tutan nasıl temel ise, bu rejimi ayakta tutabilecek olan kuvvet, onun geniş halk kitlelerine, yani tabana dayanmasıdır. Anayasamızdaki halkçılık ilkesinin felsefesi budur. Hayatımda en çok isteyip de maalesef bugüne kadar göremediğim şeylerin başında yurdumuzda demokrasinin kurulması konusu geliyor. Türk ulusu çok zekidir. Kendisi için hayırlı olan şeyleri kavramakta gecikmez Sabiha… Girişmiş olduğum denemelerin istediğim gibi sonuç vermemiş olmasının nedeni, halkın bu rejimi istememesi değildir kuşkusuz. Demokrasinin gelmesi ile bazı kesimlerin de huzuru kaçacaktı, bu gerçek. Onlar da bu girişimlerini şu ya da bu konulardan baltaladılar. Sonra devrimlerin karşısında olan az da olsa bir çıkar grubu, bilinçlenmemiş halkı kışkırttılar. Onlara laiklik ilkeleri dışında bazı vaatlerde bulundular. İşte buna hiçbir zaman tahammül edemezdim. Bu gibi hareketler, genç Cumhuriyetimizi daha pek körpe iken ağır bir şekilde yaralayabilirdi. Benim samimiyetimi bir yerde istismar etmek istediler. Bu insan ahlakının zaafını gösteren acıklı bir tablodur. Ülke çıkarları yerine kişisel çıkarlar ya da gerici akımların başkaldırması halinde tecelli eden bu olay, içimde ölene kadar bir ukde olarak kalacaktır, çocuğum. Ancak şuna kesinlikle inanıyorum ki, demokrasi gereği olan çok partili bir dönem, Türkiye’mize de gelecektir. O zaman ben hayatta olmasam bile, ruhum, bilesiniz ki şad olacaktır. Ancak bu dönem için de tek korkum, bu güzelim yönetim tarzını yozlaştıracak, onu anlamsızlaştıracak, hatta ve hatta halkın gözünden düşürecek kişiler ve partiler çıkmasıdır. Gerçi Batılı ülkelerde demokrasilerin yerleşmeleri uzun yıllar, hatta asırlar almıştır; ama gelişen dünyada Türkiye’nin bu konularda kaybedecek vakti yoktur.”[2]

                O konuşmada hazır bulunanlardan biri; “Demokrasiye geçmeden önce halka demokrasi terbiyesinin verilmesine taraftarsınız efendim?

Elbetteki öyle! … Bu terbiyeyi de ancak demokrasi ilkelerine gönülden inanmış kişilerin kuracakları partiler verebilir. Bugün ise elimizde bu karakterde tek bir parti var. Cumhuriyet Halk Partisi… Tek parti ile de ne yaparsanız yapın demokrasi olmaz. Demokrasi geleceğini ancak akıl ve bilimden alır. Bunlardan yoksun bir yönetime demokrasi demeye olanak yoktur. Demokrasinin temelinde kişisel çıkarlar değil, geniş halk kitlelerinin ve ülkenin genel çıkarları egemendir. Böyle olmalıdır. Bir de özgürlükçü demokrasinin durumu var. Özgürlüksüz demokrasi olamayacağı gibi, demokrasisiz de özgürlük düşünülemez. Bunlar birbirinden hiçbir şekilde ayrılmayan ikiz kardeştirler. Biri zedelendi mi diğeri hırpalanmış, biri hırpalandı mı diğeri zedelenmiş olur… Önce tabanı bu konuda eğitmek, hazırlamak, olgunlaştırmak, belirli noktaya getirmek şarttır. Bunu siyasi partiler, politikacılar yapacaklar, onlara bilim adamları, fikir adamları yardımcı olacaklardır. Sınırsız bir özgürlük anarşinin baş mimarıdır. Özgürlükler, kişilerin ve toplumların yararlanmasına değil, gelişmelerine öncülük ettikleri sürece muteberdir… Türkiye Cumhuriyeti’nin altı ok umdesini, aynı zamanda anayasanın ilkeleri olarak kabul etmekten başka çıkar yol yoktur. Türkiye Cumhuriyeti’nin Milliyetçi, Halkçı, Laik, İnkılâpçı, Cumhuriyetçi, Devletçi bir cumhuriyet olduğu belirlendi mi, bu fikirlerin dışında, demokrasiyi yozlaştıracak bir partiyi kimse kuramaz… Ben asla doktrin istemem. Doktrinler insanları ve kitleleri bir noktada dondurup bırakırlar, şartlandırırlar. Birtakım, kırılması son derece güç kalıpların içine sokarlar.Bu nedenle diyorum ki doktrin istemem; donar kalırız, biz yürüyüş halindeyiz. Devamlı yürüyecek, devamlı gelişecek, devamlı mutluluklar arayıp bulacağız.”[3]

Demokrasiye Kim Düşmandır?
 

                Çok basit! Darbeciler… 60-80 darbesini savunanalar. Demokrasiyi mahvederek Atatürkçülük sergilemeye kalktılar. Böyle bir Atatürkçülük olur mu? Diğer kesim ise Platon’un “Sokrates’in Savunması” kitabından etkilenenlerdir. Evet, dayanaklı ve güçlü bir kitaptır ama sadece bir itap okuyup demokrasi düşmanı olunmaz. Bunu bilmiyorlarsa vah vah! Türkiye’de demokrasinin niye ve nasıl getirildiğini bilmek gerekir. Aynı zamanda şu savunmayı yaparlar: “Halkımız aptal, ben onlarla oy vermem, benim oyum ile onun oyu bir olmamalı!” Ben böyle bir soruya hep şöyle yanıt vermişimdir: “Bir tek sen mi akıllısın, halka “sürü” demekten ve cumhuriyet rejiminde onlara hakaret etmekten başka bildiğin yok!

Her şeyde hayırlısı olsun…


 
[1] Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, 2000, s. 350.
[2] Sinan Meydan, 1923, 2017, s. 365, 366.
[3] Age., s. 366.

Yazar Hakkında

_________________________________________

Bir Yorum Yazın

İlginizi Çekebilir

Başa dön tuşu