GenelKöşe Yazıları

 Niyazi Mısri: Hep Varım Yağmadır, Alan Alsın. 

Niyazi Mısri

Geldi dile dildârım buldum gül‐i gülzârım
Şimdengerü hep vârım, yağmâdır alan alsın

Niyazi Mısri

“Müslümanım diyen, bulunduğu yerde Hz Peygamberi temsilen bulunduğunu bir an olsun akıldan çıkarmamalı. Ayağına takılacak taşı yoldan kaldırmak” hadis-i şerifinden maksat, insanı ve diğer mahlûkatı incitmemek ve incitecek şeylere gücü yettiğince mani olmaktır diye tembihlemişlerdi bizi büyüklerimiz. Malumunuz, Yeşil Efendi sık sık tekrar eder, “Peygamberler yeryüzüne nezaketi öğretmek için teşrif buyurmuşlardır” diye. İhtimaldir ki doğru bir tespittir bu, zira nezaketi olmayan insanın üzerinde Müslümanlık elbisesi çok eğreti duruyor. Şunu sormalıyız kendimize: “Eğer davranışlarımız, tepkilerimiz, ilişkilerimiz ve hatta kavgalarımız ve küfürleşmelerimiz bile alelade sokaktan geçen biri ile aynı ise Peygamberi bilirim, Kur’an’ı okudum demenin manası ne ola?”

Celaleddin’i Rumi Mesnevi’de sorar:
“Gül bahçesinden geliyorsun… Hani elinde demeti gülün?
Hadi gülü demet etmedin… Hani üstünde kokusu gülün?”

İlginizi Çekebilir

Sormazlar mı, “Kendini Muhammed aleyhisselam’am esned ediyorsun, peki neden halin, tavrın, nezaketin ona benzemiyor? O’nun ümmetindenim diyorsun, Neden bakan, sende onu göremiyor? “Kur’an peygamberin ahlakıdır diyorsun, Kur’an’ı okuduğun halde neden bir farkın yok peygambere bigâne kalmış olandan? Diye sorsalar ne cevap vereceğiz?

Öyle bir hal üzerinde canı teslim etmeliyiz ki, Ahiret’de Hz. Resulün huzuruna çıkınca “Beni temsil eden sen miydin?” dediklerinde yüzümüz kızarmamalı, mahcup olmamalıyız.

Beyefendiden, biraz gönlünde Resulüllah sevgisi, biraz Ahiret endişesi olan hemen herkesi etkileyebilecek olan bu cümleleri işittiğimde aklıma gelen, “bu kelimeler ile terbiye edilmiş bir toplum, ne güzel bir toplum olurdu” düşüncesi oldu. Ancak sanırım kelime daha tamamlanmadan, zihnimde meselenin çok zor bir mesele olduğu kanaatine de varmıştım.

Zira toplumunbilgi yüklü entelektüel nutukları, vaaz ve konferansları dinliyor olması, bunları gerçekten anladığı daha da ötesi anladığını hal edinebileceği manasına gelmiyor. Nitekim birinin–ne kadar fazla olursa olsun- kitabi bilgi ile yüzmesi, bisiklete binmesi ya da araba kullanması mümkün olmadığı gibi güzel davranışları taklit etmesi içinde işitmesi yeterli değildir. Aynı şekilde insanların çoğunun kendilerine verilen öğüdü tutmak yerine ille de kendileri tecrübe ederek, deneyerek, aynı hataları tekrar ederek öğrenmeye çalışmaları ya da geçmişte görerek bilinçaltlarına yerleştirdiklerini farkında olmadan ısrarla taklit ve tekrar etmeleri bu işin zorluğuna delil sayılabilir kanaatindeyiz.

Bu nedenle özellikle çocuklara ve topluma terbiye verirken görsel materyallerin kullanılması, mesajın, bir filim ya da tiyatronun gibi bir canlandırmanın içine saklanması; bunlara imkân yoksa çocuğun hayal dünyasını canlandıracak şekilde masal ya da hikâye formunda sunulması gerekir. Muhatap, gözü ile görmese bile gözü ile görmüş gibi zihninde konuyu hayal edebilmelidir ki meseleyi kavrayabilsin. Bugünün Süpermen, Örümcek Adam, Rambo, Matrix, Kurtlar Vadisi vs.’nin gördükleri iş kanaatimize göre tam da budur. Bu babda eskilerin evliya menkıbelerini de geçmiş toplumlara terbiye vermek,“hal”in ve “değerin” taklit edilebilmesini sağlayabilmek için “canlandırma ve örneklemeler” olarak değerlendirebileceğimiz kanaatindeyim.

Nitekim özelikle ilmi bilgisi kıt halka ve çocuklara dini terbiye vermek için kullanılan “Evliya Menkıbeleri” ortamını, günümüzün Post-Seküler Dininin değerlerini topluma taşımak için kullanılan “Neflix” ortamının öncüsü olarak isimlendirmek de sanırım aşırı bir yorum olmayacaktır.

Konuyu “Derman Arardım Derdime”, “Tende Canım Canda Cananım”, “Derviş Olan Âşık Gerek”, “Nadanı Terk Etmeden Yaranı Arzularsın”, “Hakkı Seven Âşıkların Eğlencesi Tevhid Olur” gibi günümüz ilahilerine Yunus Emre’den sonra en fazla güfteyi veren şair ve mutasavvıf Niyazi Mısri Efendi’den nakledeceğim bir Menkıbe ile örneklemek istiyorum:

Rivayet odur ki;

Niyazi Mısri Osmanlı Sultanı II. Ahmet’in emri ile Limni Adasına sürgün edilince “Terbiye yerinde alınır. Mürşid, nerede ise mürid de orada gerek,” diyerek bir grup muhibbanı gemiye atlayıp Limni Adasına doğru yola çıkar.

Gemide dervişlerin çorba içtikleri tasları kaybolur. Sağa sola bakarlar, çevrelerinden sorarlar ancak bulamazlar. “Bu tası kim çalmış olabilir” diye düşünür, taşınırlar. İçlerinden biri, “Bunu Müslüman yapmaz. Gemide gayr-ı müslim kim var onu soruşturalım” der. Soruştururlar ve gemideki tek gayrı müslimin geminin kaptanı olduğunu öğrenirler. Doğrudan kaptanın yanına çıkıp “çorba taslarını” isterler.

Hırsızlık ithamına oldukça bozulan kaptanla aralarında çıkan münakaşa, dervişlerin ellerine asalarını alıp kaptanı hırpalamaları ile neticelenir. Lakin tas, kaptandan değil, alakasız bir yerden çıkar.

Gemi limana yanaşırken acele ile gelen biri, kıyıdan dervişlere seslenir: “Mısri’nin talebeleri kimdir?” “Biziz” deyince, “Efendi, sakın kıyıya inmesinler. Geldikleri gibi geri dönsünler buyuruyor“ diye ünler.

Daha huzura kabul edilmeden kovulmayı anlamlandıramayan dervişler, “Hele gidelim ‘hatamız nedir, kusurumuz nedir? Onu anlayalım’ da, geri döneceksek öyle dönelim diyerek” karaya çıkıp Niyazi Mısri’nin yanına giderler.

– “Efendim hiç değilse hatamızı kusurumuzu söyleseniz” dediklerinde; Mısri,

-“Ne idi kaptana yaptığınız?” der. Dervişler kendilerinden gayet emin,

– “Aman efendim, kendimiz için olsaydı hiç yapar mıydık! Tartışınca ümmet-i Muhammed’e hakaret etti. O zaman durmaya cevaz yoktur. Onun dersini verdik” derler.

Bunun üzerine Niyazi Mısri, üzerindeki gömleği sıyırıp, sopa darbeleri ile mosmor olmuş vücudunu gösterir dervişlere. Ve,

“Sizin ettiğinizin hesabını vermek bize düştü. Biz vermeseydik mesele Hz Peygamber’e kadar giderdi” der.

Dikkat edilirse menkıbe, bilinçaltına birkaç mesajı birden göndermeye çalışarak, muhatabına bir terbiye vermeye çalışmakta:

  1. Müslüman asla yalan söylemez. Yalan ancak gâvurda olur.
  2. Müslüman şahsına, nefsine yapılana karşı tahammülkâr olmalı lakin İslam’ın izzetine yapılana sessiz kalmamalı, İslam’ın izzetini muhafaza etmeli.
  3. Zannın çoğu isabet etmez, zanla hareket edilmemeli.
  4. Müslümanlar birbirlerinden sorumludur. Önce hata edene, sonra ona dini terbiyesini veren üstadına, daha sonra üstadına terbiye verene, üstada terbiye verene terbiye verene daha da ilerdekilere hesap sorulur. Zincir misali taaa Resulüllah’a kadar gider mesele. Bu yüzden Müslüman bulunduğu yerde hata etmişse, şikâyetin Resulüllaha’a kadar götürüleceğini düşünmeli, Hz. Peygamberin temsilcisi olarak ona laf getirtmeyecek bir nezaket ve sorumluluk bilincinde hareket etmelidir.

Bu rivayetler de, “Süpermen gerçek mi? Örümcek adam binalarda yürüyebilir mi? Rambo bir orduyu yenebilir mi? Maşa’nın Koca Ayı ile konuşması bidat mi? Tom ve Jerry hurafe mi?” diye sorgulanmadığı gibi gerçek hayatta böyle mi diye sorgulanmaz. Bunların, asıl mesajı içine gizlemek için kullanılan “ilgi toplayan materyaller” olduğunun farkında olarak muhatabının zihnine “hangi mesajı”, “hangi öğretiyi” taşıdığına dikkat edilmesi gerekir kanaatindeyiz.

Zira insanların demek istediklerini şiirler, hikâyeler, masallar içine yerleştirerek başka insanlara iletmeye çalışmaları kökü çok eskilere giden bir terbiye metodu olarak hala devam etmektedir.

Eğer bilinçaltına gönderilmek istenen mesajın sahihliğine odaklanmak yerine ilgi çeken unsurların niceliğine odaklanmaya kalkarsak bu kanalları yıkarız, oluşan boşluğu da sömürgecilerin kültürel hegemonyasını sağlayan unsurlar doldurur. Yani kendi çocuklarımızı elimizle hançerlemiş oluruz.

Nitekim Müslüman toplumlarda, kendi değerlerini, öğretilerini ve edebini nakleden evliya menkıbelerinin, Ali namelerin, Hamza namelerin yerlerini Batılı kültürün temsilcileri Süpermenler, Örümcek Adamlar, Zagor’lar, YouTuberlar, Koreli K Poplar’ın doldurulduğunu görmemek için artık kör olmak da yetmez kanaatindeyiz.

Adını andık, bir küçük notla vefa borcumuzu eda edelim.

Niyazi Mısri’nin Limni’ye sürüldüğü haberi Bursa’ya ulaşınca halktan bir kısım “Yaşı çok ileri, geriye dönmesi mümkün değildir” diyerek dergâhını yağmalar. Haber Niyazi Mısri’ye ulaşınca;

Sevdim seni hep vârım yağmâdır alan alsın
Gördüm seni efkârım yağmâdır alan alsın

Aldı çü beni benden geçdim bu cân u tenden
Aklım dahi her vârım yağmâdır alan alsın

Ben varlığımıatdım dost varlığına yetdim
Her assıl ıbâzârım yağmâdır alan alsın

Geçdim ben âd u sandan çıkdım ben o dükkândan
Hep ‘ırz ile vakârım yağmâdır alan alsın

Geldi dile dildârım buldum gül‐i gülzârım
Şimdengerü hep vârım yağmâdır alan alsın

Sen gâib u hâzırsın her hâlime nâzırsın
Ahvâl ile etvârım yağmâdır alan alsın

Çün buldu gönül yârım terk eyledim ağyârım
Îmân ile zünnârım yağmâdır alan alsın

Mısrî’yevücûb imkân bir oldu kamu a’yân
Tâ’at ile ezkârım yağmâdır alan alsın’

Beytlerini kaleme alarak tüm mülkünü yağmacılığı, vurgunculuğu, hırsızlığı kendilerine yakıştırabilecek kadar alçalanlara vasiyet eder.

Lakin ne yazık ki, modern Müslümanların “evliya menkıbelerini” değerlendirirken düştükleri konumlandırma ve yerinde değerlendirme hatasına, ihtimaldir ki Yunan’da düşer.

Zira muhtemelen Niyazi Mısri’nin beyitlerden haberdar olmuş olan Yunan meseleyi çok yanlış anlayarak (?), Limni Adasındaki Mısri Dergâhını 

Limni Adası Nihazi Mısri Dergahı

ve türbesini yıkıp yerine 5 katlı apartman diker.

Aynı bakış açısı Türkiye Cumhuriyetini de etkilemiş olacak ki, onun da olaya yaklaşımı Yunan’dan pek farklı olmamış. Bursa Ulucami’ye Uludağ’a bakan güney cepheden komşu olan Mısri Dergâhını yıkarak yerine PTT binası inşa edilmiş.

Anlaşılacağı üzere yağmadan, gücü yeten gücü yettiğince payını almış.

Niyazi Mısri Bursa Dergahı
Bursa PTT Binası

Yazar

Bir Yorum Yazın

İlginizi Çekebilir

Başa dön tuşu