Köşe Yazıları

Halifeliğin Kaldırılması

               Halifeliğin kaldırılması hakkında daha öncelerde az da olsa değinmiştim. Tam 100 yıl önce bugün 3 Mart 1924’te halifelik kaldırılmış ve laikliğin önü açılmıştır.

               Şimdi de buraya bazı hakikatleri yazmayı gerek gördüm. Bir yalan ortaya atıyorlar: “Atatürk, İslam Hilafetini Kaldırdığı İçin Müslüman Olamaz!” Bununla ilgili çok daha detaylı bir yazı yazmayı düşünüyorum.

                    Öncelikte ‘halifelik’ kelimesinin ne anlama geldiğini bilmek gerekir. Sözlükte ‘Halife olma durumu, Halifenin görevi, hilafet’ demektir.[1] Bu makamı ‘halife’ işletir. Sözlükte halife ise ‘Hz. Muhammed’in vekili’ anlamına gelir. Şimdi dini açıdan yorumlamak gerekirse Kur’an’da rastlanmaktadır. Sadece iki yerde rastlıyoruz ve bu da Hz. Âdem ve Hz. Davut’tan bahseder. Onun dışında ‘yardımcı’ sıfatına rastlamıyoruz. Padişaha ‘dokunulmazlık’ kazandırmak amacıyla hayattaydı. Dinsel bir anlamı olmayan bir kurumu kaldırmanın dinsizlikle ilgisi olmadığı açıktır. Osmanlı’da Halifelik MEB müfredatının içinde biri olduğumdan şu konuda yorum yapma hakkını kendime veriyorum ki; müfredatın yazdığı ve anlattığı tarih yalandan ibaret, çıkarlara yöneliktir. ‘Yavuz (Sultan Selim) ilk halifedir!’ dediler ama içeriğini ve ruhani sıfatını aktarmadılar. Şimdi Osmanlı’da halifeliğin rolünü ele alalım. Yavuz Sultan Selim kendini halife ilan etmiştir. Oturan bir maka olmamıştır. O dönemde sınır valileri de kendilerini halife ilan etmişlerdi. Halifelik, İlber Ortaylı’nın anlatımıyla ‘ruhanî bir kurum’ olması ilk olarak Küçük Kaynarca Antlaşması’na dayanır. İlk kez resmî olarak burada halifelik geçer (1774).[2] Ardından 1779’da Aynalıkavak Tenkihnamesi’nde yer aldı.[3] Osmanlı padişahları dine şirk koşarak kendilerine ‘zillullahi fi’l-arz’ yani ‘Allah’ın yeryüzündeki gölgesi’ sıfatını kullanmışlardır.

Makale Devam Ediyor

Son Halife Sınırları Aşıyor


 

                Abdülmecit’in para sıkıntısı vardı. 1924’te kendisine ayrılan paranın yetersiz olduğunu savunmuştur. Bunun için halifeliğin satılması konusu gündeme gelmiştir ve hakkında belge çıkarılmıştır. Böyle sıkıntıların yanı sıra Abdülmecit, dış devletlere yanaşır vaziyette ve kendini Mustafa Kemal Paşa kadar rütbeli zannediyordu. 3 Mart 1924’te 53 milletvekilinin imzasıyla hem hanedan dışarıya göç ettirildi hem de halifelik kaldırıldı.[4] Sınırları aşan bir halife için bunun yapılması kaçınılmazdı.

Halifeliğin Kaldırılması
 

                Halil İnalcık şöyle özetliyor: ‘Tarihsel olarak Hilafetin Saltanattan ayrılması ve Saltanatın lağvedilmesinin, 1922-1927 döneminde Hilafetin kaldırılması ve diğer sekülerleştirici reformları içeren büyük inkılaplara neden olan bir dizi olaylar ve hareketleri tetiklediği görülecektir.’[5]

                  Türk Kurtuluş Savaşı’nın temel amaç ve gayesi tam bağımsızlıktan başka bir şey değildir. Hem iç hem de dış düşmana karşı cesur bir ayaklanmadır. Bunu en ince detayına inene kadar inceleyelim.

                ‘Egemenlik’; ‘egemen olma, hakimlik, üstünlük, amirlik’ anlamına gelmektedir. ‘Milli Egemenlik’ ise ‘bir milletin kendi kaderine hâkim olarak, kendi geleceğini tayin etme gücünü elinde bulundurması’ anlamını taşımaktadır. Bu çerçeve içinde dönemi değerlendirmek gerekir. Kurtuluş Savaşı’nda İstanbul Hükümeti ve Sarayı, hilafet makamını ve kendi saltanatlarını Türk milletinden üstün görmüşlerdi.[6]

                  Bunu destekleyenler arasında Amiral Calthorpe’da vardır. Amiral Calthorpe, 6 Haziran 1919’da Tevfik Paşa ile anlaşarak Osmanlı’nın varlığını İngiltere’ye bağlamak istediğini belirtir. İtiraf eder ki ‘Padişah yalnız kendi kişisel güvenliğini düşünüyor.’ [7]

                 Padişah Vahdettin, işgalcilerin emri altında bir hükümdarlık hayatı sürmüş ve o zaman dilimde İngilizlere ‘hizmet etti’ denilecek kadar kötü faaliyetleri olmuştur. Vahdettin’i kullanan İngilizler, halifeliği kullanarak bir emperyal plan yapmışlardı; başarıyorlardı. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri yardımcısı Tuğamiral Richard Webb gerçeği kanıtlıyor. Tuğamiral Richard Webb, 19 Ocak 1919’da İngiltere Dışişleri Bakanlığı Müsteşar yardımcılarından Sir Ronald Graham’a gönderdiği özel mektupta ataklıkla şöyle diyordu:

                “Görünürde ülkeyi işgal etmediğimiz halde, şimdi valilerini atıyor veya görevlerinden uzaklaştırıyoruz; polislerini yönetiyor, basınlarını denetliyor, zindanlarına girerek Rum ve Ermeni tutukluları, işlemiş oldukları suçlara aldırmadan özgür bırakıyoruz…Demiryollarını sıkıca denetimimizde tutuyor ve istediğimiz her şeye el koyuyoruz…Politikamız, süngünün keskin ucuna dayanır…Halife elimizin altında bulundukça İslam Dünyası üzerinde ek bir denetim aracına sahibiz…Bildiğiniz gibi, Padişah, bizi buraya yerleştirmeyi diliyor…”[8]

                Sinan Meydan’ın anlatımı ile: ‘Emperyalizm kendine bağnaz halife ve Müslüman ister!’ Meydan’ın sunduğu aynen Osmanlı’nın başına gelmiştir. Emperyalistler halifeliği kullandıklarını itiraf ediyorlar. Böyle bir siyasi makam bu ülkenin başına çöktüğü müddet ulusal bir kurtuluş mücadelesi düşünülemez.

Şerif Hüseyin


 

                Mekke Şerifi Hüseyin sürgün zamanı boyunca İstanbul’da evlendi. Bir arzusu vardı; kendisinin halifesi olmak. Osmanlı’nın hilafetini değil, kendi egemenliğinin olduğu bir hilafet makamı hedefledi. Arapçı bir politika izledi. Çünkü Osmanlı’ya karşı bir Arap ayaklanması istiyordu. İngiltere gibi dış güçlerle bağlantılar kurdu ve tekliflerle parıldamaya çalıştı. Şubat 1914’te Mısır Yüksek Komiseri Lord Kitchner’e talebini oğlu Abdullah’ı göndererek arzusunu ve niyetini belli etmiştir. I. Cihan Harbi başladığında İngiltere fikrinden vazgeçmiştir. Niyetini tekrar güncelleştiren Hüseyin, 1915-1916 yıllarında tekrardan İngilizlerin yanına geçti. Hüseyin’e McMahon tarafından gelen cevaplar halifelik hakkında şunları söyler:

                ‘Hilafetin gerçek Arap ırkından biri tarafından başlatılmasını İngiltere destekleyecektir.’

                Bu Atatürk düşmanlarının bir iddiasını da çürütmüş olduk. Kendilerine Anti-Kemalist sıfatını hoş görenler ‘İngiltere, halifeliği kaldırmak isterdi!’ diyenlere bu kanıtı sunmak gerekir. Atatürk bütün bu dengeyi sağlamış ve hakikati görmüştür. Osmanlı hükümeti ve Vahdettin’de tahtından korktuğu için halifelik kozunu kullanmış ve onlara sığınmıştır. Tam bağımsızlık için hilafetin kaldırılması gerekiyordu. 3 Mart 1924’te ilga edildi. Burada dönemin İzmir milletvekili ve Adalet Bakanı Seyit Bey şu iki gerçekliği Meclis’te açıklamıştır:

1. Hilafetin dini değil dünyevi bir mesele olduğunu,

2. Hilafetin İtikadi bir mesele olmayıp millete ait haklar olduğudur.

   Atatürk’ün Ağzından Halifelik
 

            Atatürk 27 Eylül 1923’te verdiği demeçte şunları dile getirir:

            ‘Tarihimizin en mesut devresi hükümdarlarımızın halife olmadıkları zamandır. Bir Türk padişahı, hilâfeti her nasılsa kendisine mal etmek için nüfuzunu, itibarını, servetini istimal etti. Bu sırf bir tesadüf eseriydi. Peygamberimiz tilmizlerine dünya milletlerine İslamiyet’i kabul ettirmelerini emretti, bu milletlerin hükûmeti başına geçmelerini emretmedi. Peygamberimizin zihninden asla böyle bir fikir geçmemiştir. Hilâfet demek, idare, hükûmet demektir. Hakikaten vazifesini yapmak, bütün Müslüman milletlerini idare etmek isteyen bir halife, buna nasıl muvaffak olur? İtiraf ederim ki bu şerait dahilinde beni halife tayin etseler derhal istifamı verirdim… Fakat tarihe gelelim, hakayıkı (gerçeği) tetkik edelim, Araplar Bağdat’ta bir hilâfet tesis ettiler, fakat Cordou’da bir hilâfet daha vücuda getirdiler. Ne Acemler ne Afganlılar ne Afrika Müslümanları İstanbul halifesini asla tanımadılar. Bütün İslâm milletleri üzerinde ulvî vazife-i ruhaniyesini ifa eden yegâne halife fikri hakikaten değil, kitaplardan çıkmış bir fikirdir. Halife hiçbir zaman Roma’daki Papanın Katolikler üzerindeki kuvvet ve iktidarını gösterememiştir.’[9]


 
[1] Lise Türkçe Sözlük, Karatay Yayınları, 2020.
[2] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IV. Cilt, I. Bölüm, s. 422.
[3] Sinan Meydan, Hafıza Yakın Tarihin Kitabı, 2019, s. 203
[4] Age., s. 205.
[5] Halil İnalcık, Atatürk ve Demokratik Türkiye, 2021, s. 61.
[6] Niyazi Berkes, Türk Düşününde Batı Sorunu, Ankara, s. 85.
[7] B.N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, C1., s. XII/6.
[8] Salâhi R. Sonyel, Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, 2010, s.12.)
[9] Ali Koray Kaya, Bir Cumhuriyet Hikayesi, 2023, s. 33.

Yazar

Bir Yorum Yazın

Başa dön tuşu