Yakın Tarih

Atatürk ve Ramazan

               Mübarek Ramazan ayındayız. Ramazanlarda daha hassas daha nazik ve daha barışçıl olmak gerekir. Hepimizin Ramazan ayı mübarek olsun…

                Bu yazıda Atatürk’ün Özel Hafızı Yaşar Okur’un anlatımıyla Ramazan’ın, Atatürk’ü nasıl etkilediğini ele alacağım.  

Ramazanların Atam için çok büyük bir önemi vardı. Ramazan gelir gelmez incesaz heyeti Çankaya Köşküne giremezdi. Kandil geceleri de saz çaldırmazlardı. Sadece beni huzurlarına çağırır, Kur an-ı Kerîm’den bazı Sureler okuturlardı. Ben okurken gözleri bir noktaya takılır, derin bir huşu ile dinlerlerdi.

Makale Devam Ediyor

Ruhan çok mütelezziz olduğu her hâlinden anlaşılırdı.

Ramazanlarda bir ay müddetle Hacı Bayram-ı Velî ve Zincirlikuyu Camilerinde şehitlerimizin ruhuna hatm-i şerif okumamı emrederlerdi. O günlerde civar kasaba ve köyler[1]den gelenlerle de cami hınca hınç dolardı. Atamın emirleriyle şehitlerimizin ruhuna hediye edilen bu hatm-i şerif kıratlarında İlâhî nağmeler cami duvarlında ihtizazlar yaparak dalga dalga yayılırdı. Bu esnada cemaat huşu’ içinde dinler, şehit kardeşlerinin, babalarının ve dedelerinin ruhlarının istirahati için dua ederler, sıcak göz yaşlan dökerlerdi.

Büyük Atatürk birçok vesilelerle şöyle demiştir: «Mukaddes mihrabı, cehlin elinden alıp ehlinin eline vermek zamanı gelmiştir.»

Bunu dinî davranışlarına daima düstur yap[1]mışlardır.

O, camileri ibâdet için olduğu kadar, düşünmek, meşveret etmek için de birer mukaddes yer olarak telâkki ederdi. Peygamberimi?

Efendimizden de büyük bir takdirle bahseder[1]lerdi. O devirler için hep: «Hazret-i Peygam[1]berin zaman-ı saadetlerinde» diye saygı keli[1]meleri kullanırlardı. Ayrıca Peygamber Efen[1]dimizin dirayetli bir devlet adamı, iyi bir başkumandan olduğunu da sık sık tekrarlarlardı.

Velhasıl, büyük Atatürk’ün Ramazanlara karşı ilgisi ve saygısı vardı. Herkesin inancı[1]na hürmet ederdi. Mâneviyata bağlı idi.

BAYRAM TEKBÎRLERİ


1932 de Ramazan’ın ikinci günüydü. Atatürk’le Ankara’dan Dolmabahçe Sarayına gel[1]dik. Beni huzurlarına çağırdılar: «Yaşar Bey, dediler. İstanbul’un mümtaz hafızlarının bir listesini istiyorum. Ama bunlar musikiye de âşinâ olmalıdırlar.» Listeyi hemen hazırladım. Bu listede şu isimler vardı: Hafız Sadettin Kaynak, Sultan Selimli Rıza, Beşiktaşlı Hafız Rıza, Süleyma[1]niye Camii Baş müezzini Kemâl, Beylerbeyli Fahri, Darüttalim-i Musiki âzasından Büyük Zeki, Muallim Nuri ve Hafız Burhan Beyler… 

Listede ismini yazdıklarımın hepsi ertesi akşam için Dolmabahçe Sarayına dâvet edildi.

İstanbul’un bu belli başlı hafızları ertesi akşam Saraya geldiler. Kendilerini Bolu me[1]busu Cemil Bey karşıladı ve doğruca Maarif Vekili Dr. Reşit Galip Beye götürdü. O ana kadar bunların niçin çağırılmış olduğunu ben de bilmiyordum. O gün anladık ki, tercüme ettirilmiş olan Bayram Tekbiri kendilerine meşk ettirilecektir.

Hafızlar ikişer ikişer oldular ve şu metin üzerinden meşke başladılar: «Allah büyüktür,

Allah büyüktür.»

Sultan Selimli Hafız Rıza Efendi bu tercümeye itiraz etti. Bolu mebusu Cemil Beye dönerek:

— Efendim, dedi: Türkün Tanrısı var dır. Bu «Tanrı» şeklinde okunursa daha mu vafık olur kanaatindeyim.

Rıza Efendinin bu teklifini Cemil Bey pek ilgi çekici bulmuş olmalı ki, arzetmek üzere hemen Atatürk’ün huzuruna girdi. Döndüğü zaman hepimizi Gazinin yanına götürdü.

Atatürk, tekbir tercümesinin sadeleştirilmesi hususunda gösterilen arzu üzerine:

— Peki arkadaşlar, dedi: Tekbirin tercümesini okuyunuz bakalım.

Okundu, :«Tanrı uludur, Tanrı uludur.

Tanrıdan başka Tanrı yoktur. Tanrı uludur,

Tanrı uludur ve hamd ona mahsustur.»

Atatürk bu tercüme şeklini çok beğendi.

O gece geç vakitlere kadar huzurlunda kalındı, hep bu konu üzerinde saatler süren ir[1]şat edici direktiflerde bulundular ve hafızların ertesi akşam yine -gelmelerini emrettiler.

Ertesi akşam ayni zevatla Atatürk’ün huzurunda toplandık. Gazi, Cemil Sait Beyin

Kur’ân tercümesini getirtti. Ayağa kalkıp Kur’ân-ı Kerîmi ellerine aldılar. Ceketinin önlerini iliklediler. Fâtiha Sûresi’ nin tercüme[1]sini açıp halka hitap ediyormuş gibi okudular. Bu davranışları ile onlara halka hitap sanatım öğretmiş oluyorlardı. Sonra hepsine aynı ayrı hangi camide mukabele okuduklarım sordu. Aldığı cevaplar üzerine şu tavsiyede bulundu:

— Arkadaşlar! Hepinizden ayrı ayrı memnun kaldım. Bu mübarek ay vesilesiyle camilerde yaptığınız mukabelenin son sahife 14 terini Türkçe olarak cemaate izah ediniz. Halkım dinlediği mukabelenin mânâsını anlamasında çok fayda vardır;»

Yemekten sonra huzurlarından ayrılırken bana dönerek:

— Siz kalınız Yaşar Bey, dedi. Dr. Reşit

Galip ve Kılıç Ali Beyler de orada idi. Onlara dönerek:

— Gazeteleri haberdar ediniz, dediler.

Yaşar Bey öbür gün Yere Batan Camiinde Yâsin Sûresi’ nin tercümesini okuyacaktır.

Camide yapılacak merasimin tanzimine sizleri memur ediyorum.”[1]


 
[1] Hafız Yaşar Okur, Atatürk’le 15 Yıl (Dinî Hatıralar), ty., s. 10, 11, 12, 13, 14, 15.

Yazar


Makale Arşivi sitesinden daha fazla şey keşfedin

En son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için ücretsiz abone olun.

Bir Yorum Yazın

Başa dön tuşu